26 Şubat 2009 Perşembe

Ellerim Bomboş...


Özgür Basın Kavgası...Mı? başlıklı yazımı, 'gazetemi arıyorum, yıllar önce kaybetmiştim'' diye bitirirken kastettiğim: Bir dönemki iç kavgalar yüzünden henüz yazarlarının bir kısmının oraya buraya dağılmadığı Cumhuriyet'ti.

Aramızdaki aidiyet duygusu ve henüz öğrenen bir çocuk olarak bana katkısı çok fazlaydı. Onu okumak bir onurken; farklı görüşlerdeki insanlarda yarattığı saygı ve güven, değerli ve önemliydi. Okurunu, başkalarının gözünde farklı bir konuma oturtmak, onları saygın kılmak gibi bir özelliği vardı. Okuduğumun gazete olduğunu hissediyordum.

Uzun yıllar okuru olmanın onurunu yaşadığım gazete ile yollarımın ayrılmasıyla ortaya çıkan taklitlerle avunma dönemlerinden beri yalnızım. Ele gazete kağıdı değmeden yaşanmıyor!

Bütün bunları bana hatırlatan, medya üzerine düşündürten, özlemlerimi körükleyen; yeni ve farklıyım iddiasıyla ortaya çıkan Haber/Türk'ün, çakal bir uyanıklıkla, hiç de etik olmayan bir tavırla diğer gazeteleri; adlarını başka anlamlar yükleyerek kullanıp, yasal başvurularda kendini haklılamak üzere kelime oyunlarıyla eleştirerek yaptığı reklamlar ...

Varolanların ahlakının da aslında ondan çok farklı olmadıklarını görünce, sabah kahvemin yanındaki gazete eksikliğime özlemim, ve bu konudaki umutsuzluğum artıyor.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Polis...


Bir gün, Mussano'nun msn iletisinde ''baba büyüksün'' cümlesini görünce, yine hayırlı ne yaptım ki diye düşünüp, biraz da keyiften şişinmiştim. Haluk Bilginer için yazdım onu, muhteşem oynamış Polis'te deyince; buradan yola çıkarak, film üzerine üç beş kelam daha edince, kendime çıkardığım paydan gardı düşmüş bir halde akıl defterime notu da düşmüştüm: Polis'e gidilecek...

Film nereden baktığınıza bağlı olarak değerlenecek ya da değerini yitirecek özelliklere sahip. Deneysellikle, uzun yıllarca hayal edilmiş bir tasarının ürünü olarak çekilmişliğin emek ve heyecan duyulmuş samimiyetini hissetirdi öncelikle bana...

Bir polis (Musa Rami) ekseninde; onun yaşamı, duyguları, korkuları, acıları, sığınmışlıkları üzerine bir karakter ortaya koyarken; tüm bunları, anlamsız gibi duran çarpıcı sahnelerle de destekliyor. Her bir sekansı özel "planlanmış'', üzerine çalışılmış ayrı ayrı küçük filmler  uygun sıralara yerleştirilerek büyük bir film yaratılmış gibi duran... benim de bu karmaşık ve anlaşılamazlık duygusu yaratan yanını sevdiğim filmin; sözleri, anlamı, okunuşundaki melodisi muhteşem olan Tekvir'in, yine muhteşem bir sesle okunuşuyla vurgulanan Haluk Bilginer'in cami önündeki, intikamdan ve acıdan kavrulmuş sığınmışlığı... ve yine Özgü Namal'la gittikleri gecede, Özgü Namal'ın şarkılarıyla beslenen duyguların yansıtılışı; hem oyunculuk, hem görsellik, hem de seçilen şarkılar adına muhteşemdi.

Ceza'nın harika şarkısıyla başlayan; müziğin, acının, sığınmanın, aşkın, öfkenin, korkunun, coşkunun, şefkatin içinde barındığı, özenli ve yeni bir şey denemenin cesaretini taşıyan farklı bir filmdi Polis...

Yönetmeninin ödül alırken söylediği söz, bu film için ortaya koyulan çabanın ve içtenliğin özetiydi. Ne demişti yönetmen: ''Derler ki; iyi bir yönetmen, odundan bile muhteşem oyuncular yaratır. Bu filmde, oyuncularım bir odundan yönetmen yarattılar.''

Evet, gerçekten büyük oyuncular ışığı gördükleri bir yönetmenin inandıkları filmine muhteşem bir katkı yapmışlardı. Filmi parlatan en önemli yan da belki bu inanmışlık ve samimiyetti. Sinema adına önemli bir katkı bu film benim için... Çünkü; yeni, güzel ve farklı bir dili var. Öneririm, derdiniz sinema ise!

24 Şubat 2009 Salı

Özgür Basın Kavgası mı


Doğan Medya Grubuna gelen ceza yüzünden, ortalıkta dolaşan doğruydu yalandı haberleriyle ve yorumlarla hiç ilgili değilim. Ama ezelden beri karşı olduğum ve hiç istemediğim durumdan; yani, gazete ve benzeri yayınların gerçek işlevlerinin ötesinde birer ticari kazanç kapısı gibi görülmesinden, gazetenin ya da derginin herhangi bir fabrikada üretilmiş çamaşır makinası, otomobil, kalem, şu bu gibi ticari bir mal gibi görülmesinden ve tıpkı o mallar gibi bir mantıkla, satılabilirlik üzerine, kapitalizmin mal, kazanç, piyasa koşulları,talep gibi unsurlarının göz önünde olduğu bir işletme mantığıyla şekillendirilmesinden rahatsızım.

Ticari kazanç kapısı derken kastettiğim: İşi, hiç bir şekilde yazma çizmeyle ilgili olmayan sermayedarların, yatırımcıların; piyasadaki geçerlilik esaslarından yola çıkarak, hem siyasal anlamda bir güç, hem kendilerinin, dolayısıyla şirketlerinin reklamı amacıyla öncelikle kendi çıkarlarına yönelik bir araç olarak görmeleridir. Hiç bir duygu, düşünce ve gönül bağı olmaksızın, kapitalist kârlılığın büyüklüğü esasından bakıyor olmalarıdır.

Oysa; gazete, daha doğrusu yazmak gönül işidir, öyle de olmalıdır. Gazetenin ya da gazetecinin tarafsızlığı söz konusu olmamalıdır. Gazeteci ya da gazete kendi fikirlerinden taraf olmalıdır. O gün, o an, içinden geçeni, inandığını samimiyetle ortaya koymalıdır. Düşüncelerin farklılığı, farklı bakış açıları ortaya içtenlikle koyulurken; çıkarsal amaçlar güden, hesaplı kitaplı ve günün menfaatlerine odaklı yazılar olmamalıdır.

Elbetteki para kazanmadan yaşamak mümkün değildir. Ama bir gazetecinin önceliği para olup gazete de sadece para kazanılacak bir mal gibi mi görülmelidir?

Daha çok para için, tıpkı diğer ürünlerin reklamları gibi bir çeşitlilikle algılara girip insanların tüketim eğilimlerine göre şekil alan gazeteler yaratıp aynı gazetede, herkesin ağzına gerektiğinde bal çalmak, gerektiğinde giydirmek amaçlı farklılıklarda yazarlar konuşlandırıp o yazarları patron elleriyle zenginleştirince, hayallerinde bile olmayan standartlara ulaştırınca, o kalemlerin herbirinin de köleleşmediğinden ve sahibinin sesi olmayacağından söz edilebilir mi?

Doğan grubunun son olayını sermaye basınına genellersek: Bir başkası benzer bir durum yaşadığında, siyasetçi ya da rakip firmalar söz konusu olduğunda adalete saygı duymak gerektiğini söyleyip şeriatın kestiği parmak acımaz referansından yola çıkarak, ne olursa olsun yargılanıp aklanmanın etik bir davranış olacağından dem vuranlar: Kendi başlarına geldiğinde, kalemşörleri ile birlikte kamuoyu oluşturmaya yönelik bas bas bağırmalarını, özgür basın çerçevesinde değerlendirmek mümkün müdür?

Bu ülkede düşüncelerinden dolayı yargılanıp işkencelerden geçen, cezalar gören onca insan varken; onlara, düşünce özgürlüğü çerçevesinde arka çıkmayıp kendilerinden farklı düşüncelerin özgürlüklerini görmezden gelenlerin; bu çirkin iki yüzlülükle, aslında gidecek paralarından başka üzüntüleri olmayan bu hâl çerçevesinde, susuturulmak istenen medya çığırtkanlığı yapmalarının samimiyeti ne kadar inandırıcıdır?

Asıl işi gazetecilik olmayan sermaye grupları kendilerini finanse etmek için nasıl banka satın aldılarsa zamanında; kendi çıkarlarının temini için bir başka araç olarakta, gerektiğinde şantaj ,gerektiğinde iktidarla ilişkilerini biçimlendirmek için medya organlarını aldılar. Kullandılar, kullanıyorlar.

Elbette bu tek yönlü bir kullanma değil. Siyasetçilerde tıpkı patronlar gibi amaca ulaşmak için her yol mantığından hareketle henüz bir güç olmadıkları , medya gücüne ihtiyaç duydukları evrelerde onlarla kucak kucağa menfaat ilişkileri içinde olurken, medya gücünü kullanmak için devlet kaynaklarını babalarının parasıymış gibi sunarken, bu ülkede ticaret yapan büyük bir çoğunluğun ülkeye özellikle vergiler konusunda çok uyanıkça çalımlar attığını bilmiyorlar mı?

Ama herkesin açığının olduğu bu ülkede; herkes, o açıkları bir gün diğerine kullanmak üzere çirkince heybelerinde saklıyor. Ta ki lazım olduğu güne kadar... Çünkü, karşılıklı işledikleri günahların ortağı oldukları kadar, en yakından tanıklarıdalar.

Tıpkı meydanlarda, aslında hesap sorma makamında olan ve bildiği halde gereğini yapmadığının da itirafı bir heybetle: ''Bir konuşursam diye kükreyip,beni konuşturmayın'' diye mesajlar yollayan, niyeyse bir türlü konuşmayan, bildiği suçu açıklayıp gereğini yapmayan başbakan gibi...

Aslında onlar özgürler; hem de sınırsız ve pervazsızca... Özgür olmayan biziz; sınırları çizilmiş, amaçları aynı, çıkarlara biçimlendirilmiş gazetelere, medya kuruluşlarına mahkum olduğumuz için...

Gazetemi arıyorum; yıllar önce kaybetmiştim de!..

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP