27 Ocak 2010 Çarşamba

Anarşist


Özgürlüğü; uçsuz, sakin ve çoğu kez acımasız, fakat her şeye rağmen yaşanılası doğada arar. Keşke ve belki ile başlayan tüm cümleleri katleder... Aşkı dahi fethetmiştir o. Burnuna en natürel havayı çeker. Gencecik bedeninde el değmemiş rüzgarları hisseder. Kimsenin hürriyeti değildir; lakin hiç kimse de değildir!

captaiin - into the wild yorumundan...


Sabah yağan karın altında inadına dimdik duran, mevsime anarşist bahar dalları başı dik bir özgürlüğün timsalli gibiydiler de...

25 Ocak 2010 Pazartesi

''Yalnızlık 2 Satır''

Sabahın en erkeninde, elimde kahve kokusu karın yağışını izlerken...

Tadını çıkarırken her bir taneciğin -kışa inat çiçek açmış- bahar dallarının üzerini tül tül örtüşünün...

Bir yandan da bloglarda dolaşıyordum.

Gretchen, Mussano, Peyami ve Alpiko'nun ortak blogları Macar Salatası'nda takılı kaldım.

Gretchen'in -ki neden bu kadar az yazar diye de düşünürüm hep- Yalnızlık İki Satır başlıklı yazısında sözünü ettiği şarkıyı merak edip aramaya başladım Google'da.

Adını hiç duymadığım birileriydi şarkının sahipleri: Abluka Alarm.

Klibi bulup izlemeye başladığımda utancım iki katına çıktı.

Abluka Alarm şehrimdendi, üstelik klipteki tüm mekanlar da benim mahallemdendi.

Romanımsı etiketli ...Sen Özgür Bir Kuşsun Neyleyim Ben başta olmak üzere bir çok yazımda sözünü ettiğim -karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren- iskele neredeyse baş roldeydi.

Yeniden yapılışındaki hoşluğu ve vefayı çok iyi bildiğim Fener Plajındaki fenerle birlikte...

Kusurum; arada bir çocukların mp3 çalarlarından dinlediğim bir kaç popüler kişinin, popüler bir kaç şarkısı dışında türe uzak kalmamdandır. Affola

Meraklısına not: Abluka Alarm'ın çok güzel bir sitesi ve siteden uzantılı bir blogu var. İlgilenirseniz buradan buyurabilirsiniz.




24 Ocak 2010 Pazar

Farkında mıyız?


Düştükleri yere ağıt etmeye gelmiyorum,
Size koşuyorum yaşayanlara;
Hepinize koşuyorum
Ve göğsümü yumrukluyorum:
Sizlerden önce ölenler oldu hatırında mı?


Pablo Neruda

22 Ocak 2010 Cuma

Park


gece
birbirlerinin üzerini örtüyorlardı...

sabah
sandviç ekmekleri almaya gidiyorlardı.

öğlen
sandviçleri ellerinde kitap okuyorlardı.

akşam
İlk şarap kırmızı kırmızı
Körpe bir bebek gibi sımsıcak
İkincisi gürbüz mü gürbüz
Sanırsın şehlevent avaz
Üçüncüsü sapsarı yakut
Yangından ve gelincikten

gece
birbirlerinin üzerini örtüyorlardı...


İkisinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!

İtalik dizeler, Paplo Neruda 'nın 'Tembel' ve 'Asma Çubuğu ve Rüzgar ' adlı şiirlerindendir.

21 Ocak 2010 Perşembe

Bir Aşk Masalı

Yıllar önce bir Amerikan Dizisi olan Acil Servis'in bir bölümündeki diyalog aklıma kazınmış ve bu kısacık an, arkadaşlarla (eğitimde ve sağlıkta) özelleştirme konusunda yaptığımız pek çok tartışmada kullandığım en önemli örnek olmuştu.

Söz konusu bölümde hastanenin patronu acil servis doktoruna röntgen servisinin zarar ettiği konusunda serzenişte bulunmuştu. Pardon! Serzenişte bulunmak patron lugatına uygun düşmediğinden doktorlara ayar vermişti diye düzeltiyorum cümleyi.

Kapitalist dünyanın nimetleriyle teslim alınmış doktorlar bu ayarın ardından, her vakayı röntgene yönlendirerek kısa sürede bölümü kâra geçirip patronlarının yüzünü güldürmüş hem de kendi geleceklerini(!) kurtarmışlardı.

Bu arada yazımın gidişatından yola çıkarak tam gün yasası dolayısıyla doktorları günah keçisi yaparak hedef tahtasına döndürüp kamuoyunun şimşeklerini sürekli onlara yönlendiren sağlık bakanı ve başbakanla aynı düzlemde bir duruşla doktorlara giydireceğim anlaşılmasın.

Fotoğrafını çekmek istediğim durum şudur: Sağlıkta ve sosyal güvenlikte yaptığı atılımlarla övünen iktidar -ki benimde hoşuma giden bir icraattı- sosyal güvenlikten yararlanabilen vatandaşları çok küçük bedeller karşılığında özel sağlık kurumlarına yönlendirerek bir anlamda müşterinin ayağını özel hastanelere alıştırdı. Bu potansiyeli fark eden, elinde sermayesi olan ve tıpla doktora gitmekten öte uzak yakın bir alakası bulunmayan bir çok (tüccar)insan; elbette o alandaki kârı gözeterek ve tümüyle ticari önceliklerle sağlık alanına da el attı.

Her işe dalmakta üstüne olmayan plansız programsız esnaf mantıklı Türk işadamları(!) sayesinde pek çok şehirde ve kasabada çok sayıda özel sağlık kuruluşu ve hastane ortaya çıktı. Doğal olarak bu hastaneler popüler doktorları marka değerlerini artırmak için hastanelerine transfer ettiler. E insanlarda mevcut iktidarın sözde sağlık reformları sayesinde para ödemeden ya da düşük bedeller karşılığı -üstelikte devlete ait hastanelerdeki keşmeşkeşten kurtularak- özel hastanelerden hizmet almaya başladılar. Vatandaş durumdan memnundu. Aşkını tazeleyip diğer bir takım yemlerin de gazıyla daha yüksek oylarla iktidarı pekiştirdi.

Şimdi görüyoruz ki sağlık bakanlığı, pasta küçülünce bağırmaya başlayan hastanelerden gelen baskılar üzerine, daha açıkcası iktidara yakın cenahtaki insanların bu hastanecilik işine girmelerinden sonra katkı paylarını artırarak hizmeti bir bakıma paralı hale getirdi. Üstelik de hastaneleri hizmet ve teknolojik özelliklerine göre sınıflandırıp % 70 ile % 30 arasında değişen katkı payı oranları belirleyerek sağlık hizmeti alacaklara paran kadar konuş dedi ve kendi sorumluluklarının oranını azalttı.

E şimdi durup bir düşünelim! Konu sağlık olduğunda, kim sevdikleri için neyi var neyi yok elden çıkarmayı göze almaz ki? Üstelik de özel hastane rahatlığının demosunu yaşamışken...

Hani bir fıkra vardır; insanlar ölürler ve öteki dünyaya giderler. Mahşer günü gelir ve kimi günahkarlara cehennem gösterilir. Neşeli, içkili ve eğlencelidir cehennem. Zihinlerin idolü pek çok seks yıldızı, bir sürü güzel erkek ve kadın da orada ikamet etmektedir. Camdan bakıp içeriyi görenler sevinirler cehennemin bu haline ve dalarlar kapısından içeri. Yaşadıklarının, gördüklerinden çok farklı olma halinin acısıyla cayır cayır yanarken de sorarlar: "O gördüklerimiz neydi?" Yanıt manidardır: Onlar reklamlardı!

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilip yaygınlaşmasının ve kalitesinin Türkiyeye dönük bir sağlık turizmi başlattığı söylenmekte. Ortadaki rakamlar da bunu doğruluyor. Kapitalizmin kar mantığından baktığımız da tablo başarılı da addedilebilir. Bir de hepimizin fark ettiği üzere hızla yeni hastaneler yapılmakta... Bu da pastanın gittikçe daralacağı anlamına geliyor. Türk tüccarının kalitede rekabet etmek gibi bir sorunu olmadığını da göz önünde tutarsak, yüksek karlara alışmış Türk sermayesinin yakın bir gelecekte ellerindeki hastaneleri yabancı şirketlere satacağını öngörebiliriz. Devletin, öncelikle sosyal devlet olması gerektiği olgusundan yola çıkıp ve de otellerin ve turların yabancıya ucuz vatandaşa pahalı hallerini göz önüne alıp ''görünen'' geleceğimizi şimdiden görebilir(miy)iz!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP