Hayata bakışımda şikayet kültürü pek yoktur. Ve başkalarını suçlayıp oradan sonuç çıkarıp kendimi haklılamayı sevmem. Eğer karşımdaki kötü ve suçluysa bile, çektiğim zararın sorumluluğu bana aittir diye düşünürüm. O öyleydi de sen ne yaptından bakarım genellikle... Bu yazı ülkenin bu günlerine o mantıkla bir bakıştır.
1980 öncesinde, toplumun her kesimiyle işbirliği halinde, sol değerlere ve toplumun tüm katmanlarına öncülük eden, genel başkanının adı dağlara taşlara yazılan bir parti vardır. Ve faşizmin tavan yaptığı, olağanüstü güçlü oligarşik bir yapının olduğu yıllarda, olağanüstü coşkulu, tüm sol güçlerle kucaklaşılmış bir seçimde, tüm bu olumsuzluklara rağmen %42 oy alır bu parti... Ve bu gücün, yani o sol potansiyelin önü bir darbe ile kesilir.
1980 darbesinin ardından solsuzlaştırılmış Türkiye'de, ilk genel seçimlere gidilir. Seçime sol adına katılan ve devlet eliyle kurulmuş gibi duran Halkçı Parti vardır. SODEP, Erdal İnönü dayanaklı bir veto yemiştir. ANAP'lı yıllar başlar. Yasakların kalkması konusunda, ne enteresandır ki; demokrosiyi savunması gerekirken, partilerin varlık sebepleri bu olmasına rağmen, iktidar partisi ANAP'ın, referandum sürecindeki, demokrasi kültürüne hiç yakışmayan her türden engelleme çabası ve karşı propagandası sonuç vermez ve yasaklar kalkar.
Bunun sonucunda solda; DSP, Halkçı Parti ve SODEP sahne alırlar.
O yılki genel seçimlerde ve yerel seçimlerde SODEP geçmişten gelen sol oyları toparlar; hem yerel seçimlerde hem de genel seçimlerde başarı elde eder. Aydın Güven Gürkan gibi, insan bir insanın Halkçı Parti genel başkanlığına seçilmesinin ardından, Halkçı Parti'nin SODEP'e katılımıyla SHP oluşur ve yapı biraz daha güçlenir.
Kurulduğu anda (SODEP iken) gencecik bir genel sekreter (Fikri Sağlar), onunla birlikte çok parlak gençlerle akil insanlardan oluşmuş, son derece demokratik, katılımcı, ben solcuyum diyen her kesimle ilişkileri iyi, temsil ettiği sınıflara önderlik yapan bir partidir SHP. Hatta çok önemli bir risk alarak -bir sonraki seçimde etnik milliyetçilik üzerinden siyaset yapmalarına rağmen- katılımcılığın bir gereği olarak, kendilerini meclis kürsüsünden ifade edebilmeleri adına DEP'i meclise sokar. Ve bu süreçte; hizipçiliği tavan yapmış ve o an itibariyle partinin genel sekreteri olan şahsiyet yüzünden, defalarca kurultay yapmak zorunda kalınır. Her seferinde kaybeden hizipçi, katılımcı bir çaba harcamak yerine, yaşamı boyunca kendi konumunu düşündüğünden, sürekli koltuk fırsatı kollamaktadır.
Anayasada değişiklik yapılıp eski partilerin kendi adlarıyla yeniden açılabilmesi söz konusu olduğunda, beklenen fırsat da gelmiştir. Erdal İnönü'nün "CHP açıldığında biz SHP olarak ona katılalım, CHP çatısı altında bir büyük kongre yapalım ve orada genel başkan ve kurulları oluşturalım." önerisine, o anlamda bir kurultayı kaybedeceğini çok iyi bilen Bay Hizip, Ecevit'in de yine Bay Hizip yüzünden bir başka kırgın ve küskün olarak bütünleşmeye sıcak bakmaması yüzünden, kapanan partinin son genel başkan yardımcısı olması dolayısıyla yasal hakkı olduğu için, yeniden açılan CHP'nin başına kurulur ve yeniden üç parti olunur. Geçmişten gelen bir aşk olduğu için CHP, çok doğal olarak aklı karışan seçmen yine bölünür.
Bay Hizip her gün baktığı aynasında kendinden başkasını göremediği için ve kazayla da olsa ayna bazen, "ondan daha iyi birinin olduğunu ve halkın onu daha çok sevdiğini" söylediğinde, o insanı yok etme konusunda yeteri kadar elmaya sahip olduğundan, o yılki belediye seçimlerinde İstanbul'da SHP adayı Zülfü Livaneli'nin karşısına bir aday, Ankara'da yine SHP adayı Korel Köymen'in karşısına bir aday koyup oyları bölerek, çok ufak oy farklarıyla İstanbul'da Recep Tayyip Erdoğan'ın, Ankara'da Melih Gökçek'in başkan seçilmelerine olanak tanır.
Bunun böyle gitmeyeceğini anlayan iyi niyetli solcular, Murat Karayalçın'ın genel başkanlığı döneminde gereken fedakarlığı göstererek, daha büyük ve oy oranı yüksek bir parti olmasına rağmen bir büyük kurultayla SHP- CHP birleşmesini gerçekleştirirler. O dönemde, özellikle sermaye basının fazlasıyla vitrine çıkardığı ve parlattığı Baykal, biraz kamuoyunda oluşan bu rüzgarı ve daha fazlasıyla da bütün bir yaşamı boyunca son derece titizlikle ve çakal bir akılla oluşturduğu delege yapısı sonucu, partiye ufak bir oy farkıyla genel başkan olur. Bundan sonra, partide hızlı bir kıyımla SHP' den gelenlere ayrı bir bakış ortaya koyup onları dışlayarak, kesintisiz bir biçimde partiyi ufaltırken kendini büyüterek yola devam eder. Parti tüm sol gelenekleri ve kendi geçmişini inkar ederek hızlı bir biçimde, militarizmi destekleyen, sağ politikalar ve politikacılardan medet uman bir siyasi usluba doğru yol almaya başlar.
Daha sonra baraj altında kalınarak kaybedilen bir seçim sonucunda istifa etmek zorunda kalır. Altan Öymen genel başkan olur. Parti gerçek anlamda sol, sosyal demokrat parti olma yolunda yeniden yapılandırılırken; başta delege sistemi olmak üzere katılımcılığın önündeki tüm engelleri kaldırıp tam anlamıyla çağdaş bir parti oluşturma yönünde programdan başlayıp tüzüğe varana kadar toplumun tüm kesimleriyle ortak bir çaba içinde çalışılırken; bu yeni yapının kendisi için bir son olduğunu farkeder Bay Hizip. Yeniden, "halk beni istiyor" nidaları atarak kurultay çalışmalarına başlar. Zaten kendi oluşturduğu ve henüz değiştirilememiş yapının olanaklarını sonuna kadar kullanarak, çok az bir oy farkıyla da olsa yeniden genel başkan seçilir. Bütün bir değişimi gerçekleştirmek adına yapılan kurultaydaki tüm düşünceler, program, tüzük rafa kaldırılır. Yeniden tek kişinin partisi olma haline doğru yol alan CHP'de, sol düşüncedeki insanların sempatisini kazanmış, kendisine rakip olabilme olasılığı yüksek kişiler hızla partinin hatta siyasetin dışına itilirler.
Yeni kurulmuş bir parti olan AKP katıldığı ilk seçimden birinci parti çıkar ve tek başına iktidarı alır. İkinci parti CHP dir. İki partili bir meclis oluşur. DYP çok küçük bir yüzdeyle barajın altında kalır. Ama Siirt'te seçim kazanan ve oyların büyük bir çoğunluğunu alan Jet Fadıl, dokunulmazlığı kaldırılıp mahkum olunca; orada, yeniden bir seçim söz konusu olur. Normalde, o seçimin oylarının genel seçim oylarının yüzdelerini etkilemesi gerekirken, bütün demokratik ahlakı bir kenara bırakan bizim küçük hesapların hini, AKP ile işbirliğine gidip yasada gerekli değişikliklerin yapılmasına olanak sağlayarak, Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasına sebep olur. Aynı zamanda da, Siirt oylarının genel seçim sonuçlarına etkisi engellenerek DYP'nin barajı aşmasına olanak tanınmaz ve dolayısıyla bu durumun kendi milletvekili sayılarına vereceği zarar engellenmiş olur. Peki tüm bunların ülkeye bedeli ne olmuştur? Bugüne baktığımızda özellikle sol tandanslı insanlar olarak kime kızmamız gerekir?
Hayatı boyunca solcu olmanın gereği ne varsa hepsinin tersini yapmış, partinin büyümesine olanak sağlayacak tüm insanları kendi koltuğunun tehdidi görüp tasfiye etmiş, kocaman bir sol seçmen kitlesini parti anlamında seçeneksiz bırakmış, küstürmüş... Partinin toplumun tüm kesimleriyle bağını kopartmış, temsil etmesi gereken kesimlerin son derece uzağında bir siyasetle onları yalnızlaştırmış biri hâlâ orada dururken, siyasete tavırsal olarak müdahale edip öncülük etmesi gerekirken, bir siyasi partinin muhalefet alanlarını ve yapması gerekenleri sivil toplum örgütlerine, bir takım kurumlara terk etmiş ve onların çabalarının ve bu çabaların rantlarını yemenin hesaplarını yapmış, her seçim döneminde toplumda kabul gören insanların parlaklığından yararlanmak adına onları bünyesine alıp onların seçim ertesinde ise sessiz kalmamaları sonucu kapı dışarı etmiş biri orada dururken... Bence; Türkiye'nin yakın dönemine verdiği zararlarla aslında uzun vadedeki geleceğini tüketmiş, iktidar olmak ve bu ülkeyi yönetmek gibi bir arzusu olmayan, hayatı boyunca hiç bir risk ve sorumluluk almamış, bir çaba ortaya koymayıp parti içi hukuksuzluğa ve hazıra sırtını dayamış, toplamda hiç bir zaman %35'in altına düşmemiş sol oyları DSP'nin de CHP çatısı altında girdiği yani tek sol parti olarak katılınan bir seçimde bile tüketmiş, kendi dışında kimseyi umursamamış biri hâlâ varken biz niye ona buna kızıyoruz ki ...
Ben artık ona da kızmıyorum; ama, uzun yıllardır ortaya koyduğum görüşlerim yüzünden arkadaşlarımın içinde çoğu zaman tek kalsam da bugün haklılığımın onlar tarafından kabul edilmiş olmasına da sevinemiyorum. Minicik çocuklarken, daha bıyıkları aşklara terlememiş, hayalleri henüz duvarlara çarpıp un ufak olmamış, ortaokul, lise düzeyinde pırıl pırıl öğrencilerken, ergen yaşların ele avuca sığmaz heyecanlarını kenar mahallelerdeki, fabrikalardaki, tarlalardaki yoksulluğa harcamış, yaşamını tüketmiş, bedenlerinin bir parçasını işkencelerde bırakmış arkadaşlarım için üzülüyorum. Ve bugün, benzer gençlerin arkasında duracak, onlara güven olacak, içinde onların sesinin de yankılandığı bir sol parti olmadığına, olamadığına üzülüyorum. Ve eski (CHP) parti binasının bahçesinde tüm fraksiyoner farklılıklarımızı unutup şarkılar ve türkülerle sarmaş dolaş olduğumuz o muhteşem seçim gecesinin devrim tadındaki coşkusunu özlüyorum.
Karikatür Haslet Soyöz'e aittir.
Nostalji Köşesi 2: Bedenini Sevmek
7 saat önce