4 Ocak 2011 Salı

Bu Yazın Esprisi...

Eskiden beri uçaklara ilgimiz yoğundur. Bunda, çok küçük yaşlardayken bir yakınımızın eski havaalanında -haftada bir ya da iki kez sefer yapan uçakların bakımlarından, iniş kalkışlarından sorumlu olmasının... Bir çok pazar gününde, çok istediğimiz ve merak ettiğimiz için baba tarafından havaalanına götürülmemizin... Kuleye çıkıp o anda gelmekte olan uçakla yapılan konuşmaları dinleme olanağına sahip olmamızın etkisi çoktur.

Bizlerin büyüklerin, çocukların da bizim yerimizi aldığı bu aralar; ailenin kâbesi olarak tanımladığım evin üzerindeki hava koridorunu kullanan, Avrupa'dan Uzakdoğu'ya giden ve elbette o noktalardan batıya dönen uçakları izlerken içlerindeki hallere uydurduğumuz espriler, ufaklıkların "şunların bagajları bir açılsa da kolalar düşse" cümleleri çoğu yaz gecemize damgasını vurur, sonra o kolaların düşme hızlarıyla birlikte düşecek diğer yiyecek, içecekler üzerine bir sürü fantazi üretilir.

Özellikle istanbul ve Ankara istikametinden gelen uçaklar dağdan hemen sonra iyice alçalarak, evin sol ya da sağ tarafından geçip deniz ulaşırlar. Deniz seviyesine geldikleri ve havaalanına kadar onun üzerinde devam edecekleri için, geçiş esnasındaki hızları oldukça düşük ve yükseklikleri çok yakındır bize... Tam anlamıyla süzülürler. Özelikle gece görüntüleri muhteşemdir.

Üç yıl önce evin arka bahçesine kurunca büyükçe bir havuz... Ve bu havuz (portatif olması sebebiyle) çekince ilgisini pekçok kişinin... Kaçınılmaz bir şekilde, havuz geyikleri de başladı bizde. Kalabalık pek çok masada, o anlarda geçen uçakları kastederek "bunlar havuzu göstermek için özellikle burayı tercih ediyorlar ve biletleri daha pahalı satıyorlar..."

Ya da;

THY dışındaki uçaklar yolu kısaltmak maksadıyla daha erken kıvrıldıkları için, üzerimizden geçerken hafif sağa yattıklarında "soldaki yolcular havuzu görebilmek için yine ayağa kalkıp sağ pencereye yığıldılar " benzeri pek çok espri ve o esprilerin parodisini yaparız.

Bu yaz, okuyucuya geçip geçmeyeceğinde emin olamadığım ama o anı tüm jest ve mimikleriyle yaşayan bizleri, Mussano'nun kendine has uslubuyla ortaya bıraktığı bir bomba dakikalarca gülmekten kırıp geçirmişti. Bunu hep birlikte yazın esprisi seçmiştik. Yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt geçirdiğim bu hali, ailenin tarihine bir not düşmek adına, anı yaşayanların hatırlayıp da gülmesi için yazmaya karar verdim.

Yine bir kahvaltı sabahında uçak dağın üzerinden süzülüp tam üzerimizden geçerken aynı espriye başlamıştım ki, Mussano'nun uçakta pilotun yolculara yaptığı anonsu kasteden cümlesi geldi: " Aşağıda, üç yıldır aynı espriyi yapan adam var, şimdi onu izliyoruz"

Hazır uçaklardan söz etmişken, olur ya bizim gibi yıllarca yukarıdan geçen uçakların telsiz konuşmalarını dinlemeyi merak etmiş birileri çıkabilir. Onlar için geçenlerde bulduğum bir sitenin adresini vereyim hemen... Siteye girdiğinizde İstanbul Atatürk Havalimanının uçaklarla yaptığı konuşmaları dinleyebiliyor, harita üzerindeki uçakları takip edebiliyorsunuz. Uçakların üzerini tıkladığınızda, nereden gelip nereye gittikleri, hangi havayoluna ait oldukları, hızları, yükseklikleri hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Hatta biz bir oyun icad ettik... "O anki konuşmanın yapıldığı uçağı ilk kim bulacak" oyunu... Site sayesinde sevdiklerinizin uçaklarını takip etme olanağınız da var. Meraklısı için buradan lütfen

Görsel: Ön taraftaki Nar ile çok yüksekten ve uzağa giden bir uçak

31 Aralık 2010 Cuma

Yeni Yıl Konseri: O ne şenlikdi Allahım!

Bu şehirde yaşıyor olduğuma bir kez daha şükrettiğim şahane bir akşamdı. Aslında tüm konser boyunca, geceyi hangi kelimelerle yansıtabileceğimi düşünmüştüm. Bir sürü kelime içinden en çok "muhteşem"in, dünkü güzellikleri gerektiği gibi yansıtabileceğini sanmıştım. Gecenin her saniyesinde iç sesim, diken diken olup sürekli aynı nidaları atsa da, yine de sözcüğü ortamı anlatabilmek için yeterli bulamamıştım.

Geceyi anlatabilecek bir sözcük arıyordum. Yoktu...

Evet! Geceyi, dün gecede hissettiklerimi, tanıklıklarımı anlatabilecek, geceyle eşleyebileceğim bir sözcük benim lugatımda, dili kullanabilme becerilerim içinde yoktu. Çaresizdim...

Bu sabah dahi, Bitsy ile geleneksel sabah ritüelimiz süreci boyunca, dudağımın kenarındaki gülümsemeye yerleşmiş olan kocaman bir mutluluk, kocaman bir umuttu.. Dün geceki konserin her bir saniyesini yeniden yaşıyor, yaşadığım kentle benim, hatta ailemin tüm fertlerinin kurduğu bağ, ve yeri tartışılmaz sadakat üzerine düşünüyordum.

Evet! Biz bu şehirde yaşamayı çok ama çok seviyoruz. Oysa ki köklerimiz, kökenimiz bu şehirden değil...

Ata topraklarına yaptığımız yolculuklardaki mutluluğumuzun, gittiğimiz farklı farklı kentlerin tadlarının dibine vurmamızın temel sebebi, tıpkı şairin dediği gibi, buraya döneceğimizi biliyor olmak...

İnanın kelimelerle oynamayı bu kadar seven ben bile bu bağı, Samsun Devlet Opera ve Bale'sinin bu şehire kattıklarını, onu nasıl çoğalttıklarını anlatmayı beceremiyorum. Şu anki duygularım; derli toplu, kısa ve öz bir yazı olsun çabalarım nedeniyle önüne koymaya çalıştığım tüm setlerimi yıkıp geçiyor; tüm direnç noktalarım bir bir yıkılıyor. Bir konser yazısı yazma niyetiyle oturduğum klavyenin başında, hangi anı, hangi anın önüne koyacağımın şaşkınlığını yaşıyorum. Dün geceki muhteşem coşkuyu, şahane katılımcılığı, esprili sahneleri, her biri birbirini tamamlayan bir sürü güzel anı anlatabilmek arzusu yüzünden, kendimi tanıyamadığım kadar anormal ama aynı zamanda son derece coşkulu, şapşaşkın bir karmaşa içindeyim. Tüm duygularım aklımla, duvardan duvara çarpan ateşli bir oynaşmanın engellenemez, lezzetli, bi o kadar ahlaksız, en terlemiş, en çoşkun anlarını yaşıyor. Bir türlü toparlayamıyorum yazıyı... Öylesine muhteşem bir tad ki bedenimin her hücresini sarıp sarmalayan...

Emin olun, dün akşamın, yani şahane akşamın; o salonda bulunan -istisnasız- herkese yaşatığı lezzet ile o salonda bulunanların yüreklerinden çıkıp havada uçuşan, sonra birbiriyle buluşup kollektif bir haza ulaşan duyguları üzerine bir yazar; içinde sevinçler, coşkular, kahkahalar olan kocaman bir roman yazabilir. İnanın birisi de o romanı alıp, kamerayı konser salonundan hiç çıkarmaksızın, Brezilya dizilerinin ruhuna rahmet okutacak uzunlukta bir seri çıkarabilir. Ve bir kez daha inanın, o anları hiç yaşamamış, konser salonlarında hiç bulunmamış, klasik müziğe son derece uzak, en ücralardan bir televizyon izleyicisi bile dizisini izlerken, çayını höpürtedip, keyiften göbeğini kaşıyabilir...

Şimdi siz, bu yazıya bir şekilde ulaşıp da okuyanlar, belki de sanıyorsun ki müthiş bir tarafgirlik ve abartı var şuraya dökülen hissiyatımda... Ahh şu an ve dün gece, o muhteşem anları yaşarken içimden geçenlerin ne olduğunu bir bilseniz! Ya da ufacık da olsa bir kamera kaydını koyabilseydim şuraya, beni anlardınız.

Dün, onca konser izlemiş ben en çok; tanıdığım, sevdiğim her insanı ellerinden tutup getirmek, o salondaki şahaneliğe tanıklık ettirmek istedim. Şimdi tüm bu satırları yazarken bile öyle bir coşku var ki içimde, tarifi olanaksız.

Evet bir süredir yeniyıl 2011'i öteki yıllardan daha farklı bir heyecanla bekliyorum. Hayatımda bir yılbaşında ilk kez tüm zamanlarımdakinden daha coşkuluyum. İçimde, yeni yılla ilgili tarifsiz sevinçler var. Ve biliyorum ki; eğer ölümler ya da çaresiz hastalıklar olmazsa, benim ve kocaman ailem için şahane bir yıl olacak...

Evet bu yılbaşı, üç yakışıklı delikanlımız, üç üniversiteli sırığımız aramızda yoklar... Onlar bi başka şehirde biraya gelip kutlayacaklar yılbaşını... Biliyorum ki kızlar yine etraflarında pervane olacak... Ve çok iyi biliyorum ki; biz gerçekten bir birinin keyiflerinden, neşelerinden beslenen de bir aileyiz. Bu akşam ki masamızdaki sohbette en çok onları konuşacağız. İt duruşlarına tebessüm edip genç heyecanlarını okşayacağız. Hatta Facebook sayfalarına koyacakları fotoğraflarına, ailemizden face kullanan bazı büyükler " Maaşallah 3 silahşörler gibisiniz" benzeri yorumlar yazacaklar.

Sanmayın ki ben bu kadar yoğun duygular, umutlar, heyecanlarla abarttım konseri...

Evet! Konser gelecek güzel yılın müjdecisi, işaret fişeği gibiydi.

Evet! Ana yemeğin güzelliğini sinyalleyen şahane bir antreydi.

Evet! En küçük hücreme kadar hissediyorum ki şahane bir yemek önümüzde ve ona yıllarla biriktirilmiş, şapşahane bir şarap eşlik edecek...

Dilerim herkese; mutlu, ama çok çok mutlu, içinde bir sürü bonusun saklı olduğu, yollarınızın o bonuslarla kesiştiği, güleryüzlü, yeni, yepyeni bir yıl... Kutlu olsun efendim, gelip yazılarınıza yorumlar bırakamasak da hepinizi-tüm samimiyetimle söylüyorum ki- çok ama çok seviyoruz.

Haa! Konserin kendisi tabi ki tüm ayrıntılarıyla; kahkahalı anları, sürprizleri, romantizmi ve konseri birlikte izlediğimiz Tırtıl'ın incileriyle birlikte yarına yazılacak...

Valla...

Söz:))

28 Aralık 2010 Salı

Yakınlık!

Epeyidir ne yazı yazıyorum ne de herhangi bir yere yorum... Belki de tüm kelimelerimi birisi için-canlı canlı-harcamışımdır, harcıyorumdur, kimbilir? Ama bugün hayata, sanki daha başka bakmaya başladım. Huzurlu ve keyifli... Sanki gelecek yılın kaymaklı dondurmasını şimdiden yiyen bir mirasyediyim. O hain gülümsemem hiç terk etmiyor beni... Yüreğim olduğundan daha it, kıpırtılı ve sımsıcak... Sanki bir uçan halının hafifliğine yolcuyum.

Hazır yakalamışken bu ruh halini, yazıvereyim dedim şu yazıya bir yorum. Sonra vazgeçtim ve tüm kelimelerimi alıp buraya getirdim.

Okuduğum yazının başlığı "Uzaktan Sevmek mi..."

Uzaklık, sanki başka başka anlamlar yüklenebilecek, farklı yüreklerde, farklı kelimeler hatta başka başka duygularla yakınlıkla eş anlamlı hale getirilebilecek kocaman bir sözcüktür benim için.

Bahsi geçen yazıyı bugün bir kez daha okurken güldüm, sevindim, kanım ona kaynadı! Neden o yazının yayınlandığı gün değil de bugün yorum yazmak istediğim ise izaha ihtiyaç duyan bir durum sanki... Sanki üzerine bir sürü insan hali yazılabilecek sipper bir konu bu... bi düşünelim bakalım!

Bugün aslında, bir kağıda, tıpkı eski günlerdeki gibi kalem kullanarak uzunca bir mektup yazmak istemiştim. Hatta kağıdın ucunu yakıp öyle koyacaktım zarfına... Dün tren koltuğundan akıp giden zamana, sonrasında bir otobüsün penceresinden yarına bakarken hep bu mektubu düşünmüştüm. İçine yazacaklarım ve kullanacağım dil, eski kelimeleri de pekala kullanabilen yeniyetme bir delikanlı şımarıklığında olacaktı. Postaneye gidişimi, ona pul yapıştırışımı, nereye atacağımı bilememenin şaşkınlığını bile düşünmüştüm. Alanın okurken ki yüzünü görmüştüm. Paylaşırken ki keyfini de...

Şimdilik bu kadar deyip; mektup, yorum, yazı karışımı bu posta son vereyim, yanlış bir kelam edip de postu deldirmeden! Ya da biri klavyeye dur desin... mesela ben!

Bi gün şöyle bir şey yazmıştım, çok ama çok keyifli bir yolculuğun dönüşünde: "Özlemek, tek tek de çok anlamlı olan, ya da anlamlar yüklenen bir çok duygunun hepsidir. Özlemek bir uzaklık ifadesi gibi görünse de aslında dibinde olmaktır. Hatta içinde..."

Yine sipper bir yolculuktan dönemedim! Hala bir tren garında, bir otobüsün koltuğunda yüreğime yaslanmış saçların kokusunda, gecenin en yarısında hafif ıslanmış asfaltın parlağında, içinden geçilen görünmez kentlerimizin ışığında, trenin barında iki yeniyetme kızkardeşle parlattığımız sohbette, şahane bir parkın ıssız kahvaltısında, dergilerden fırlamış da oraya konuşlanmış sanılası salonda mumlar ve müzikle harmanlanmış yiyeceklerin, biraların hiç uyanmak istemediğim rüyasındayım. Gördürenin yüreğine sağlık! Haa bi de janjanlı var ki; o bugüne kadar tanıdıklarımın tümünden farklı, bir kendine münhasır şahsiyet. Ve kendileri başlı başına bir yazı konusu! Sakarya'dan geçiyorum şimdilik. "Ebegümeci"nin keyfini ise bekletiyorum.



Ve farkındayım ki bir süredir yapmakta olduğum yolculuklardan hiçbirini diğerinin önüne koyamıyorum. Şapşahane bir keyif, hain gülümsememin kenarından, en lezzetiyle akıyor.

İyi ki...

*Ebegümeci şahane bir kremalı pastaya benim tarafımdan takılmış addır. Kastedilen Sakarya Ankara'dakidir
Fotoğraf: Kapının oralarda bi yer

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP