11 Aralık 2009 Cuma

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 3

...
Kendi şehrinde, askeri hastanede yattığı günlerden birinin öğle üzeriydi. O gün, şehirde görevli akrabaları bir albay ve şehrin diğer komutanları hastaneyi ve yatan askerleri ziyarete gelmişlerdi. Albay onun yatağının yanında ayakta, o da yatağının içinde doğrulmuş sohbet ediyorlardı. Bir bayram arifesiydi ve dışarıda serseri bir bahar vardı. Karşıdaki sigara fabrikasından, makinelerin ahenkli sesleriyle işçi kadınların mahalleli konuşmaları geliyordu. Keskin bir tütün kokusu sarmıştı ortalığı... Bayram alışverişine çıkmış insanların coşkulu telaşları sokağa yayılmış satıcıların çağırtkan bağırışlarıyla arabaların motor seslerine karışıyor, iki taraflı yüksek binaların daracık bir vadi yarattığı küçük caddede alabildiğine neşe yankılanıyordu. Havanın keyfiyle martılar denizin kokusunu yanlarına almış, hastanenin bahçesinden çatısına, oradan karşıdaki Tekel binasına uçan tütün kokusuna sarhoş güvercinleri ziyarete gelmişlerdi. O ise dışarıdaki hareketliliğe aksi bir sessizliğe teslimdi. Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve kız arkadaşı gelmemişler miydi? Kesmemişti!.. O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu.

F amcasıyla rahatsızlığının durumu, o akşam taburcu olacağı üzerine konuşurken her güzel şeyi fark eden gözleri kapıya kaydı. O ulu adam da bu anı yakaladı. Yumuşak ve sevgi dolu bir yüzdeki, odayı usulca tarayan, aradığı kişiyi bulunca parlayan yeşil iki gözle göz göze geldi. İçinde kopan ve şükreden bir ibadet rüzgârıyla koşmak istedi. Ruhu koştu, sarıldı; bedenini beklemeden. Bedeni yatakta oturmuş, etrafı unutmuş, kimseyi görmez bir coşkuyla 'ona' koşan ruhuna bakıyordu. Yatağın yanı başındaki ulu adam durumu hemen kavradı. Şefkatli, onaylayan bir bakışla kapıda duran genç kadını çağırdı, diğer komutanları sessizce koğuştan çıkararak... Bedeni; onun açık kumral, parlak, kulaklarının üstünden içe doğru taranmış, yürüdükçe havalanan, özenle taranmış şık saçlarıyla sanki birazdan haberleri sunacak spiker makyajındaki sade şıklığını, iyi haberin yüzde yaratığı tebessümle sevdi. Güven dolu adımlarla, göğsünü gere gere yürüyüşünü, sindire sindire ve kalbine kazıyarak izledi. Yavaşça yatağın kenarına ilişti genç kadın, ona koşan ruhu ait olduğu bedene yerleştirerek. Olağanüstü bir kadın kokusuyla aydınlandı ortalık. Dışarıdaki bütün sesler, bir şarkının notaları olarak doluştular odaya. Bütün martılar, bütün güvercinler, bu kez serçeleri de yanlarına alarak sigara fabrikasının çatısından, muzırca anlamlar yükledikleri gülüşleriyle bu ana tanıklık ettiler. Zaman akmayı bırakıp, kare kare anın fotoğraflarını çekti. Genç kadın elini uzatıp, ruhuyla buluşan yanağa sıcacık bir yürek koydu. O dağıldı.

Zamana yalvardı: "Biraz daha!"

Zaman durmayı bıraktı. Bu kadar kıyak yeter deyip, akmaya başladı. Bir süre sonra da çekti gitti, güzel olan her şeyi yanına alarak. Aslında o gün ve bayram süresince onların evinde kalabilirdi. Herkesin saygı duyacağı kadar güzeldi. Onun hayatına müdahale etmeyecek kadar dosttu. Zaten sesizce, zedelemeden çıkıp gitmemişler miydi hayatlarından; birbirlerini hayata salarak......4.Bölüm

10 Aralık 2009 Perşembe

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 4

...
Kentten gelip geçmiş binlerce kültürün, aşktan, tutkudan, yürekten izler bıraktığı sokaklarında gezerken harabe bir konağın ırmağa bakan duvarına oturmuş, bacaklarını ırmağa doğru sarkıtmış, karşı dağlardaki Ferhat'la Şirin'in aşklarının izlerine bakıp, Fuzuli'nin sevgiliye kavuşmama felsefesini konuşuyorlardı. Ve konuştukları her konunun derinliklerinin onları bir ayrılığa sürükleyeceğini bilerek... Bilinmeyen, sadece bu sonu hangisinin getireceği idi. Kendinin getiremeyeceğini biliyordu. Aslında geçmişindeki ve o anındaki ilişkilerini ve bitirişlerini anlattığında teşhisi koymuştu öteki; "Veren taraftasın sen, uğurlayan olursun," demişti.

Karşısındakinin taşıyamıyacağını düşünürse kendi sıkıntı çekmeyi göze alabiliyordu, gönlünde, aklında bitirse bile ötekini önemsiyordu, dünyanın tüm yüküne sadece kendi karşı koyabilir sanıyordu, garip bir gözü pekliği ve başkalarına pek kıyamayan bir yüreği vardı. O, seven her kalbin karşısında hep ihtimali zorluyordu. ...5.Bölüm

9 Aralık 2009 Çarşamba

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 5

...
Tugaydan çıkıp binbaşıyı eve bıraktıktan sonra cipi park edip yukarı gazinoya doğru çıkmaya başladı. Arkadaşlarının bir kısmı izinde oldukları için, garson çocuklarla sohbet eder oradan da sinemaya giderim, diye düşünüyordu. İlişkisini onlara söylememişti. Racona ters düşerdi. Aslında saygı duyarlardı da derinliğini, nedenlerini ve farklılığını gözetmez, o yaşın duyguları ve davranış biçimleri üzerinden bakarak çeşit çeşit geyiklerle dalgalarını geçerlerdi. Belki de gizemi, onun romantik ve yakışıklı roller biçen hallerini sevdi. Yukarı, orduevine çıktığında hummalı bir telaş vardı. Bir hafta evvel üst binanın 12 Eylül paşalarına ayrılmış odasında müthiş bir doğum günü yapmışlardı ona. Bütün bir gün boyunca uyanamadığı bir gizlilikle hazırlanmışlardı geceye ve muhteşemdi her şey... Salona girdiğinde askerlerden oluşan orkestra prova tadında, aynı şarkının bazı bölümlerinde durup, sonra üzerine başka tınılar ekleyerek baştan alıp, aynı şarkıları farklı tatlarla çalıyorlardı. Prova yaptıklarını düşünerek; ''Hayrola çocuklar düğün mü var bu akşam?'' diye sordu. Düğün ya da başka bir etkinlik varsa sinemaya gitme fikrinden vazgeçebileceği ihtimalini düşünmüştü o anda. Saat; güneşin yüksek dağların arkasına çekilmeye başladığı, günün ışıklarını gecenin yakışıklı laciverdine terk etmeye hazırlandığı vakitteydi. ''Yok, hafta sonu kolordu komutanı toplantıya gelecekmiş, dolayısıyla akşamına protokolün de dahil olacağı büyük bir yemek var, ona prova yapıyoruz,'' yanıtı geldi ortaya sorulmuş soruya. Küçük bir şehir olduğu için, eğer bir etkinlik yoksa subaylar, aileleri hafta içlerinde pek yemeğe gelmezlerdi orduevine. Yalnızca, iyi içen daha doğrusu içmeyi ve yaşamayı bilen, çok da çekici bir karısı olan ordonatçı bir binbaşı zaman zaman karısıyla gelir, askerlerden oluşan orkestra da provaları varsa, ya da o isterse, onlara özel ve onların sevdiği şarkıları çalarlardı. Camın kenarında, eski kente bakan bir masaları vardı hikayenin O'sunun ve arkadaşlarının; eğer herhangi bir etkinlik için bir hazırlık yoksa o salonda, genellikle yemeklerini orada yer, yirmi yaşın tadında sohbetlerini, heyecanlarını, anılarını, hayallerini katarlardı içkilerinin yanına.

Salona girdiğinde kendi masalarının hazırlanmış olduğunu görünce, ’’Hayrola, çete izinde diye bizi satıp, masamızı başkasına mı açtınız köleler!’’ diye yüksekten bir sesle takıldı. Yanıt, sanki daha önceden hazırlanıp, derin dondurucuya gerektiğinde kullanılmak için atılmış gibi tez elden geldi: ''Yok sahip, 'E' binbaşı ve eşi yemeğe gelecekmiş, hazırlık ona...’’ Özellikle tugay komutanın muhafızı olan çete elemanı arkadaşı o gün orada olsa binbaşı falan dinlemez, şakadan da olsa ortalığı katardı birbirine ya, neyse!.. Tüm bu şakalaşmaların arasında, kendi kölesi yanaştı en şakadan hali ve en sevimli esprilerle bezenmiş en yalakalığıyla; ''Sahip iyi ve keyifli gördüm seni, bir şey yiyecek misin?'' Sonra, gaz veren bir edayla sırnaşarak ekledi; ''İbo gelirken Diren'in şaraplarından getirmiş açıyorum sana.'' O da, pusuya düşürüldüğünü henüz fark edemeyen av hayvanı salaklığıyla ve usulca bir saflıkla kafasına kaldırıp kölesine bakarak, ''Hadi ya! Hangisinden?'' diye sordu. ''Vadi... Keser mi abisi'' diye yanıtladı ötekisi ve ekledi, ''Sahip, binbaşı gelmeyecekmiş sen masanıza oturabilirsin.'' Sırıtkan köle, sırıtmaya devam ederek, genelde üzerine yapışmış ve olağanlık arz eden en fırlama haliyle ve şehrinin yerel ağzıyla geyikler yaparak devam etti; ''Karavanadan artan makarna var. Isıttırayım?''

Yüzü sahneye dönüktü ve bir yandan sahnedeki çocuklarla laflıyordu, bu yüzden ona yanıtsız kaldı. Orkestranın solisti, şehrin kızlarının gözdelerinden İbo'ya seslendi, "Şarap getirmişsin. Sağol! İbo'nun, sanki kurulmuş pusunun hiç ayrıdında değilmişçesine bir ifadeyle ve duraksayarak kurduğu, ''Lafımı olur tertip, afiyet olsun,'' cümlesine: elini kalbine götürerek, oldukça külhan bir "Eyvallah," çektiği anda, sol omuz başında biraz da karikatürize ederek sol koluna yerleştirdiği kıvamında bir peçete eşliğinde seremoni yapan kölesini fark etti. Oldukça iyi restoranlarda çalışmış, raconu çok iyi bilen köle önce şişeyi ve etiketini gösterdi. Sonra, son derece estetik hareketlerle -ve özellikle abartarak- esprilerini de ellerine ve yüzüne yükleyip durumu iyice anlamlandırarak şişeyi açıp, şişenin ağzını temizlemek için şarabın bir kısmını önce boş bir kadehe döktükten sonra tadım için, bir miktar şarabı da onun önündeki kadehe döktü. O da, onca espriye donuk bir şakayla ve sessiz kalarak cevap verip, hiç uzatmadan şarabından bir yudum aldı ve devamı için başıyla onayını verdi. Bütün itliği ile ''Önce hanımlara di mi sahip?'' diye sordu köle(!). Onun şakacı bir kızgınlıkla elini, ona vurmak için kaldırıp omuz başında duran kölesine döndüğündeki cümlesi sadece, ''Aman tanrım!'' olabildi. "Doğum günün kutlu olsun," diyen iki dudak yanağına, salondaki herkesin içini ısıtacak sıcaklıkta bir öpücük kondurdu. Öpücüğün sahibi karşısına oturdu, şaraplar dolduruldu. Orkestra, akşamları içmekten yorgun düştükleri anlarda, teybe koyup üst üste başa sararak dinlettiği; Çocukların, sevgililerinin, eşlerinin fotoğraflarını önlerine koyup onlarla sivilleşirken, özlemin göz yaşlarını o anda kurdukları iptidai siperlerine saklamaya çalıştıkları Tapılacak Kadınsın'ı çalıyordu. Onunsa, göz yaşları orduevinin camlarından taşıyor, her bir kayaya çarptıkça daha fazla çağlayarak aşağıda sakin sakin akan Kızılırmağa karışıyordu. Uzanıp ona dokunmak istiyor. Gücü kolunu kaldırmaya yetmiyordu. O, dokunduğunu biliyordu....6.Bölüm

Görsel: widelec.org

8 Aralık 2009 Salı

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 6

...

''Aşk bazen talepkardır, Ferhat’a dağları deldirecek kadar demiştik o gün di mi Cankuşum!''

O gün, Fuzuli'nin hiç bir karşı tavır, ego barındırmayan, hiçbir kazaya uğramayacak hayali aşkını sevmişlerdi. Cankuş! Ne garip, daha sonra başka bir sevgilinin ona kullandığı ifadeyi bir gün ona kullanacağından hiç söz etmemişlerdi. Zaman sonsuz bir deniz gibi uzanıyordu, sanki karşı kıyısı yokmuş gibi... Çok şey yaşamış insanların edasıyla konuşurlardı. Oysa ne kadar çok şey daha yaşadılar kendi hayatlarında... Ne güzel demişti, "Birine âşıksın o bunu bilmiyor. Sen, yalın ve saf hayallerinle dilediğince seviyorsun; hiç kavgasız gürültüsüz... Bazen bir deniz esintisi yüzlerinizi okşarken çıplak ayak kumlara oturmuş, kalbinizde ter basmış bir sevda, ateşli bir sevişmeye giden yolda yıldızlar mum olmuş, deniz en güzel bestesini size çalarken, mahrem şeylerin titrek ve sessiz tonunda, tüm kıvrımlarınıza dokunarak konuşuyorsunuz. Bazen bir sinema salonunda birbirinizin sıcağına sarılıp bir aşk filminin her karesinin ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay ediyorsunuz. Sinemadan çıkıp, soğuğun sizi hala sinema koltuğunda kalmış sıcaklıktan uyandırmasına izin vermeden ama yine de üşümüş ve sokulgan adımlarla çocuk uykusunda sokaklarda sevdalı sevdalı yürüyerek eve gidiyorsunuz. Gecenin sessiz aydınlığında, birbirinizin notalarına dokunarak yaratılan müziğin ve şarabın eşliğinde geceyi gündüze döndürüyorsunuz.'... 7.Bölüm

Görsel: Neslihan Öncel'in Broken Time adlı fotoğrafıdır.
http://neslihanoncel.blogspot.com/

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 7

Şans yoktur, ihtimal var demişlerdi; dar sokaklarda ellerinde dondurmalar, o çantasını, o da kendini sallaya sallaya yürürken... Trenlere ve mekânlarına tutkulu olan, ötekini ayartmış, kayalara oyulmuş tünelin üstüne çıkarmış, ağız tarafından ayaklarını sarkıtarak, altlarında uzanan rayların uzaklara taşımasına sevdalı, yaramaz çocukların evden izinsiz telaşıyla ama yine de zamana kayıtsız bir neşeyle, yüzlerine bulaştıra bulaştıra yemişlerdi dondurmalarını... Evet şans yoktu, ne aradığını bilmek vardı. Eğer ondaki hayata merak, hayata tutku olmasaydı o gün, farklı gözlerle dolaşıyor olacaktı orada. Oysa o ne aradığını bilerek dolaşıyordu hayatın içinde. Ötekindeki insan sıcağı olmasa, karşısında en asker haliyle, dudak ucunda asılı duran, görmesini bilene ben iyi birisiyim aşkı bilirim, tutkuluyum diyen; bütünüyle güven dolu, sanki çok önceden tanışıyormuş hissi veren gülüşü yakalayabilir miydi? Öteki yakalamıştı ondaki zaafları… Zaaf? Aslında durumu tanımlamakta oldukça ağır kalmadı mı? O aradığını bulmuştu gelecekte bir zamanda... Gerçekten bulmuş muydu? Yoksa aklın hayat boyunca oynadığı oyunlardan biri olan yanılsama mıydı tüm yaşanacaklar. Tıpkı bütünlemeye kalmış, sonucu aslında bilen öğrencinin okul camına asılmış listede adının karşısındaki notla yüzleşene kadar sürekli kendini rahatlattığı, ruhunda iyimser rüzgârlar estiren, insan ruhunun en çok hoşuna giden, gevşeten, bulutlara taşıyacak kadar hafifleten bir yalan şırıngası mıydı her şey?

Görsel: Neslihan Öncel'in Karmaşa adlı fotoğrafıdır.
http://neslihanoncel.blogspot.com/

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP