28 Ocak 2009 Çarşamba

İspanyol Pansiyonu...


Erasmus projesi çerçevesinde Barseleno'da bir araya gelen farklı uluslardan öğrencilerin yaşamlarını konu eden, son derece özel kurgusu ve lezzetli mizahı ile mutlaka izlenmesi gereken çok hoş bir filmdir. İnce esprileri, daha statükocu bir çevreden çıkıp, daha bağımsız hareket edebilir hale ulaşan farklı kültürlerden ve farklı karakterlerden öğrencilerin bir araya gelmesiyle: kişilerin düşünce sisteminde ya da bilinçaltında kalmış bastırılmışlıkların açığa çıkması hallerinin yaratığı değişimleri, etkilenmeleri, bohem yaşamı ortaya koyan; size çok güzel bir Barselona turu yaptırarak içinizde orada olma isteği yaratan; elde içecekleriniz, yanında çerezleriniz, tadına vara vara izleyebileceğiniz; günün yorgunluğunu, sıkıntılarınızı üzerinizden çekip alabilecek, çok keyifli bir seyirliktir.

Özellikle, üniversite ya da ona hazırlanan öğrencilerde teşvik duygusu yaratabilecek, onları imrendirerek motivasyonlarını artırabilecek; içinde aşk, çekingenlik, tutku, keder, kısaca insana, özellikle genç insana ait her türden duygunun barındığı; mizahı ve görselliği çok lezzetli bu filmin bittiğinde bıraktığı tadı, seveceksiniz. Tıpkı Radiohead'in filmde sıklıkla karşınıza çıkacak No Surprises adlı şarkısı gibi...

27 Ocak 2009 Salı

Babil...(Babel)


Bütün anlatmak istediğinin altını filmin sonundaki ''anlamak için dinlemelisin'' cümlesiyle kalın kalın çizen... Zannetmeler ve algılamalar: Farklı coğrafyalarda ve ona bağlı olarak o coğrafyaların yarattığı kültürlerde davranışlara nitelikleri anlamında ve iletişimsizlik noktasında farklı özelliklerle bakıyor da olsa, insan olmanın bedellerini her yerde benzer şekillerde ödettiğini ortaya koyarak; paralel hayatların farklı gibi gözüken hikayelerinin aslında birbirleriyle nasıl ilişkilenebileceğini aynı film içinde çok anlamlı ve güzel biçimde anlatmayı becerebilen usta bir yönetmenin: Diğer filmlerindeki gibi duygu odaklı, izleyiciyi bu anlamda tatlı tatlı besleyen bir anlatımla, başlangıçta biraz sıkıyor gibi gözüken bir ritmle ama yine de beklentiler yaratan bir heyecanı ayakta tutarak, gittikçe artan temposuyla sonuna kadar sürükleyen bir film Babil...

Oyuncuları, büyük bir ustalıkla ve eşit sorumluluklarla filmin içine yerleştirmeye başarmış... Belki de İnarritu'nun izlediğiniz her filmi gibi oyunculardan önce, evet bu yönetmenin filmi dediğiniz... Japon kızın, filmin genelinde daha derinden duyumsadığımız yalnızlık duygusunun eğlenmek için gittiği mekanların tüm gürültüsünden nasıl uzakta olduğuna vurgu yapan ve filmin o anlarını kızın dünyasından hissetmemizi, filmin sessizleştiği anlarla kafalarımıza çakan... Son yazdığı andan itibaren müthiş bir keyif ve duygu yoğunluğu ile kendinizi filmin içindeki her karakteri çok insani ve herbiri için farklı duygularla düşünüyor olurken bulacağınız; aynı filmin bütünlüğü içinde bir çok farklı öyküden oluşmuş kısa filmler izlediğiniz, çok güzel bir sinema şölenidir. İzlenmelidir.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna... Yazının Bonusu İki Güzel Şarkı!..





Kitaba ulaşmama, daha doğrusu okumama neden olan Ayşe Arman'dır. Doğunun Limanları ile keşfettiğim Amin Maalouf'a ilk okumamda oluşan sevgi üzerine, o sırada yeni çıkan Yüzüncü Ad adlı kitabını da almıştım. Her ne kadar sürükleyici ve biraz da fantastik özellikler taşıyor olsa da bana Doğunun Limanları'nı okurkenki duyguyu yaşatamamıştı Yüzüncü Ad.

Aslında severek okuduğum Maalouf'un hiç bir kitabı da Doğunun Limanları'nın tahtını sarsamadı bende.

Kürk Mantolu Madonna'ya gidiş serüvenimle Yüzüncü Ad arasındaki bağ şudur: Ayşe Arman zaman zaman severek okuduğum bir röpörtajcı olarak o günlerde bir yazısında Yüzüncü Ad'dan bahsederken ve onu överken, aldığı tada vurgu anlamında: Bir an önce herşeyi halledip kitabı eline alma duygusunu, onu elden bırakamamanın lezzetini, o güne kadar bir de Kürk Mantolu Madonna'da hissettiğini yazınca, okumakta olduğum Yüzüncü Ad'ın kurgusundan ve merak ettirme halinden yola çıkarak Kürk Mantolu Madonna'yı bulup satın almıştım.

Daha kitapçıda sayfalarına dokunup satır aralarında gezinirken elimdekinin ne olduğunu görmüştüm. Sabahattin Ali her ne kadar siyasal kimliği ve toplumcu esereleriyle biliniyor olsa da Nükhet Duru'nun sesinde vücut bulmuş, onun şiirlerinden yapılmış iki Ali Kocatepe bestesi Ben Gene Sana Vurgunum ve Melankoli ile ruhuma başka türlü dokunmuştu zaten.

O gün işyerine döndüğümde kitabın ilk yirmi sayfası bitmişti. Olağanüstü tasvirlerle yazı olmaktan çıkıp resim, hatta film olup ruhuma akmıştı her sayfa.

Kitap; onu  bitirdiğinizde  daha önce benzerlerini gördüğünüz, bildiğiniz, okuduğunuz bir olağanlık hali algısını, aklınızın bir köşesine yerleştirebilecek, hatta yerleştirecek belki.

Ama inanın son sayfayı kapatıp bitirdiğinizde kitabı; ruhunuz çağlayan olup akacak, uzunca bir süre bu kitabın öyküsünü düşüneceksiniz. Bir roman değil de, içinde kıyısında köşesinde olduğunuz bir öykünün yüreğinizdeki yansımalarını ve acılarını hissedeceksiniz. Önünüzdeki bir kaç gün boyunca bu olağanlık duygusundan çıkıp, kare kare kitabın her anını düşünüp, kahramanı bir kez daha gözünüzden geçirip, koluna takılıp yürüyeceksiniz. Kitabın en temel özelliği, en ters köşe hali de bu kanımca; olağanlık duygunuzla olağanın dışı bir şekilde sizi duvardan duvara çarpması...

Çok sağlam ve dokunaklı bir öykünün içinde tutkunun tadına varırken, sayfa 34 deki şu cümlelerin: İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı... Bir de ben bu halimlekalkıp başka bir insanin kafasının içini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldigimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?'' anafikirliğinde, kitabın arkasındaki  cümlelerde ifade bulan bir lezzette, çok ama çok kaliteli bir roman okuduğunuzu görecekseniz:

''Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor."

Okuyun okutun! Benim okumasını önerdiğim, hediye ettiğim her insandan geri dönüşleri muhteşemdi. Ki Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın her zaman der ki: Sadece o kitabı okumamı sağladığın için bile sen çok iyi bir adamsın... 14 Şubat geliyor, aklınızın not defterinde bulunsun.

Şarkılar: Nükhet Duru- Klasikler albümünden; Ben Gene Sana Vurgunum ve Melankoli

23 Ocak 2009 Cuma

Düş'e Alt Yazı...6



01:06:02 adamın e-postasına düş(tü)




05:52:18 kadının e-postasına düş(medi)




08:14:08 kadının e-postasına düş(medi)




09:44:58 kadının e-postasına düş(medi)




11:42:27 kadının e-postasına düş(en)


yerim lan ben seni kadın:))yüreğini çerçeve edip dünyanın en güzel müzesine kaldırarak ama;yürek neymiş görsün cümle alem diye:))Bak; seni öpesim ,sana kahve ısmarlayasım,akşamda kolumun altına sıkıştırıp sinemaya götüresim,sinemadan çıkınca serseri bir barda, bar sandalyesine oturup,ayakta sırtı bana dönük duran senin omuzuna çenemi, kulağına sesimi koyup seninle sallanırken, sahnedeki müziğe eşlik edesim geldi:))

Senin edesin ???....;)


11:49:26 adamın e-postasına düş(en)


***********


Müzik Şevval Sam-İstanbul Secret's With Şevval Sam albümünden River Song.
Şiir Hasan Bahri Ünlü'nün Henüz Yüzleşemediğim Sevgilim VIII adlı şiiri.

22 Ocak 2009 Perşembe

Bir Nikâh Günü...



Nasıl araba kullandığım ortada olduğundan, daha çok da kullandığım arabadan dolayı gelin arabası olmam teklif edildi. Bu sıcak baktığım bir olay olmamasına rağmen burnu büyüklük havası yaratmasın diye, biraz da bir kaç arkadaşımın ısrarlarını kıramayarak kabul ettim.

Nikah günü arabayı mümkün olan en sade şekilde süslettim; bu da ön tampondan arka tampona giden iki renkli kurdele ve ön kaputun sol köşesine yerleştirilmiş kır çiçeklerinden ibaretti. Nikah sahiplerinin pek hoşuna gitmese de bu süsleme, menim özüm sadeliği ve onun şıklığını sevdiğinden katlanmak durumunda kaldılar. Ha bir de şu var tabii, isterlerse katlanmasınlar; hava atmak gibi olmasın ama arabanın markasını buraya yazsam bir "oooo" sesi yükselir, kesin. Ayrıca gelin arabası sadece şoförüne gelin arabalığı yapmak için o vakti beklediğinden; ne damatlar ne gelinler istedi de kabul edilmedi istekleri hiç bir zaman.

Doğal olarak güne, gelini kuaföre bırakarak başladık. Nikah vaktine az bir süre kala evine getirilen gelin, gelin arabası önderliğindeki oldukça kalabalık bir konvoyla, adet yerini bulsun diye bir de, evinden alınmaya gidildi. Bende, siren sesi de dahil, cenaze marşından düğün marşına kadar toplamda 24 çok bilinen melodiyi çalabilen bir korna var. Normalde düğün marşı çalarak gitmemiz gereken yere, "hem ağlarım hem hem giderim" geleneğimize uygun olması açısından, hem de ağlamalardan dolayı cenaze evlerine benzetildiği için gelin evleri... Birde genelde erkeklerin ölüm ilanı olduğundan bu anlar... Valla benim suçum yok, içimdeki malum kişi paçalarıma "hadi hadi" diye yapıştığı için birde; cenaze marşı çalmaya başladım ben. Yalnız bu fırlama hali fazla uzatmayarak kısa kesip, keyifli şarkılar eşliğinde, gelini ve damadı yanlarındaki geleneksel bir bilenle arkaya, damadın kız kardeşini de öne bindirdikten sonra harekete hazır hale geldik.

Bana, en çok yol kesip para isteyenler konusunda güvenildiği, bu durumlardan sıyrılmak, bana bulaşan başka arabalarla cebelleşmek en büyük zevkim olduğundan damat, her ihtimale karşı zarflarla önde oturan damadın kız kardeşi gayet rahattılar. Onlar rahat da, benim içimdeki malum kişi kıpır kıpır. Onları mutlu edecek çok havalı bir kalkıştan sonra güzergahın sakinliğinden dolayı tercih ettiğim çevre yoluna çıkışın ilk köşesinde, o mahallenin çocukları, çok beklendik bir şekilde önümü kestiler. Sağda koca bir kaldırım "Buyur buradan geç". demesine rağmen, benim bu kez geçesim gelmedi. Pırıl pırıl gözlerinden yoksulluk akan çocuklara dayanamadı yüreğim. Sürekli içlerinde olduğum için çok iyi bildiğim o mahalleden özellikle geçmeyi kafaya koymuştum zaten baştan. Dolayısıyla, görümce son çocuğa kadar bayılmak zorunda kaldı zarfları. Ama adalet dağıtmayı çok seven ben, orada kayıp olarak gördüklerinin çok daha fazlasını nikah dairesinin etrafına çöreklenmiş, arabaya yapışıp bırakmayan, önüne yatmak dahil her çeşit numarayı yaparak "İstersen çiğne beni." diye bekleyen profesyonellerin hiç birini kırmayarak, onlara kimle dans ettiklerini unutturmayacak şekilde, akıllarında vücutlarında izler bırakarak telafi ettim.

İçimdeki malum kişi nikah salonunda ve nikah boyunca beni hiç rahat bırakmadı, sürekli tahrik etti. Sonunda ısrarlarına dayanamayarak ve mecburiyetten ona katılarak senaryoyu oluşturdum. Şu anda şehirde çok önemli bir meslek örgütünün başkanı olan arkadaşa planı anlattım. O da, üzerinde mutabık kaldığımız ve bizimle olmasını istediğimiz insanları bilgilendirerek gerekli organizasyonu yaptı.

Nikah ardından takı, tebrik, fotoğraf faslı falan bittikten sonra ben önde, konvoy arkada düğün yemeği için damadın evine doğru yol alırken, planda işlemeye başladı. Bizimle gelmelerine karar verdiğimiz iki arabayla ötekilerin arasına konuşlanan arkadaşım, anlaştığımız kavşağa yanaştığımızda, formula birde takım arkadaşına çıkışta avantaj sağlamak amaçlı arkadakileri tutan ikinci araba pozisyonunu alır almaz, ben ilk kavşaktan sağa dönüp bastım gittim; arkamdaki iki arabayla birlikte... Diğer arkadaş da, konvoyun kalanını damadın evine kadar hiç bir şey yokmuşçasına götürüp, gelinle damadı kaçırdığımızı söyleyip, ahaliyi haberdar ettikten bir süre sonra bize katıldı.

Kentin oldukça dışında, genelde kamyoncuların konakladığı, et mangal, ağırlıkla menemen yapan salaş yerlerden birine gittik. Hayatlarında ilk kez öyle bir yerde gelin damat, bir sürü şımşıkır hanım ve bey gören ahali, kendine çok sevimli bir çeki düzen verdi. İkram edilen çayları içip, karnını doyurmak isteyenler atıştırdıktan sonra dönmek üzereyken damat tuvalete gitmeye karar verdi. O bunu söyleyince, benim ampulüm yandı. O içeri geçince, hemen ve hızla yeni planı anlattım. Bazıları "O kadarı da fazla!" deyip, özellikle kız kardeşleri ve gelin kıyamadıkları için damada; ufak bir tadilat yapmak zorunda kaldım planda. Arabaları ilerdeki kamyonların arkasına sakladık ve inip gizlendiğimiz yerden damadın tuvalet çıkışındaki halini izlemeye aldık.

Dışarı çıkan damadın ortalıkta kimseyi göremez hali görülmeye değerdi; ki benim kelimelerim durumu anlatmaya yetmez. Önce bunun şaka olabileceğini düşünüp sağa sola bakındığında kimseleri göremeyince, doğal olarak oradakilere de sordu, önceden ayarlanmış kamyon şoförlerinin oyuna katılmaları daha da güzeldi. Ortalıkta şaşkın ve üşümüş bir halde kalan damada, zaten kaçırılacakları konusunda da bilgilendirilmedikleri için hâlâ onun şaşkınlığındaki gelin hanım daha fazla dayanamadığından.. "Biran önce evimize gitsek, üzerimizdekilerden kurtulsak.."ın arzularından dolayı belki de ortaya çıkınca, kopan alkış kıyamet ve ikisinin hali çok hoştu.

Damadın şaşkınlığına ve inanmışlığına şaşırmayın! Çünkü, gelin arabasının sürücüsünün sınırlarını bilmiyorsunuz.


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP