Kardeşe, "Sabah beni berbere bırakabilir misin?" diyorum. "7:30'da aşağıda ol," diyor. Krize dayanamayan berberim uzun bir yokuşun epeyi yukarı bir noktasından girilen sokaktaki küçük bir dükkâna taşındı. Başta yadırgadım ama sonra bulunduğu coğrafya hoşuma gitti. Üstelik minik ve bir mimarın adı verilmiş şirin bir de park var, havalar sıcakken oturup kitap okumuştum.
7:30'da aşağıdayım. Hava kapalı ve soğuk. Üstelik 9'dan önce açmıyorlar dükkânı. Buna seviniyorum bir yandan, kocaman bir cami var bölgede; onun merdivenlerinden çıkılan, aynı zamanda üst ve yan sokaktan da girilebilen, içinde bir çay ocağı, alana serpiştirilmiş masalar olan minik ağaçlı, sarmaşık güllü, park tadında keyifli de bir alan. Kahvaltı yapmadan geliyorum çünkü yokuşu tekrar çıkmak gerekse de biraz aşağıda şahane bir fırın-pastane var. Kardeşle vedalaşınca doğrudan oraya yürüyorum.
"İki kol böreği; biri kıymalı diğeri peynirli lütfen,"
"Bir de şu üzerinde toz şekerler olan içi kakaolu ay şeklindeki milföy pastadan lütfen."
Çay ocağının olduğu kısıma doğru yokuşu yürüyorum. İçeri geçip bir büyük çay lütfen diyor, yağmur izleri olan dış masalardan birine oturuyorum. Çayımla birlikte böreklerin peynirli olanından başlamışken ve işi ağırdan alırken ana caddenin yokuşunu inen bir Patpat'ın, yokuşu çıkıp sol sokağa dönmeye niyetlenen araca fren yapmasına rağmen ve ıslak olduğu için yerler çarpması ile birlikte herkes olay mahalline yürüyor. Sonra ambulans, ardından polis derken, halkımızın olay yorumlarının yanı sıra hukuk bilgilerini de dinlemek durumunda kalıyorum ve ikinci ama bu kez küçük bir çay istiyorum.
Sırt çantamda biri bitmek üzere olan iki ince kitap var.
Bir iki çevre turu daha atıyor, berberin tam karşısındaki bahçe duvarına oturuyorum ve sonra berberim görünüyor. Elinde kahvaltılıkları var. Tüm ısrarlarıma rağmen önce saçlarım kesiliyor; teşekkür ediyor, ellerine sağlık deyip hayırlı işler dileyerek bu kez eve doğru yokuşu inmeye başlıyorum. Ayaklarım kısmen yerden kesik. Dün akşam enn sevdiğim kadın arayınca uzun uzun ve çok keyifli konuştuk, bir sürü şeyden ve vizyondaki filmlerden bahsettik ki o Kurak Günler'in altını sürekli çizdi, ısrarla önerdi. Ona bir süredir hayal ettiğim bir planımdan söz ettim. Dedim ki bir kaç gündür fikrim dürtüyor beni, bir dahaki haftasonu, masayı salonun denize bakan Fransızına kuralım, balıkçıya balık, salata, kalamar, tatlı sipariş verelim, midyeciden midyeler alalım ve Leyla'nın beyazından açalım.
Nedense fikrim bir seçenek olarak rakıyı sunmadı bana?!
Acaba deniz, gece, mum ışıkları, müzik nedeniyle mi rakıyı iteledi fikrim, diye düşünmedim. Enn Sevdiğim Kadın salatayı biz yaparız dese de kabul etmedim. Anlaştık.
Sonra bu çookkk tatlı kadının hayatımda tuttuğu alan ve kıymeti üzerine düşündüm ve çok sevindim. Onca yıl sonra bile defalarca, çok hoş ve farklı mekânlarda yaşanmış bir eylemin sanki ilkmiş gibi bir heyecanla konuşulması bile insanı nasıl bir hoşluğa sürüklüyor gibi bir sorgulama içine de girmedim! Çünkü onunla ne yapıyorsak yapalım, her sefer -taze- bir ilk benim için.
Ne kadar farklı düşünmeye çabalasam da duygum bu.
Oysa dünyayı kaç kere turlayacak kadar yolculuk yaptık, birlikte uyuduk, birlikte zaman geçirdik.
Tamam, pandemide kurallara uyduk, fiziken olsa da fikren uzak düşmedik.
Sonra şöyle düşündüm: bu benim iyi bir insan, sevgili bir kul olmamın Tanrı tarafından ödüllendirilmesi galiba.
Berberden çıkıp eve doğru yokuşu inerken ayaklarım yerden kesikti, berber işini hallettim diye mi sevinmiştim pek anlayamadım. Ay çöreği almak için mahallemizin en iyi ay çöreği yapan pastanesine girdim, aldım ve ona evde blog okurken ve yazarken bir kahve eklerim diye düşündüm.
Bunun, direk filtre kahve şekersiz mi yoksa sütlü ve şekerli filitre kahve mi olacağı konusunda bir fikri bünyede tartışmaya meydan vermedim.
Cadde çok hoştu, çok hoş kadınlar vardı ancak hiçbiri ile ilgilenmedim. Eve gelir gelmez doğru duşa girdim. Berber giysilerimi makineye attım.
Sonra, dün bir milyon kere Lila Downs-Mercedes Sosa düeti dinlemiş olmamın üzerine yeniden laptopu açıp, piyasalara şöyle bir göz gezdirip, bir yandan oraya bakarken bir milyon kere daha Lila Downs ile Mercedes Sosa'nın Yaşama Sebebi adlı düetlerini dinledim.
Bu sabah bütün bunları yazmayı kafaya koymuştum. Görüldüğü üzere verdiğim tüm sözleri tutmuş oldum. Üstelik hava hiç öyle hissettirmezken berberim "20 derece bugün," demişti. Bir alaylı meteorolog olarak onu ciddiye almamıştım. Sanırım o sırada enn sevdiğim kadınla kuracağımız masanın ve akşamın ön izlemesini yaşıyordum.
Şu an güneş var, ve öğle yemeği için planlar yapıyorum.
Kahve-ay çöreği fikrimi bekletiyorum...
Ve Cesaria Evora Paris 2004 konserini, iş arası yapıp bayıla bayıla dinliyorum.
14 Kasım Perşembe
1 saat önce