29 Ağustos 2011 Pazartesi

Vezirköprü Üzerinden Trip'e Devam

Öncesi

Cilayı bir sonraya bırakıp, kavurmalı yumurta üzerinden laf çakmalara da duyarsız kalmaksızın yeniden koyulduk yola. Hedef Vezirköprü idi. Elin oğlu bir tek taş için dünyanın öbür ucuna giderken, bizim, burnumuzun dibindeki geçmişe neden uzak kaldığımız üzerine düşünceler ürettik. Neden okullardan yakın çevreye sıklıkla ve daha çok öğretmen tarafından turlar düzenlenip gezi ve beraberinde tarihe, tarihsel varlıklara sahip çıkma bilinci geliştirilmez üzerine sorgulamalarla Vezirköprü'ye vardık. Lezzetin her geçen dakika çoğaldığı ve daha hissedilir olduğu menemenin verdiği keyifle süreç içinde, klimaya ve arabanın içindeki iklimsel koşulların olumsuzluğuna pek takılmadık. Ancak arabadan inip kardeşi sanayi sitesine müşteri ziyaretine uğurladıktan sonra üzerimizdekileri azaltmamızdan anlıyorum ki, yeni iklim koşulları bizde alışkanlık yapmıştı. Yok yok, hayır, hava gölgede epey serindi.

Vezirköprü'ye gelip de adına yapılmış parktaki heykeline selam çakmamak olmazdı.Tarihin önemli sadrazamlarından Köprülü Mehmet Paşa aynı zamanda önemli makamlara gelmiş hemşehrilerin kendi yörelerine yaptıkları katkıların güzel de bir örneğiydi. Belki de Vezirköprü'nün önemli ana arterlerden birinin üzerinde yer almamış olması korumuştu eserleri. Tüm belkilere rağmen halkın duyarlılığı da hissediliyordu.


İlçe ilginç. Modern binaların baskın çıktığı alanlardan uzaklaştığınız andan itibaren zamanın geri sardığını ve başka bir yüzyıla ışınlandığınızı hissedebiliyorsunuz.


Elbette geçmişten kalmış eserlere el atarak onlara işlevsellik kazandırıp güncel kullanıma sunan insanlara da saygı duyuyorsunuz.


Mesela burası 1622 yılında Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış bir medrese. İçinde, ülkenin muhafazakar iktidarının oluşturduğu önyargılara rağmen geniş bir yelpazede, tanıdığınız ve sevdiğiniz yazarların, düşünürlerin kitaplarını da barındırıyor olması, mekanla kurduğunuz ilişkiyi ve ilçeye duyduğunuz sıcaklığı katmerliyor.


Okulların açık olduğu dönemlerde, kütüphane olarak kullanılan medresenin geniş koridorlarına yerleştirilmiş çok sayıdaki bilgisayarı ücretsiz kullanabilen öğrencileri görmek sevindiriyor insanı. İlçenin yöneticilerine duyduğunuz saygıyı artırıyor.


İlçenin zamanı durdurmuş çarşısında dolaşırken, tezgah yaptığı seyyar arabasında her türden bayramlık oyuncak, patlayıcı, mantar tabancası ve mantar bulunduran eski bayramlardan ışınlanmış bir satıcı ile karşılaşmak çok hoştu. Hemen, ailenin tüm çocukları(!) için seçilen tabancaların yanına, kutu kutu cephaneler eklendi. Fakat, yol boyunca tekrar tekrar hayıflanacağımız, pişmanlık ifadelerimizi sıklıkla tekrarlayacağımız üzere, tezgahın ve satıcının fotoğraflarının çekilip akıp giden zamana bırakılması ihmal edildi. Ancak bir tesellimiz var ki, bu türden dükkanların manyağı olan ben, zamanı durdurmuş bakkalı -bu kaçıncı gelişte- es geçmedim.


Aslında bu trip esnasında en çok istediğim: Şu bedestenin içindeki taş binada yer alan lokantanın fotoğraflarını çekmek, orada bir eski zaman keyfi yaşatmaktı sırıklara... Gelin görün ki ramazandı ve ilçe küçüktü.


Vezirköprü'de kardeşin bize verdiği süre iki saatti. Sürenin sonlarına yaklaşırken sırıklar aradı telefonunu ve tamamdır dediler bizim işimiz. Ağanın eli tutulmaz elbet; dedi ki bir yarım saat daha size... Bu yarım saati sokak aralarına ayırdık. Bu sokak aralarından birinde yer alan bir eski zaman hamamına gittik.


Hamamın dumanı üzerindeydi. Bir program yaptık, soğuk ve karlı bir kış günü için... Eski Taş Han'ın restorasyonu ile oluşturulmuş konaklama alanının eskilik kokan odalarında kalacaktık ve elbette bu hamamda terlemeye gönülden razıydık.


Kardeşten gelen "siz ilçenin çıkışına doğru yürüyün ben geliyorum" telefonunun ardından içecek bir şeyler almaya karar verdik. Yıllardır, bu güzergahı kullandığım iş seyahatlerindeki olmazsa olmazım; uzun minareli camisi olan benzinlikteki büfede içtiğim dünyanın en iyi soğutulmuş kolalarının eşdeğerlerini, ilçedeki Şok'ta bulmak hoştu. Elemanların yaklaşımındaki kalite ve iyiniyetle birlikte markaya takdirlerimizi sıklıkla ifade ederken, marka değerini de yüceltmeyi borç bildik. İyi soğutulmuş içecekler, nelere kadirdi yarabbim!

Elimizde torba ilçe çıkışına doğru yürürken ve aramızda dedikodu yaparken kardeşe telefon açıp, "Biz neredeyse vardık, Sinop girişinde bekleyelim seni" demeyi de ihmal etmedik. Hemen geliyordu da!


Yazı Sinop ile sonlanacak; Ayçiçeklerine bayılacaksınız , yola muhteşem manzaralar sunarak eşlik eden Kızılırmak ile ilgili fantazilerimizi bir duyan olacak belki! Yalı kahvelerinin manzarası, orada olma isteği yaratacak ve sanırım tatil planlarınıza eklemenize sebep olacaklar bu küçük kenti.



devamı için buradan lütfen...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Öylesine Bir Trip

Üç önceki akşam yemeğinde; "Yarın Vezirköprü, Durağan, Boyabat üzerinden Sinop-Gerze istikametine gideceğim." diyen amca/dayının, yani küçük kardeşin "İsterseniz siz de gelin," tonundaki davetkar sesine iki sırık "Okeydir." deyince, doğal olarak "davete" icabet ettim. Elbette benim gidebilmemin bir ön koşulu var: Araçta benim dışımda birilerinin olması... Bunun sebebi de kardeşin trafikteki kural dışı hareketlerine "kibarca" müdahale etmem ve çıkan tartışmaları da yine aynı "nezaketle, hiç laf sokmadan, karşıyı tahrik etmeden" uslubunca sürdürebilmem!

Yemekte malum kişi "Sabah en geç 7,5'da hareket, ona göre!" diyerek ultimatomu verince, masadaki herkesi geren bir durum hasıl oldu.

Bugüne kadar 3'ten önce yatağa girmeleri mümkün olmamış.. hazır kahvaltı masasına onları çağırmakla görevlendirilen ufaklıkların gelip gitmelerine "Tamam ya!" diyerek yanıt verip her seferinde uyumaya devam etmiş... Olaya müdahil olmak zorunda kalan büyüklerin: "Şuramıza kadar gelen öfkemiz hazır gelmişken geri göndermek olmaz" diyerek üzerlerine bir kova su dökmenin hafifliğini hissetmeye meylettiği her anda Çavuş'un-ki bu kişi anne/hala oluyor- son derece nazik, 9 şiddetindeki bağırtısıyla en erken 11'de uyanabilen iki sırığın nasıl kalkabileceği idi. Ancak sabah, şaşılacak bir biçimde zamanında kalkıp hazır olmalarıyla birlikte, amca/ dayı tarafından oluşturulması muhtemel terör de otomatik olarak ortadan kalkmış oldu.

Daha önceki yazılarda sıklıkla vurguladığım gibi ısı anlayışı mevsim normallerinden oldukça farklı olan kardeşin klima ayarlarına sessiz kalmak zorunda kalacağımızdan, kalın giyeceklerimizi de yanımıza alarak yola koyulduk. Daha ilk mola noktamıza varamadan da kışlıkları giydik. Bu esnada arkadaki sırıklardan gelen "Keşke botlarımızı da alsaymışız" serzenişlerine yürekten katıldım. "Olsun! Dışarı çıkınca ısınırız" tesellileri de ancak kısa bir süre için yeterli olabildi. Erken kalkmanın yorgunluğu üzerine çöken Alp'e Mussano'dan uyarı geldi: "Uyuma oğlum ölürsün!" Bu dakikadan yemek yemeyi planladığımız ilk mola yerine kadar iki kuzen sürekli birbirlerini kollamaya başladılar. Allaha şükür ki bu güzel yaz sabahında arabanın içindeki iklimsel koşullara yenik düşmeden, sağ salim -vazgeçilmez- mola yerimize vardık. Hayalleri akşamdan kurulmuştu ve umut olmadan yaşanamazdı!



Burası bizim üç kuşaktır geldiğimiz bir menemenci. Onlardan aldığımız tereyağlarına rağmen henüz aynı tadı yakalayamadık, o derece bir lezzet yani. En son gittiğimizde ortak kararımız lezzetin sırrının ocaktan geldiği idi. Şimdi eve propanlı ocak alma fikrini hayata geçirmek üzereyiz. İşin sırrının burada olduğu kanaatindeyiz, deneyip göreceğiz. Üç kuşaktır devam eden mekanın dış cephesinde büyük harflerle yer alan, biraz da öteki dükkanlara nispet yapar bir edayla göze sokulmuş, kendine özgü bir de "atasözü" var: "İyi yaparsan altın, kötü yaparsan nal toplarsın!"

Ankara'dan gelirken solda, Samsun'dan giderken sağda olan Çakallı'daki bu menemencinin adı İnanç Kardeşler, namı-diğer Muhtarın Yeri... Biz dört kişi, iki kişilik iki tava, kola ve çay söyledik. Domates, salatalık, zeytin ve turşudan oluşan tabaktan istemedik. Üzerinin cilasını da iki sırığın duyurmalarına rağmen yapmadık; süreçte devam edecek ve an itibariyle karar oluşturamadığımız Sinop Mantısı-Pizza ikilemi yüzünden. Cila kavurmalı yumurta oluyor ki, maaile gittiğimizde olayı brunch'a çevirip finali et ile yaptığımızı belirtmeden geçmiyeyim. Olur a, yolunuz bu taraflara düşerse boş geçmeyin.

Yazı Vezirköprü, Sinop hattıyla devam edecek; bir dondurmadan söz edeceğim ki sormayın gitsin! Benim gözümde konumu itibariyle dünyanın en güzel kütüphanesi ile de tanışacaksınız. Ve pizzasıyla ünlü bir mekanla...

devamı için buradan lütfen...



22 Ağustos 2011 Pazartesi

Dün Gece


Ayaklarımızı sarkıtarak, akıp giden zamana fotoğraflar çektik...

Yaramaz çocukların evden izinsiz telaşıyla ama zamana kayıtsız neşesiyle dondurmalar yedik...

Biz tam beş kişiydik: Karadut-böğürtlenli magnum, beyaz çikolatalı magnum, antepfıstıklı magnum, çilekli lungo, orman meyveli twister...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP