Coğrafyaya her dönüşümde ise hayatımıza kattıklarına şükranla birlikte bazı anlarda gözümden süzülen yaşlara da engel olamıyorum.
Etinden et kesilse gözünden tek damla düşmeyecek ben, fena halde şaşkınım.
Ve nasıl bir aşkın içinde olduğumu da -öyle olmasa bile- sanki onu kaybedince anlamış olduğumu fark ediyor ama kendime yine de engel olamıyorum. İşte o sırada içimdeki cevval olaya el koyuyor ve "Hadi sinema!" diyor. Ayaklarım ve ruhum çekimser, kalbim göçük altlarında atıyor, iradem yıkık ancak gerçekçi yanım da hayat devam ediyorda ısrarcı.
Tam bu haller içindeyken Sevgili Okul Arkadaşım'ın yazısının altına tamı tamına şu silkiniş cümlelerini yazıyorum:
"Ben bugün karar verdim, hafta sonu -belki de yarın- sinemaya gideceğim ve hayata sıfırdan başlayacağım. Depremin ilk gününden beri bir odanın içinde bilgisayar kucağımda, piyasalar kapalı olduğu için iş güç de yok, hayat ve ruh gri, öğle üzeri bir şeyler atıştırmak için dışarı çıkıyorum; orada burada biraz laflama, sonra bari hatırlatma aşımı olayım bahanesi ile sağlık ocağı gibi aktiviteler, başka şehirlerdeki arkadaşlarla telefonlaşma falan... Blog dünyası olmasa ve yazmasaydık ne yapardık diyorum bir de... Şaşkınım, bana bir şehir için çok üzüleceksin deseler, hadi ordan derdim Sevgili Okul Arkadaşım, içimize nasıl girmişse insanları ve kendisiyle... Kalbime gözyaşı döktürüyor... Garip!"
*
Günler sonra diyeceğim ama o günler bana yıllar gibi geliyor; istasyona doğru yürüyorum, öğlen yemeğini kasıtlı olarak geciktirdim ve Adem Usta'ya dalıp içinde yeşillik olmayacak sade bir sandviç döner söylüyor ve yiyorum. O ara, ödeme yaparken bankaların hırsızlıklar nedeniyle kredi kartlarını temassız ödemeye kapattıklarını, kapatmadan sonraki ilk kullanımda şifre girmeyi zorunlu kıldıklarını, sonrasında da temassız ödemeye açtıklarını öğreniyor ve alkışlıyorum kendilerini.
İstasyon cansız, en yoğun olması gereken saatte tren boş, öğrenci kalabalıkları yok olmuş.
Tren yol aldıkça hayata biraz daha yaklaşıyorum. Sanki kocaman bir göçüğün altından çıkmışım ve hayata biraz da bencilce, yıkılmadım ayaktayım havası atıyorum. Ayaklarım yine bir köpüğün üzerinde uçar adım gidiyorlar. Etraftaki insanlara göz atıyorum; vicdanları kader birliği etmişler ve ruh halleri depremin altından az önce çıkmışlar gibi. Klasik sinema alışverişi için Migros'tayım. Bu saatlerin geleneksel kalabalığından eser yok. Önümdeki anne ve oğul alışverişleri için ödeme yapacaklar; önce oğul teşebbüs ediyor. Yetersiz bakiye! İkinci kartı deniyor; değişen birşey olmuyor ama benim içim cızz. Çünkü aldıklarının toplam ederi iki haneli. Anne çıkarıyor bu kez kartını ama benim de ödüm kopuyor. Ödeme tamamlanıyor ve feraha eriyorum; elbette Saray'a da insanları düşürdükleri bu hal nedeniyle "sevgilerimi" yolluyorum.
Sinema ve yeme içme katındayım, sanki depremde göçük altında yok olmuşuz gibi o da ıssız, yemek alanındaki masalarda tek tük insan. Gişelerin önü de şaşırtıcı, çünkü boş. Bir tek gişe açık! Benim tatlı gişecim beni gördü ve el sallıyor. D-3'ü seçti ve birikmiş bilet puanımı kullanmayı teklif etti, düş diyorum. Sonra biraz sohbet ediyor, biraz da Hatay konuşuyoruz; ülkeyi yönetenlere çakmadan da duramıyoruz elbette. Ben de doğuluyum, diyor, soruyorum neresindensin doğunun diye ve bir an dede baba toprağımızdandır diye düşünüyorum. Batman, diyor ve biraz da doğu konuşuyoruz. Ben salonlara çıkaracak yürüyen merdivenlere doğru ayrılırken o iyi seyirler diliyor.
Biraz terasta oturuyorum. Gece ve şehrin ışıkları acıların üzerini kısmen karartıyor. Fuayede ben dışında Allahın kulu yok. Bir iki salondan film sesleri geliyor, çoğunluğun kapıları açık ve boşlar. Süre yaklaşınca her zamanki salona yürüyorum ve giriyorum; ben dışında ve hemen arka sıramda iki genç adam var ve film sonrası, izlenimim olarak arada çıkarlar diye düşünme ukalalığımı yerle bir ettikleri için şükran duyuyorum kendilerine...
Depremin ilk gününden itibaren zihnimi gömülü olduğu yerden alıp başka yere taşıma bencilliği ile okunmayı bekleyen kitaplar rafına gidiyorum ve bir kitap çekiyorum, kısalardan... Başlıyorum, biraz devam ediyorum, kitap güzel ama bir türlü beni ruh halimden kopartıp da pışpışlayamıyor; zihnim kanatlanıp her çabalamamda, yine Hatay'a gidip konuyor. Bırakıyorum, bu sefer yeniden yıkık ruh halim baş köşeye kuruluyor. Ve bu anlardan birinde bir ışık yanıyor.
İstasyon cansız, en yoğun olması gereken saatte tren boş, öğrenci kalabalıkları yok olmuş.
Tren yol aldıkça hayata biraz daha yaklaşıyorum. Sanki kocaman bir göçüğün altından çıkmışım ve hayata biraz da bencilce, yıkılmadım ayaktayım havası atıyorum. Ayaklarım yine bir köpüğün üzerinde uçar adım gidiyorlar. Etraftaki insanlara göz atıyorum; vicdanları kader birliği etmişler ve ruh halleri depremin altından az önce çıkmışlar gibi. Klasik sinema alışverişi için Migros'tayım. Bu saatlerin geleneksel kalabalığından eser yok. Önümdeki anne ve oğul alışverişleri için ödeme yapacaklar; önce oğul teşebbüs ediyor. Yetersiz bakiye! İkinci kartı deniyor; değişen birşey olmuyor ama benim içim cızz. Çünkü aldıklarının toplam ederi iki haneli. Anne çıkarıyor bu kez kartını ama benim de ödüm kopuyor. Ödeme tamamlanıyor ve feraha eriyorum; elbette Saray'a da insanları düşürdükleri bu hal nedeniyle "sevgilerimi" yolluyorum.
Sinema ve yeme içme katındayım, sanki depremde göçük altında yok olmuşuz gibi o da ıssız, yemek alanındaki masalarda tek tük insan. Gişelerin önü de şaşırtıcı, çünkü boş. Bir tek gişe açık! Benim tatlı gişecim beni gördü ve el sallıyor. D-3'ü seçti ve birikmiş bilet puanımı kullanmayı teklif etti, düş diyorum. Sonra biraz sohbet ediyor, biraz da Hatay konuşuyoruz; ülkeyi yönetenlere çakmadan da duramıyoruz elbette. Ben de doğuluyum, diyor, soruyorum neresindensin doğunun diye ve bir an dede baba toprağımızdandır diye düşünüyorum. Batman, diyor ve biraz da doğu konuşuyoruz. Ben salonlara çıkaracak yürüyen merdivenlere doğru ayrılırken o iyi seyirler diliyor.
Biraz terasta oturuyorum. Gece ve şehrin ışıkları acıların üzerini kısmen karartıyor. Fuayede ben dışında Allahın kulu yok. Bir iki salondan film sesleri geliyor, çoğunluğun kapıları açık ve boşlar. Süre yaklaşınca her zamanki salona yürüyorum ve giriyorum; ben dışında ve hemen arka sıramda iki genç adam var ve film sonrası, izlenimim olarak arada çıkarlar diye düşünme ukalalığımı yerle bir ettikleri için şükran duyuyorum kendilerine...
Beklermiş Her Kitap Da Belli Bir Ânı
Depremin ilk gününden itibaren zihnimi gömülü olduğu yerden alıp başka yere taşıma bencilliği ile okunmayı bekleyen kitaplar rafına gidiyorum ve bir kitap çekiyorum, kısalardan... Başlıyorum, biraz devam ediyorum, kitap güzel ama bir türlü beni ruh halimden kopartıp da pışpışlayamıyor; zihnim kanatlanıp her çabalamamda, yine Hatay'a gidip konuyor. Bırakıyorum, bu sefer yeniden yıkık ruh halim baş köşeye kuruluyor. Ve bu anlardan birinde bir ışık yanıyor.
Koşuyorum çalışma odasına, gözüm radar detaycılığında tarıyor okunmayanlar bölümünü. Fakat hayal kırıklığı; aldığımdan eminim oysa! O ara benzer renkli bir kitabı fark ediyorum, o an onu öbür kitap olarak düşündüğümü sanıyorum ve üzülüyorum ki içim dürtüyor beni; onu aldığım konusunda ısrarcı. Yeniden göz atıyorum raflara, sonra en üst sıradaki kitapları yeniden tararken arkada da kitaplar olduğunu fark ediyorum ve bingo! Burası Radyo Şarampol. Üzerindeki tarih 18 Ocak 2021. Hemen alıp yatağıma dönüyorum; gün ışımamış ve sabahın en erkeni. Başlıyorum ve başlamamla birlikte kitap hüüp diye çekip alıyor beni. Artık başka bir dünyadayım; ruhum kitabın içinde bedenim yatakta olsa da... Zihnim fırsat bulsa güne dönecek ama nerede o fırsat.
O nasıl bir üslup, o nasıl güzel betimlemeler, o nasıl güzel cümleler; kelimeler, harfler sadece bir araç, benim gözümde film kareleri gibi akıyor kitap. Bütün karakterlerini sanki hepsini bizzat tanımışım, tüm mekânları gezip görmüşüm gibi anlatmazsam namerdim. Müthiş bir yazarla tanışıyorum: Şükran Yiğit. Bu kadar mı yetenekli olur bir insan diyor başka bir şey diyemiyorum. Ve tüm bu cümleleri çok kolaylıkla yazdığından da adım gibi eminim. Doyamıyorum, elimden bırakamıyorum, bırakıp da karabasan dünya hallerine dönmek istemeyecek kadar da bencilim.
**
Uzun cümleler kuramayacağım film hakkında çünkü aldığım tadı ve yaşadığım uçsuz bucaksız öyküyü anlatmaya yetemeyeceğimi biliyor ve bunu peşinen kabul ediyorum. Penélope Cruz'un performansına bayıldığım gibi canlandırdığı anne ve kadın karakterine de bayılıyorum. Kesinlikle ödüllük bir performans ve "oğlu" rolündeki Andrea'nın oyunculuğuna ve canlandırdığı karaktere hayran olmakla birlikte adın neden işaretli olduğunu anlayacaksınız sevgili okurlar, diyor ve kısa kesiyorum. Altını çizerek ve de iddia ile diyorum ki olağanüstü keyifli bir film yapmış -kendisi de çok özel bir karakter olan- yönetmen Emanuele Crialese ki senaryo yazarlarından biri de aynı zamanda. Meseleyi o kadar incelikli bir mizah da kullanarak o kadar güzel işlemiş ki ve bunu yaparken ve de sevginin yanı sıra kadın nahifliğinin altını çizerken; odun erkek kitlesini de bir erkekle temsil ettirmeyi ihmal etmemiş. Filmin Andrea (Luana Giuliani) dışında iki küçük yaşta çocuk karakteri daha var. İki oyuncu da son derece sahici; ve özellikle küçük kızın performansına dikkat.
Ve 70'li yıllarda geçen 2022 yapımı filmin büyük sürprizi:
Televizyonun Raffaella Carrà ve Patty Pravo şovlu yıllarını hatırlayanlar kesinlikle bayılacaklardır siyah beyaz sahnelere; Türkçelerini de bildikleri şarkılara ve danslara kapılıp bu dünyaya bir Raffaella daha gelmeyeceğinden emin olacaklardır diye düşünüyorken ve Pepsi Max'imin son yudumlarındayken tam da ben... Film bitiyor!
Ve 70'li yıllarda geçen 2022 yapımı filmin büyük sürprizi:
Televizyonun Raffaella Carrà ve Patty Pravo şovlu yıllarını hatırlayanlar kesinlikle bayılacaklardır siyah beyaz sahnelere; Türkçelerini de bildikleri şarkılara ve danslara kapılıp bu dünyaya bir Raffaella daha gelmeyeceğinden emin olacaklardır diye düşünüyorken ve Pepsi Max'imin son yudumlarındayken tam da ben... Film bitiyor!
Ama Bu Güzel Gün Güzel Bir Finali Hak Ediyor
Sinemadan alınmış keyif tavanda çıkıyorum salondan. Yürüyen merdiven tabana vardığında sola kıvrılıyor, bir kaç adım atıp el sallayarak iyi akşamlaşıyoruz, gişedeki tatlı kızla. Ancak AVM'nin alt katına inecek yürüyen merdiven arızalı ve asansöre yönlendiriyor güvenlik görevlisi. Bu akşamı AVM'de bir mekânda değil, bizim mahallede çoğaltmak fikrim var.
Trende tam yan koltuğumda bir çift var, genç kızın sırtı bana dönük. Genç adamla bir meseleyi tartışıyorlar. Oğlanın sakız çiğneyen sakin ama baskın tavrı beni ayar ediyor. Benden iki istasyon önce ineceklerini bilmiyorum ve o nedenle dilim frende. Sorun kızın ayakkabı ve çanta seçerkenki kararsızlığı ve oğlanın uzun süre beklemiş olması. Konu durağa kadar bitmeyecek gibi. Mesele özür diledin dilemedin odaklı anlaşıldığı üzere. Bazen gülümsetiyorlar beni. Sonra oğlan gevşiyor, kıza sarılma teşebbüsleri, barış çubuğu hazır, çocuğu sevmeye başladım çünkü hiç gerginlik yaratmadan sabırla dinledi ve kısa cevaplar verdi. Sonunda konuyu kapatacak hamleyi de yaptı. Ama -bazı- kadın kısmı işte! Süngü düşünce, meselesi yani.
İniyorlar,aslında pek tatlılar, oğlana gülümsüyorum.
Trende tam yan koltuğumda bir çift var, genç kızın sırtı bana dönük. Genç adamla bir meseleyi tartışıyorlar. Oğlanın sakız çiğneyen sakin ama baskın tavrı beni ayar ediyor. Benden iki istasyon önce ineceklerini bilmiyorum ve o nedenle dilim frende. Sorun kızın ayakkabı ve çanta seçerkenki kararsızlığı ve oğlanın uzun süre beklemiş olması. Konu durağa kadar bitmeyecek gibi. Mesele özür diledin dilemedin odaklı anlaşıldığı üzere. Bazen gülümsetiyorlar beni. Sonra oğlan gevşiyor, kıza sarılma teşebbüsleri, barış çubuğu hazır, çocuğu sevmeye başladım çünkü hiç gerginlik yaratmadan sabırla dinledi ve kısa cevaplar verdi. Sonunda konuyu kapatacak hamleyi de yaptı. Ama -bazı- kadın kısmı işte! Süngü düşünce, meselesi yani.
İniyorlar,aslında pek tatlılar, oğlana gülümsüyorum.
Üçüncü kez el değiştiren ve yenilenen mahallemizin yeni pastanesinde karar kılmıştım ve süzülüyorum kapıdan içeri. Dipteki masayı gözüme kestirmiş durumdayım; az önce boşalmış ve tatlı bir kız temizliyor. Beni başka bir masaya yönlendirme arzusu var. Sakıncası yok beklerim, diyorum. Girince siparişimi vermiştim. Kitabımı açıyorum. Onun beni esir almasına gönülden razıyım. Yok ediyor içinde yine beni, kaldığım yerden devam ediyorum. Pastam, Ayaspaşa Rus Lokantası'ndaki kadar lezzetli değil; katlarında sorun yok da arasındaki krema ben krem şantiyim diye bağırıyor. Biraz pasta biraz çay derken ve ön masadaki mütahit cenahından deprem bölgesindeki inşaat potansiyeli üzerine elde kağıt kalem ve hesap kitapla fiyatlandırma çabalarını dinlerken; bu güzel akşam için beni yönlendiren iyilik meleklerime selâm çakıp teşekkür etmeyi de ihmal etmiyorum ve eve varır varmaz da bu yazının fotoğraflarını yerleştirip yazımını sabaha bırakıyor, yayımını da saat 17:55'e ayarlıyorum.