O, arka sıramda ve beş koltuk ilerimde, en can arkadaşlarıyla oturuyor... O an orada olduklarını bilmiyorum.
Daha sonra arkadaşlarının, "O'na bir bilet alıp bildirelim, gelirse ne âlâ," diye düşündüklerini öğreniyorum ki aynısını ben de düşünmüştüm... Ama sadece O'na bir bilet.
Bu denklik çok hoşuma gidiyor. Yan yana geçsek dahi birbirimizi tanıyacak durumda olamama hali bir yanıyla da pek eğlenceli geliyor. İki tarafın da aklında ne bir ses var ne de bir görüntü. O binada şahsen beni, sadece, konsere gelmiş tanıdıklarımın yanı sıra, bir süre önce aldığım, çok mutlu olduğum ve unutulmaz anlar hanesinde olmalılar düşüncesiyle paylaştığım mektuplar nedeniyle tanışmak durumunda kaldığım, kurumun insanları tanıyorlar.
* *
"Merhabalar,
Blog sayfanızda Müdürlüğümüz hakkında yazmış olduğunuz yazılarınızı geç de olsa takip edebilme fırsatımız oldu. Temsillerimiz hakkında bu kadar eleştirel gözle bakmanız ve sitenizde yapmış olduğunuz yorumlarınız için müdürlüğümüz adına size sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. İletişim bilgilerinizi bizimle paylaşırsanız sizinle daha yakın ve sağlıklı bir diyalog kurmak isteriz. Blog sayfanızı Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Halkla İlişkiler, FACEBOOK sayfamızda paylaştık. Bilgilerinize....
Tekrar teşekkür ederiz."
Bir teşekkür yanıtı yazıyorum. Ve ona çok daha anlamlı ve bir o kadar da zarif bir yanıt veriliyor!
"Merhabalar;
Yapılan sanatın, sanatçının ve bütün teknik ekibin asıl amacı olan izleyicisine bir değer katabilme çabasının, sizinle anlam kazandığını ve diğer izleyicilerimize de yaptığınız çalışmalar ile anlam kattığını görmek, bizim gurur ve mutluluk tablomuzun en güzel rengi olmuştur...
.......
Göstermiş olduğunuz duyarlılıktan ötürü tekrar, şahsım adına tüm Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü çalışanları olarak size müteşekkiriz. En kısa zamanda tanışmak ümidi ile..."
* *
Opera Bale'nin blogumu fark ettirmesi aslında benim hayatımın akışını değiştiriyor. Bir devrim başlatmıştım ama bu radikal vazgeçişlerle ekonomik tabanlı bir değişim içindi. Aynı zamanda da vicdani nedenlerle ilişki bazında en çok da küçük oğulu düşünerek ertelediğim, adına evlilik denen kurumla ilgiliydi. Ayrı yaşıyor olmak çocuklar için bir bitmişlik hali yerine bir umut taşıyordu, bunu hissediyordum. Bir süre bekledim, sonra bir avukat ihtiyacım olmadığı gibi kendimi savunacak bir durum da yoktu. Karşı tarafın Avukatı ki tanıdığım bir hanımefendiydi konuştum, ikinci duruşma öncesi kafam netti, durum ortadaydı, çocuklar açısından olumlu gelişmelere neden olmayacağını bildiğim hale katlanmanın da bir anlamı yoktu. İkinci duruşmada karşının sunduğu gerekçelere gülümseyerek burada bir şey yok ki, deyip barışma önerisi sunan hakime, istemediğimi beyan ederek, sonlandırmıştım. Derdim çocuklardı!
Tüm radikal hamlelerimin taçlanmasına sebep olacak, hayatımın en büyük ödülünü yazılarımın paylaşılması sayesinde alacağımdan da, o an için haberim yoktu.
Ve günlerden bir gün şehirle ilgili bir yazımın altında yorum demeyi tercih etmeyeceğim bir mektup görüyorum. Çok hoşuma gidiyor. Bir yanıt yazıyorum. O anki, üst paragrafta değindiğim hayatıma bakınca hayalini bile kurmayacağım bir sürecin başlangıcında olduğumuysa bilmiyorum.
Sonra bir mektuplaşma süreci başlıyor. Gün içinde mektup üzerinden şahane, espirili, asla sarkmayan, ama tonları tutan iki insan arasında son derece medeni ve çok zarif bir iletişim başlıyor. Işıldıyorum. Epey bir süre sonra bir gün, merak ediyorum, bu iletişimin tadı bir yanıyla bana kaybetme korkusu da yaşatıyor, çünkü onunla aramdaki güven ilişkisi muhteşem. Ad soyad giriyorum nete ve ben için ete kemiğe bürünüyor; yüzünde kalbini görüyorum. Bir umudum olmadığı gibi bir beklentim de yok. Aramızdaki mektup arkadaşlığına ve şahsına çok saygı duyuyorum, asla bir yanlış yapmak ve onu kaybetmek istemiyorum.
Ekonomik kararlarım tek tek devreye girerken, muhteşem bir akıl sakinliğine kavuşuyor, ruhum eski coşkusuna geri dönüyor, kalbim fena atıyor.
Günler günleri kovalıyor...
O arada aynı salonda kimbilir kaç kez bulunuyor, belki önlü arkalı oturuyor, yan yana geçiyoruz. Hissettiğim şu ki yaşanandan çok keyif alan iki kişiyiz. Aşk, aşık olmak sözcüklerinin tanımlayamayacağı, onun çok çok üzerinde, çok özel, çok kıymetli, başka ve farklı bir duygu yaşadığımız. Bir eşikte olduğumu ve o eşiği geçtikten sonra benim bile tarif edemeyeceğim bir zaman dilimine varacağımı hissediyorum. Bu büyü bozulursa endişeleri yaşamıyor sürecin keyfini çıkarıyorum. Sonra o akşam geliyor. Konsere geleceğini bilmiyor ama gece yurt dışından gelecek konukları olduğunu ve onları karşılayacağını, gün içindeki mektuplardan biliyorum.
Konserin Ardından Eve Dönen Ben
Mektuplardan gündüz okuduğumda düz geçtiğim ama ipucu olan cümleyi saati kesinleştirmek için bir kez daha okuyorum. Serseri tarafım heyecanlanıyor. "Hımmmm gelecek yabancı akademisyen grubunu karşılayacak!" Bu serseri ruhumu iyice parlatıyor. "Serinkanlı halim sen neredesin?!" diye aranıyorum. Havaş'ın kaç saatte varacağını hesaplıyorum. Evime yakın ve hiçbir yöne sapmadan dümdüz gidebiliyorum! Uçak saatini biliyor, O'nun olacağı noktayı da kestirebiliyorum. Erken gideceğim, O'ndan önce orada olmak istiyorum. Rolümü iyi oynayacağımı biliyorum. O'nu ilk kez canlı göreceğim, yanaşacağım ve sanki benim de yolcum varmış gibi, servisin ne zaman geleceğini soracağım.
Hepsi bu!
Neden bu kadar üşüyorum ki?!!
Antrakt
TEFRİKA BÖLÜM 3
Sezen Aksu'nun bu klibini fikrime yerleştiren Sevgili Güzellikler Defteri'ne çok teşekkürler....