17 Kasım 2017 Cuma

Hatay'dan gelmiş biberli ekmek buldum sabah masamda!





2 Haziran 2016 

Şefin harikalar yarattığı bir sabah oldu yine bayanım. Kendisine, "şefin usulüyle üç peynirli, İtalyan esintili Alanos Pizzası" adına verebiliriz şimdilik... Dün mü, önceki gün mü yaptığımı şimdi hatırlayamadığım yumurta şaheserlerimden biri esnasında planlamıştım bayanım, muhteşem oldu valla.

Kısaca özetlemeye çalışırsam; önce Sürmeli Ekmeğinin tabanını incecik kestim bayanım. Neredeyse bir tül gibi... Sonra, onu tost makinesine yerleştirdim. Azıcık kızarttım ve tabağa aldım. Sonracıma bayanım, üç peyniri hazır ettim. İnce doğradığım domatesleri içine fesleğen ve kekik koyulmuş zeytinyağında dinlenmeye bıraktım. Biraz fesleğen ve biraz kekiği de bir kenara ayırdım. Sonra ennn sevdiğim bayanım, tereyağını tavaya koyup erittim, belli bir noktaya gelince ki şefin marifetlerinden biri bunu saptamak, kızarmış tabanı tereyağına atıp, biraz ısladıktan sonra tekrar tabağa taşıdım.

Ardından, önce Sürmeli Peynirini attım aynı tavaya... tabii ki uygun incelikte ve uygun boyutlarda kesilmiş olarak. Onun üzerine zeytinyağında beklettiğim missss kokulu domatesleri yerleştirdim. Onun üzerine Kars Kaşarlarını, onun da üzerine tel tel ayrılmış Çeçilleri. Üzerini bir kapakla kapatıp -tabii ki- uygun ateşte bir kaç dakika kaynaşsınlar ve kolektif bir şarkı tuttursunlar diye bir süre beklettim onları.

Sonra bayanım, yani vakti zamanı gelince, bir yumurtanın önce beyazını koydum tereyağlı tavaya, sonra da sarısını. Pul biber, karabiber, kalan fesleğenler ve kekikleri de ekledikten sonra, çok kısa süre kapağı kapalı ama kısık ateşte pişirdim kendilerini... ardından da kapattım ocağın altını. Tabii ki yumurta sarısını rafadan bırakmayı ihmal etmeden.

Demlenlenmekte olan kahvemi fincana döktükten hemen sonra da açtım kapağı ve buluşturdum tereyağı değmiş, kararında kıtırlaştırılmış tabanın üstünde hepsini.

Ve ennnnn sevdiğim bayanım, bu renk ve koku cümbüşünün üstünde, tavadaki iyice aromalanmış tereyağını gezdirdim bir süre. Âlâ oldu bayanım valla. Yapacağım sana da.

Aldım bayanım listeme kitabı*, şu son bina bitsin koca bi sipariş vereceğim zaten.

Aynı sen desem mi demesem mi bilemedim şimdi araba konusunda. Ben valla çok güvende hissediyorum kendimi senin yanında. Tamam biraz arabanın önünden gidiyorsun bazen, daha bişi olmadan olacakmış gibi hissediyorsun, ama bu, sana alışınca insan, hiç de panik sebebi olmuyor bayanım. Biraz daha büyüyünce bunu da aşacaksın zira. Daha küçüksün be bebeğim.

Yerim ben seni be!

Sanki bugün bende yazma potansiyeli yüksek gibi bayanım, çok yazı kursam da kafamda, işler güçler nedeniyle yine yazamayacağım sanki. Gerçi kafada hazır epey yazı var ki biri yazıldı zaten, Gramofon. Sadece işlenecek. Diğeri sokaklar ki bu türü yazmak benim için kolay, bugünkü menünün tarifini yazabilirim ayrıca, ve de şu cenaze sürecinde Tırtıl'la sessiz ilişkimizi anlatan bir olay yeri inceleme muhteşem olur kanımca. Kurdum cümlelerin çoğunu aslında kafamda. En azından dört yazının tema'sı belli bayanım, bi gaza gelirsem yeni bir Kars yazısı yazma serüveni başlar bende.

Valla bayanım içimdeki yazma aşkı tavanda, ama hep şu inşaattaki işini eksik yapanlar yüzünden uzaklaşıyorum ekran karşısından. Lakin çalışma odam olunca, daha tecrübeli ve eskisinden daha motive bir "yazar " olarak, çok daha aktif bir blogger olacağım kesin. Üstelik daha çok gezme, yeme içme fırsatına sahip bir yazar bu. Bi de muhteşem bir motivasyonu var dibinde, aklında, kalbinde.

Bak yine heyecan yaptım ya!

Ne uzattım di mi ama?


*Hatay'dan gelmiş biberli ekmek buldum sabah masamda. 31 Mayıs 2016

 *Fotoğraf 10 Kasım 2017 Hıdırbey-Hatay

*Kitap: Ferzan Özpetek-Sen benim hayatımsın.

7 Şubat 2017 Salı

Kastamonu Pastırması İle Şahane Bir Lezzet Seyahati

Öncesi 

Eski ve yol üzerindeki kısmen yıkık konağın üst odasının tavan aralığından görülen ayın, soğuğun yarattığı pusla birlikte vampir filmlerindeki türden bir ürperti yarattığı saati epey geçmişken konaktan çıkıyoruz. Güneş en şefkatli hali ile anne örtmesi gibi usulca sarmalıyor Kastamonu'yu. Kale göz hizamızda. Zaten hangi noktasına gitseniz Kastamonu'nun, kale ile  aranızdaki ilişki sonlanmıyor.

Kale konusunda genel tavsiye  bir araçla dibine kadar gitme doğrultusunda. Bunda haklılık payı var. Bilinen ve tariflenen yolu kullanırsanız, özellikle kış şartlarında yokuşunu yürüyerek çıkmak gerçekten zor. İnerkenki halimizden biliyoruz. Lâkin şunu da biliyoruz ki sürüden ayrılıp da bilinen yolları kullanmadığımızda olağanüstü sürprizler bizi bekliyor.


Ama önce hayalini kurduğumuz ve planladığımız üzere sabah kahvaltısında yerel lezzetlerin önde gelenlerinden etli ekmeği tatmamız gerek. Açıkçası, değişik Kastamonu gelişlerinde tadına bakmışız. Bizde bıraktığı tat hiçbir zaman derin olmamış. Önceki hallerimizin gözünde bir tür gözleme kendisi. Ama bu kez şehirle ahbaplık kurmak için buradayız.

Kambur Köprüyü bir kez daha geçiyoruz. Nasrullah Camii Külliyesine geçtiğimiz bu köprü, aslında yapıldığı dönemde külliyenin bir parçası imiş. Konağımızın konumu itibariyle sıklıkla kullanmamız gerekeceğini henüz bilmiyoruz. Sağımız solumuz bedestanlar ve hanlarla dolu. Hedefimizde, bilinen en meşhur pastırmacı var. Milor'dan geçer not almış üstelik. Tabakoğlu. Gerçi Milor tarafından popüler hale getirildikten sonra aynı lezzette olduğu ve aynı işlemle, güneşte kurutularak üretildiği, konusunda şüphelerimiz var. Dedikodu yapıyoruz. Başka bir yer mi bakınsak acaba? Arıyoruz.


Sağımız solumuz pastırmacı. Aaaaa Bülbüloğlu'nun satış mağazasası da burada! Bu güzel, çekme helvalar buradan. Üretim noktasına gitmeye gerek yok. Ve Tabakoğlu göründü. Eğer tanıtım sonrasında turistlerin mutlak uğrak yeri olan bu mekanlar bozulduysa hepsi bozulmuştur. Ortak kanımız bu. O halde en güvenilir olana girelim. Doğramacı genç abi makineden hızlı, dükkanın bi köşesinde şahane bir şov sergiliyor. Helal olsun. Yakışıyor. Yeminle derim ki makine bu hızda kesemiyor pastırmayı. Bi de bu kadar ince. Bu arada bu mekanda kesim için makine kullanılmıyor.


Döndükten sonra  bi akşam rakı gecesi için ayırdığımız pastırmalardan biri ile gölge oyunu bile yaptık, bu yazı için. Aha bu kadar ince işte. Bi de dağılıp gidiyor ağızda... Sıradan pastırma bi şekilde yapışır ya ağzımızın orasına burasına damağımıza, bunlarda kesinlikle o yok. Muhteşem bir tat bırakarak eriyip gidiyor ağızda. Rakınız İzmir'in mavisi olsun ama. Vallahi çok yakışıyor.


"Günaydın, hayırlı işler. Bize iki kişilik pastırmalı ekmek içi için pastırma verir misiniz?" Bunu söyleyin, çünkü pastırmalı ekmek için hazırlanan pastırma çemensiz. Sonuçta gün boyu yürüyüp enerji harcayacaksınız değil mi! Ufak bi açıklama yapmam gerekirse pastırmalı ekmek, etli ekmeğin pastırma ile yapılanı. Abi nereden geldiğimizi sordu. Samsun deyince, "Siz pazar günleri pide yersiniz biz de bunu." deyiverdi. Sohbet güzeldi. Pazar günü açıklar ve asıl alışveriş o güne. Taşköprü sarımsakları da göz kırpıyor bu arada. İçimizi alıp, onların da önermesi ile ama zaten tercihimiz olan hemen yandaki Kaya Restoran'a geçiyoruz.


İlgi süper. Saat erken ve lokanta henüz boş. "Sizi üst kata alalım, ora daha sıcak." Ocağın başı da güzeldi ama! Pişen etli ekmekleri izlerken dibindeki bir masada yemek ve fırının kokusunu hissetmek daha keyifli olabilirdi.

Üst kata çıkınca ise bayılmaca. Kadim bir çarşıya ve kadim binalara üsten bakış. Bir zaman yolculuğu. Muhteşem. Çok uzatıyorum farkındayım. Oysa üç yazıda hallederim demişim Kastamonu'yu. Halt etmişim. Pastırmadan çıkacağım bile meçhul şu yazıda. Artçıları müthiş bir şehir. Derinliği olan bi şarap gibi. Bitimi muhteşem. İz bırakıyor.


Fırın kısmına bıraktığımız pastırmalar soğan ve baharatlarla karıştırılıyor, sadece hamur ve çaylar müessesenin.* Elbette malzemeleri kendileri de koyuyor etli ekmek yapan mekanlar ama bu yol daha keyifli. Pastırmalı ekmekler geldi. Muhteşemler. Seyretmelik. Tüm zamanlarda yediğimiz etli ekmeklerden daha tok ve daha çıtır ve  klasik gözleme hissiyatından uzak bi hamur. Pide ile gözleme arası bişey bu. Şahane. Adamlar yapmış abi! Bunda pastırmalı olmasının da rolü olduğunu kabul ediyoruz elbet. Çıtırlığa katkı. Uzun bir seyir. Üzerine hayranlık yorumları... Fotoğraflama ve yıllar yıllar öncesine ışınlanmış bir atmosferde ilk lokma ile kendinden geçip gitme. İşte bu. Şehrin en iz bırakan ve bu, bu şehre özgü dedirten bir lezzet. Unutulmaz bir çıtırlık. Muhteşem bi uyum; pastırmalar ile hamur ve üzerlerine sinmiş odun kokusu arasında. Usta işi bir sonuç.  Sıcak çay ve olağanüstü manzara eşliğinde kadim zamanlara gitmek ve güne başlamak adına şahane bir lezzet seyahati. Daha ne olsun.



*İki kişilik etli ekmek için pastırma 20 TL. çay, hamur, soğan, baharatlar ve pişirme 15TL.

Kale yolu yokuştur ama sürprizlere de açıktır ile devam edecek inşallah:))

26 Ocak 2017 Perşembe

Kastamonu'da İki Gün Bir Gece

Kadıoğlu Konağı

Beş saat sürüyor dedi bankonun arkasındaki adam, biletleri alırken. Bu da sabahın beşinde orada olmak demekti. Anlamsız saat uygulaması yüzünden yedide bile aydınlanmazken hava -sabahın beşinde ve üstelik kış şartlarında- hayat işlemeye başlayana kadar nasıl vakit geçerdi ki küçük bir şehirde?

Sabahın beşi bile olmamışken oradaydık. Bir B planımız olmasa da çözüm üretmekte de üzerimize  yoktu. Biraz garajlarda vakit geçirir, saat 7-8 gibi de merkeze geçeriz diye planlamıştık aslında. Olmadı bir mekânda oturur, sıcak bir şeyler içer, check-in saatimizde sırt çantalarımızı konaklayacağımız yere bırakır, sonrasında da kaç kilometre yürüyüp kaç kat çıkacağımızı bilmeden yollara düşeriz demiştik.


Garajlardan bindiğimiz halk otobüsünden Kambur Köprü'de indik.* O kadar erkendi ki vakit oturacak bir mekân bulamadık. Burası yeme içme dahil müzeler ve benzeri pek çok alan için merkez bir nokta. Hava sert, köprünün altından akan sular buz tutmuş. Termal içlik almadığıma pişman oldum o an. Sonrasında ise umursamadım. Bildiğim, çok kere gittiğim, bu gidişlerin günübirlik, varış noktasının da çoğunlukla sanayi sitesi olduğu günlerden sonra, ama ilk kez bir gezgin gibi ve ilk kez arabasız ulaştığım yepyeni bir şehirdi benim için artık Kastamonu. Onu yeniden, hiç bakmadığım bir biçimde görmek ve tanımaktı fikrim. Ruhuna dokunmak, onunla ahbap olmak istiyordum bu kez.


Gelmeden, saat 8-9 arası için erken giriş talep etmiştik aslında Kadıoğlu Konağı'ndan. Teklifi kabul etmişler ama garanti verememişlerdi. Şimdi, henüz köpekler ulumalarını bitirmemişken, eski ve yol üzerindeki kısmen yıkık bir  konağın üst odasının tavan aralığından görülen ayın, soğuğun yarattığı pusla birlikte vampir filmlerindeki türden bir ürperti yarattığı saatte kapıdaydık. Dışarıda açık bir mekân bulsak oyalanacaktık, altını çizdiğim üzere. Hakkımız değildi çünkü. Biraz da mecburiyetten şansımızı denedik. Önce kapıyı açmaya çalıştık, sonra zile bastık... Tık yok. Bir mekân buluruz diye tekrar çarşı içine dönmeye niyetlenmiştik ki o ara bahçenin içindeki cam mekânda bir karaltı gördüm. Sabah kahvaltısına hazırlık için bahçenin içindeki bu hoş mekânı ısıtmak adına orada bulunduğunu sonradan öğrendiğimiz Mustafa Bey, bahçe duvarından sağa sola bakınan bizi fark etti.


Bize ayrılan oda doğal olarak o saatte dolu idi. Israrcı da değildik üstelik, ama güleryüzle çırpındı, emek verdi, çabaladı ve odamızın henüz boşalmadığını, istersek bizi daha küçük olduğunu söylediği bir odaya alabileceğini, biraz da çekinerek beyan etti. Bizse farkındaydık ki erken giriş talebimiz 8-9 arasıydı, ve garanti edilmemişti bize. Hakkımız olmayan bir konuda kendilerini de zorda bırakmamak adına ısrarla gerek olmadığı noktasında direndik.. Salmadı, inisiyatif aldı ve eğer kabul edersek o odayı verebileceğini söyledi.


Canımıza minnetti, üstelik girdiğimizde gördük ki oda küçük falan da değildi. Dinlendik. Konağa ve odaya bayıldık. Hayatın kıpırdadığı saatler gelince de Kastamonu'nun ve de lezzetlerinin tadını çıkarmak üzere odadan çıktık. Konaktan çıkmak üzereyken bu kez resepsiyonda Canan Hanım vardı, aynı zamanda damla sakızı dokunuşlu, yumurta kokusunun öne çıkmadığı, arasına yöresel ekşi elma reçeli koyarak yiyeceğiniz ve de bayılacağınız enfes pankeklerin mucidi. Güler yüzlüydü, inceydi, her şeyden önce tüm bu davranışlar içtenlikli ve samimiydi. Dönüşümüze, bize rezerve edilmiş gerçek odamızı hazırlatacağını söyledi. İstemedik. Biraz yük olacağımız düşüncesi ama temelde büyük bir nezaketle sabah bize açılmış odadan da şikayetimiz olmadığı için... O içtenlikle bir misafir ağırlar gibi ısrar etti. Dönüşte o odadaydık.


Çağın olanaklarının da içinde olduğu, uzun yaşanmışlıkların izleri her köşesine sinmiş, temel dokusunu yitirmemiş, arada bir bastığınız tahtanın gıcırtısında eskiye döndüğünüz, işletmecilik anlayışı muhteşem, temiz, tüm çalışanların sizi mutlu etmek için ellerinden geleni artlarına koymadığı... aklınızın, çoğu yiyecekte kalacağı yerel tatları da içinde barındıran çok zengin kahvaltısı olan, konumuyla tüm tarihi alanlara yakın ama aynı zamanda da ana cadde gürültüsünden uzak şahane bir konak burası.


Odamızın hikâyesi de manzarası da güzeldi ayrıca. Konaktan ayrılmadan önce sahipleri çift ile yaptığımız keyifli sohbet sırasında odamızın konağın oturma odası olduğunu, babaannenin sedirde oturup gün boyu dışarıyı seyrettiğini, dedeninse köşede oturup, kahvesini içerken televizyon izlediğini öğrendik.

Kastamonu katmanlı bir tarihi satır satır önünüze akıtan muhteşem bir şehir zaten, yüzelli yıllık, 14 odalı Kadıoğlu Konağı da bugünden kopup geçmişin izleri ile dolu bu şehirde, güncel hayatın tüm kirliliklerinden uzaklaşacağınız bir geçmiş yolculuğunun tamamlayıcısı olarak doğru bir seçim.


Eğer düşerse yolunuz Kastamonu'ya Kadıoğlu Konağı'nda kalın. Bir konakta olduğunuzu da unutmayın ama! Bir süreliğine kendinizi çağın olanaklarından uzak tutun. Bir volüm kısın sesleri. Sadece konakta dolaşan kadim yaşanmışlıklara kulak verin. Duvarlar ses geçiriyor diye şikayetçi olmayın, sessizliğe katkı yapın. Unutmayın, burası güzel ama çok güzel elden geçirilmiş, özü kaybolmamış korunmuş, huzurlu ve kadim bir konak. Onu bugünün sözleri ile asla yargılamayın. Rahat yataklarının ve lezzetlerinin tadını çıkarın.


*Garajlardan şehire yine garajların içinden kalkan yeşil renkli halk otobüsleri ile kişi başı 2TL'ye kolayca ulaşmak mümkün.

Kastamonu pastırması ile şahane bir lezzet seyahati için buradan lütfen

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP