20 Ekim 2011 Perşembe

Gün Film ve Hissiyat


Film Gün ve Hissiyat

Kafamda şekillendirdiklerime göre 12'de yola koyulmalıyım...

Bu saati hedef alarak son hazırlıklarımı yapıyorum. Duş, traş ve kıyafetlerden sonra havayı kontrol ediyorum. Soğuma olasılığını da göz önüne alarak yakası fermuarlı, dokuması ince lacivert kazakta karar kılıyorum. Güneşi parlak bir gün. İçime bir şey giymeyi gereksiz bulup, tenime değecek yünü kulak arkası ediyorum. Saat 12:30! 3o dakika kaybettim.

Denizin kıyısından gitme fikrim varken, bu tadı dönüşe erteliyorum. Trenden hoşlanıyorum. Kalabalıkla yolculuk ederken güzergahtaki manzaraları, kavşaklardaki yoğun trafiği, bekleyen arabaları, inenlerin binenlerin devinimini seviyorum. Fakat önce, ne kadarlık hakkım kaldığını bilmediğim Samkartıma kontör yükletmeliyim.

Görmeyi istediğim mekana en yakın durakta iniyorum. Bir süre yürüdükten sonra benimle aynı yönden gelip sağa dönecek araçlarla, karşıya geçecek yayalara aynı anda yeşil yanması gibi bir senkron sorunu olan köşede; döndükleri anda durup da yayalara yol vermesi gereken ama bunu yapanın şöförlüğüne sayıldığı kavşakta, karşıya geçmek için, ana yoldan gelen arabaların durma anını kolluyorum. O esnada; cep telefonuna uzak, kolunda saati olmayan, vakti el yordamıyla bulan kişi, 14:15'te başlayacak film için, 'ne kadar vaktim var' tahmini yapıyor.

Karşıya tek ışıkta geçebilmek için hızlı hareket etmeliyim. İlk bölümü geçip sağdan gelen arabaları kontrol etmem gereken orta refrüje geldiğimde, yeşil ışık sinyale başlıyor. Kısa bir 'Beklesem mi?' tereddütünün ardından, koşuyorum. 80 saniye kazandım!

Üniversitenin durağında tren bekleyen kalabalığa neşeyle müzik yapan gençlere kulak kesildiğim gün, sol yanımdan gelen sese döndüğümde elime tutuşturulan broşürdeki sokağı tahmin etmeye çalışıyorum. Evet burası olmalı... Burası olmalıdan vazgeçip bir sonraki sokağa girmeye karar veriyorum. O sokakta olmadığını biliyorum. Küçük mekanlı, çiçek balkonlu, deniz kokulu, parke taşlı sokaklarda yürümeyi seviyorum. Sahile inip doğru sokağa bu sefer altan giriyorum. Tamam burası! Avangart Sanat.

Dar koridorun solundaki sahne yazan aralık ve ışıkları sönük kapıdan kırmızı koltukları görüyorum. Saklı bahçesi pencerelerinden taşan kafe bölümünü sıcak ve samimi buluyorum. Güler yüzlü bir genç "Hoş geldiniz," diyor. "Merak ettim." diyorum. Oturmamı teklif ederken ekliyor: "Çay içer misiniz?"

Yaptığı işten duyduğu heyecan, bu heyecandaki umut, bu umuttaki sevinç yüzüne pek yakışıyor. Vaktim olmadığını, sinemaya gideceğimi, sonra uğrayacağımı ve bir oyunlarını izleyeceğimi, hatta bunu yazacağımı söylüyorum. Beni geçirirken gururla sahneyi gösteriyor; el emeği göz yordamı yaratımıyla ilgili sözler ediyor. Heyecanındaki tonu seviyorum. Bir takım 'pazarlama' önerilerinde bulunuyorum, tanıtımları için katkı yapacağımı, bir blogum olduğunu söylüyorum. Sohbetin içinde bir yere sıkıştırdığı 'Sanatın pazarlaması olmaz' cümlesinden bu konudaki çekingen tavrını hissediyorum. Gülüyorum. Cumartesi akşamı son kez sahnelenecek oyunları için bilet alıyorum. O "Bir kişi mi?" diye sorarken bir şey farkediyorum ve evet diyorum. Farkettiğim ve kendime ait bu duruma tebessüm ediyorum. Soyundukları işin gönülden sevmek gerektirdiğini -baştan- kabul ettiğim bu uğraşı diğer övgü sözcüklerimle çoğaltırken, aslında duruma uygun kelimeyi bulamadığımı belirten bir cümle kurup mekandan çıkıyorum. Dar sokakta yürüyüp deniz kenarına iniyorum.

Balık lokantalarının ve Meksika etkileri taşıyan görüntüsünü beğendiğim ama henüz gitmediğim bir pub'ın önünden geçerken, yaşadığım kentin sunduğu olanaklara seviniyorum. Bir kamu kuruluşunun kampıyken halkın kullanımına açılan yeşil alanın önünden geçip, konumu itibariyle ülkenin en güzellerinden biri olduğunu düşündüğüm AVM'ye geliyorum. Kontrol noktasından geçerken cebimdeki metalleri masaya bırakışıma teşekkür eden genç kızın hoş geldiniz tebessümüne, tebessüm ediyorum.

Önce, Mudo ve Koton'a girip mussano için bir şeyler bakmayı düşünüyorum; fakat saat kaç oldu bilmiyorum. Öğrenmem gerekli!.. Oley! Durumu anlatan cümleyi buldum: "Karpuz kabuğundan gemi yapmak". Filme yazdığım yorumdaki anımı hatırlıyorum. Durumun benzeşliğini göz önüne aldığımda tanımın mekana yakıştığını kabul ediyorum.

Sinema katına çıkıyorum. Kartımı kiosktan geçirip biletimi alıyorum. Garip belki... ama ben bu işlemi de seviyorum. Saat 2'ye yirmi var! Hımmm... Bu bana 35 dakika sağlıyor. Önce mağazaları mı gezsem, yoksa bir şeyler mi atıştırsam? Neredeyse her gecesi mangal yakılan yaz sofralarında aldığım kiloların ikisi gitti üçü kaldı. O zaman, atladığım öğünü sıcak çikolata ile telafi edebilirim.

-Bir sıcak çikolata lütfen!

Elimde tepsi balkona çıkıyorum. Güneş denize vuruyor. Yüksek bir geminin güvertesinde ve uçsuz bucaksız bir denizdeyim. Usul bir rüzgar yanağımı öpüyor. Oturduğum "Mc Donald's"ın, manzara açısından dünyadaki en iyilerden biri olduğunu düşünüyorum. Karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren iskele görüş açımda... Dudaklarım ıssız.

Çikolata her hücreme sıcağını bırakmaya devam ederken; önce D&R'da bir tur atıyor, sonra sinemaya giriyorum. 10 dakikam var! Fuayedeki koltuklardan birine oturuyorum. Yanımdaki salonda film arası. Bir küçük kız ve bir küçük oğlan çıkıyor. İkisi de cıvıl cıvıl. Sarışın kadın tebessümle yanaşıyor. Çocuklar patlamış mısır istiyorlar. Onlara bakan gözlerim tebessüm ediyor. Şarışın kadın patlamış mısırları almaya giderken, tebessümlerimiz eşleşiyor. Uzun kelimelerin yerini gülüşlerimiz alıyor.

Merdivenlerdeyim. Önümden genç bir çift yürüyor. Oğlanın elinden bir şey düşüyor. Farkedip uyarıyorum. Henüz onlarla yan yana oturacağımızı, sonra onların benim arka sırama geçeceklerini, konuşmalarına müdahale etme isteği yaşayacağımı ama bundan vazgeçeceğimi bilmiyorum. Film başlamak üzere... Biraz kaykılıyorum, başımı koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne atıyorum. Salonun kapısı hala açık...

Gelecek Program: Film Hissiyat ve Gün

*bizim evin önü

15 Ekim 2011 Cumartesi

Film Gün ve Hissiyat

Geceden yağan yağmurun soğuttuğu bir sabah... Kızılırmak Deltasındaki cennete göç eden kuşların konaklama alanlarından birinden, artık kuş ve ağaç sesleri yerine; testere, demiri kesen pense, kalıba dökülen beton, yerde sürüklenen demir ve çivinin ensesindeki çekiçin sesleri geliyor. Tüm bu sesleri uzağa koymak ve yoğunlaşmak için müzik gerekli. An itibariyle düşünmekteyim; bugüne, bu yazıya ve önceki günden aktaracaklarıma ne yakışır diye...

Öyle bir müzik olmalı ki; bu soğuk, kamyon sesli, ıslak ama yine de güzel günde bana gaz olsun. Madrugada ile Madeleiene Peyroux arasında gidip geliyorum. Lyambiko geçiyor aklımdan... ama onla iki gece önceyi paylaşmıştık; üç shot Zubrowka ve bir shot Lubelska eşliğinde...

Hala bir karar veremedim. Bir yandan da kahve saatimi bekliyorum. 23 dakikam var. Kararım kesin: Kahve, pencereden giren deniz ve toprağa bulaşmış yağmur kokusunu müzikle çoğaltacağım.

Sonunda, her dinlediğimde gaz pedalını dibe vurdurmama neden olan Chris Rea'da karar kılıyorum. Doğru seçim! Baba ne zaman jazee Blue dese, ben kendimi şehrin dışına atar, km saati tırmanırken, bakabildiğim son nokta 205 olur... du.

İki önceki gün:

Geceyi benle geçiren tırtılı kışlık diye tanımladığı eve bırakıp dönerken, üniversitenin durağında tren bekleyen kalabalığa neşeyle müzik yapan gençlere kulak kesiliyorum. O esnada, sol yanımdan gelen sese dönüyorum ve elime bir broşür tutturuluyor. Evet! Oyundan haberdardım ve küçücük afişini geçen yıl bizim mahalledeki duraklar ve elektrik direklerinde görmüştüm. Bu kez elimdeki broşürü iyice inceliyorum ve zaten geçen yıldan beri aklımda olan mekanla tanışmaya karar veriyorum. Soyundukları işin ne kadar meşakkatli olduğunu biliyorum. Böyle bir mekan açmaya cesaret edenleri takdir ede ede eve geliyorum.

Gün akşam ve hava karanlık, pencereyi açıyorum, denizi eve dolduruyorum. Madrugada'nın albümünü koyuyorum. Sıra ona geldiğinde üç kez şarkıyı başa alıyorum, hatta birinde iki hoparlörün dibine ve tam ortalarına oturuyorum. Sırtımı bu kez, çektiğim koltuğa veriyorum. Öyle dinliyorum. Derin ve etkileyen sesiyle her şarkıyı sahne sahne yaşatan, dünyadaki vokallerin çok çok iyilerinden biri olduğunu düşündüğüm Sivert Høyem'in bir cümlesinde asılı kalıyorum. O esnada klibini bulup bloga koymaya karar veriyorum. Sonra bu karardan vazgeçiyorum ve onu Mahala Rai Banda'nın Ghetto Blasters albümü ile değiştirip huzura eriyorum. Gece Lyambiko eşliğinde devam ediyor.

Hafta başından beri sinemaya gitme ve iyi bir film izleme fikrim var. Bu arzuyla My Bilet.com'daki hesabıma giriyorum. Seçtiğim filmi tıklıyorum; seansı seçiyorum, kredi kartı bilgilerimi giriyorum. Onaylamam istendiği anda vazgeçiyorum. Siteden çıkıyorum. Hayra yoruyorum, bıyık ucu tebessümüme takılı kalıyorum. Niyetime, bir ziyaret planı da ekleyerek perşembe günü saat 14.15'i koyuyorum.

İki önceki günden sonraki gün:

Bembeyaz bir gün. Beyaz sayfa açmak diye tanımlanan bir günün sabahı... mail'lerime bakıyorum. SDOB'dan gelen mail'e gülümsüyorum. İnce ifadelerle bir teşekkür ve bir hatırlatma. Hatırlatma kısmına hınzır bir tebessüm koyup, bir yanıt yazıyorum. Yazılarıma verilen değere seviniyorum. Gülümsememin neye olduğunu kendime saklayıp, yazmıyorum.

Bugün uzun bir aradan sonra ilk kez sinemaya gidilecek. Yalnız ve kimsesiz!

En zevkle yaptığım şeylerden birini yapmak için klavyenin başına geçiyorum. Net üzerinden bilet almaya bayılıyorum; eğlenceli ve heyecanlı buluyorum ama sebebini bilmiyorum. Üzerine uzun uzun düşünmeli, "bileti net üzerinden almanın tadı" diye bir yazı yazmalıyım. Elimde kahve kokusu, ritüel tadı bir keyifle My Bilet com.daki hesabıma giriyorum. Mekanlarımdan sinemayı seçiyorum. Salon bomboş, seçim şansım sınırsız. Üstelik seçtiğim film Salon 1' de; şehrin sinemalarındaki en sevdiğim üç salondan biri. Önü koridor olan, bacaklarımı yayabileceğim sıranın en ortasındaki koltuğu seçiyorum. Kredi kartı bilgilerimi giriyorum. Onaylamam isteniyor. Tereddütsüz bir coşku, heyecan ve arzuyla onaylıyorum. Şapşahane bir keyif, hain gülümsememin kenarından en lezzetiyle akarken; uzun düşünüşler, adlandırmalar, kararlar, anılarla çoğaltacağım biletimin çıktısını alıyorum.

Antrakt...

Gün Film ve Hissiyat

14 Ekim 2011 Cuma

Paris'de Gece Yarısı- Fragman!

Şu buraneros, hani şu yazıları yazan kişi; şimdi gelecek, klavyenin başına oturacak, cümlelerine başka başka anlar yerleştirip, lafı dolandıra dolandıra, pragmatizmden uzak, 'beğendiysen beğendim de kardeşim!' tavrı takınmadan, benim gibi net ifadelerle kısa yoldan anlatmak yerine, aslında özü şu olan uzun cümleyi kuracak: "Hayatımda gördüğüm en muhteşem final sahnelerinden biriydi bu..."

Owen Wilson'ın oynadığı Gil karakterinin altını çizecek, onun hayata bakışına, duruşuna, mizahla tatlandırılmış bu tavrı sevdiğine vurgu yapacak... ve filmin geneline hakim olan duygusu da şu olacak: "Bayıldım bu filme..."

Ve muhtemelen, hatta muhtemelen değil kesin: İçinde bulunduğu konjonktür birebir aynısı olmasa da, başka bir evreye geçiş sürecinde izlediği bu filmi, hissiyatını, aldığı keyfi; başka koşullar altında başka duygularla izlediği, ama detoks etkisi aynı olan
bir başka film ve günle eşleyerek, ve beğenilerinin altını sıklıkla çizerek , özü şu olan cümleyle tanımlayacak: "Cahil Perileri izlerken aldığım tat ve günle bu filmden aldığım tat aynıydı."

Filmi tazeliğinden dolayı top 50 listesinde standart bir yere oturtamamış olsa da, çok iyi bir deneme yazısı tadındaki bu filmin listesinde yer aldığını, ve bu filmi çok sevdiğini, bu kısa anın bıraktığı lezzetin zamanda ve onun içinde daha da çoğalacağını, tüm bu anları bu blogdaki yazılardan birine düşülmüş bir yorumdan aldığı derin ve öz bir cümleyle, o cümlenin açılımlarına ve yağmura sıklıkla vurgu yaparak; ben gibi "Güzel bir gün yaşadım." demek yerine, ballandırarak anlatacağını bir hissiyatım olarak özellikle belirtmek isterim.

Saygılarımla...

o klavyeyi elinden almadan tüyen ve adamını iyi tanıyan pragmatik kişi


Gelecek Program: Film, Gün ve Hissiyat

BU FİLMLE İLGİLİ ÇOK GÜZEL VE AYRINTILI BİR ANALİZ OKUMAK İSTERSENİZ BURADAN LÜTFEN

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP