Sinema; anne babayla gidilen, çocuk yılların serin ve yıldızlı yaz gecelerinin tahta masalı yazlık sinemalarında çekirdek çıtlatılan, soğumaya fırsat bulamamış gazozlarla ''kabuklu kuruyemiş yemeyin'' yasaklarına inat, parmak aralarında öfelenen fıstıkların ağızda bıraktığı tuz tadıysa...
Sokakta bulunmuş film parçalarını tahtadan yapılmış çocukca makaralarda, önlerine bir büyüteç arkasına bir ışık koyup sokağın duvarlarına tebeşirle afişler yaparak, sarı defter sayfalarından biletlerle odunluğun karanlığında mahalleli mahalleli izlemekse...
Bayram harçlıklarının bayramlıkların cebinden iki film birdenli ''10.30'' matinelerinde sinema gişelerine seyriyse...
Karanlık salonda bir gerilim filmine nefesi tutulmuş insanları tıfıl bir fırlamalıkla, en arka koltuktan tahta koridora bırakılmış kola şişesinin yuvarlanırken çıkardığı tıkırtıyla hoplatmaksa... Okuldan tüyülmüş bir filmden çıkmış evinize giderken, bütün yürüyüşünüzü, evde yemek yiyişinizi, yatışınızı, dağın başında yaktığı ateşte fasulyesini pişirip kahvesini içen kovboya döndürmekse...
Dışarıda lapa lapa kar yağarken, bir sinema salonunda birbirinizin sıcağına sarılmış, filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay etmekse... Soğuğun sizi hala sinema koltuğunda kalmış sıcaklıktan uyandırmasına izin vermeden, yine de üşümüş ve sokulgan adımlarla gittiğiniz kafelerde memleket üzerine bilmiş bilmiş tahliller yaparken; aslında aşkla sevdiğiniz, bunu her ikinizinde bildiği ama söyleyemediği sınırda sevgililerin, zamanı durdurmak isteyen nefes nefese sohbetleriyse...
Biraz daha büyüyünce; kafeler yerine, gecenin geç bir vaktinde aynı üşümüş ve sokulgan adımlarla, bu kez şehrin çocuk uykusundaki sokaklarında yine birbirinin sıcağına sarılarak eve gitmek; gecenin dilsiz aydınlığında, birbirinin notalarına dokunarak yaratılan müziğin ve şarabın eşliğinde geceyi gündüze döndürmek ise...
Bir an gelir farkedersiniz ki, bir zamanlar siz de bir oğulsunuzdur. Bir gün, sıcak bir el elinizde, karanlık bir sinemada tarifsiz duygularla bir ilk film izlemişsinizdir. Sonra, yıllar yıllar sonra, bir oğulun ellerinin sıcağı ve sığınmışlığı avuçlarınızdadır. Yan koltukta, karanlığın tedirginliğinde, o mekandan çıkma arzusuyla perdedekilerin renkliliği arasında sıkışmış bir kalbin attığını farkedersiniz. Yüreğinizde sıcacık bir şefkatle yüzünüze hüzünlü bir tebessüm çöker. ''Cinema Paradiso'' budur işte!.. Hiç bitmeyen mutlu bir şarkı.
Bugün, cüzdanıma yer etmiş notları ayıklarken elime iki kişilik bir bilet geldi; Konakplex, salon 2 , 7.sıra, yer no 7 ve 8... Üzerine 22.04.2006 Vahşi Doğa diye tarih atılmış... Bu, küçük oğulun sinemada ilk film izleyişinin bileti... Şimdi! Sadece aradan geçen iki yıl sonra; o çocuğun, kendi beğenilerini oluşturan bir kimlik olarak, kendi insiyatifiyle bir sinema sitesinde profil oluşturup kendi filmlerine yorumlar yapıyor olmasından daha başarılı ne olabilir ki? Bir baba için...