10 Şubat 2012 Cuma

Bugün 10 Şubat: Günün Anlam ve Önemine Dair..

Hayatta insana kademe atlatan, geriye dönüp baktığında "Ben bunları bunları yapmışım be!" dedirten, kendine güvenini arttıran bazı kırılma anları vardır. Ona hayatının değerini farkettiren, kendine ve çevresine bundan böyle daha farklı bir gözle bakmasını sağlayan anlardır bunlar.

Hayatımın şimdiye kadarki en büyük olayı şüphesiz, geçtiğimiz yıl bugün, içinde bulunduğum Polonya Havayolları'na ait uçağın Varşova Chopin Uluslararası Havaalanına inmesiyle başlayan 5 aylık süreçti. Bambaşka topraklarda bambaşka hayatlar, bambaşka bakış açıları tanıdım. En önemlisi kendimi tanıdım. Daha doğrusu daha önceden duyduğum, okuduğum, hatta filmlerde şahit olduğum birçok olayı birebir içinde yer alarak test ettim. Kimi zaman olayın merkezinde kimi zaman çevresindeydim; ama hep bana birşeyler katacak kıssadan hisseler çıkartmaya gayret ettim.

Bu 5 aylık süreç, geriye dönüp baktığımda bana 5 yıl sürmüş gibi geliyorsa, hayatımda daha önce edinmediğim kadar tecrübe edinmişim demektir. Pişmanlıklar, "Keşke şunu da yapsaydım" dediğim şeyler yok mu? Elbette var. Günah çıkartmam gerekirse söyleyecek çok şeyim var. Ama bardağın dolu tarafına baktığımda kazandığım şeylerin sayısı hiç de azımsanamaz.

Hayatımızı farkında olarak ya da olmayarak yaptığımız seçimler belirler. Bu seçimlerden farkında olarak yaptıklarımın en doğrusu sanırım Erasmus'tu. Hayatımda daha önceden yapmış olduğum; ancak farkında olmadığım ya da çok önemli olmadığını düşündüğüm doğru seçimleri bile yeniden değerlendirmemi sağlayarak, birer deneyim olarak belleğime yeniden okuttu. Polonya'da geçirdiğim her bir dakika, -çoğunun anın akışı içinde farkına varamasam da- şüphesiz ufkumu genişletti, bana eldeki şeylerle yetinebilmenin, şikayet etmemenin, hayata her şartta pozitif bakabilmenin sözde değil özde önemli şeyler olduğunu, bizzat tecrübe ettirerek gösterdi.

Erasmus bana düşünsel ve eylemsel anlamda çok şey kattı. Burada hepsini yazabileceğimi sanmıyorum. Yalnızca tarihe bu günün benim için önemini vurgulayan küçük bir not düşmek istedim. Belki 5 ayda sırasıyla edindiğim birkaç deneyimi özlü sözler versiyonunda aktarabilirim.

Erasmus bana:

1-Daha önce soğuğu sevmeyen, kaloriferli evin rahatlığına hayran konformist bir çocuk olarak -20'leri gösterdi. İki ay karlar altında yaşattı. Esas olanın meteorolojik hava durumu değil, insanın havasının durumu olduğunu öğretti.

2-Uzun yıllar tek başına yolculuk etmekten, sinemaya restauranta gitmekten, hatta yolda yürümekten bile çekinen bir çocukken, hayatta bize karakter kazandıran eylemlerin tek başımıza çıkardığımız keyifler olduğunu fısıldadı kulağıma. İnsanın tek başına zaferler kazandığını gördüğünde, korkularının üzerine gidip onları yendiğinde, hatta onları artık stres topu gibi görmeye başladığında büyüdüğünü işaret etti.

3-Bir dilencinin bile mutlu olabildiğini gördüm, insanları sosyal statüsüne göre değerlendirmemek gerektiğini, Avrupalıların bizden çok üstün ya da çok zeki varlıklar değil, aslında bizim gibi sıradan insanlar olduğunu gösterdi. Bizden tek farklarının, kısaca kültür denerek geçilen; ancak içinde insan ilişkilerinde samimiyeti, aklınızı özgür bırakabilmenin önemini, küçük şeylerden mutluluklar yaratabilmenin değerini barındıran, hayata bakışınızı güçlendiren yaşam tarzları olduğunu öğretti.

4-Dünyanın her köşesinde, insanın olduğu her yerde benzer sıkıntıların ve mutlulukların olduğunu, başımıza gelen ufak tefek aksilikleri yalnızca bizim başımıza gelmiş gibi düşünmememiz gerektiğini söyledi.

5-İnsanlarla aramıza kendi kuruntularımızın oluşturduğu önyargılarla örülmüş duvarlar koymadan yaşamamız gerektiğini, karşımızdakini bizim gibi düşünmeye ya da davranmaya zorlamanın anlamsızlığını, sağlam arkadaşlığın ya da aşkın karşılıksız kurulabileceğini birkez daha gösterdi.

Çünkü Rotterdamlı Desiderius Erasmus bundan 500 yıl önce doğru hayatın, her koşul altında iç özgürlüğünü koruma uğrunda çaba harcamak, kimsenin efendisi olmaya kalkışmamak, fakat kimseye de boyun eğmemek; hiçbir sav ya da düşünceye baştan düşmanca yaklaşmamak, ama buyurgan nitelik almaya başladığı anda her savın ya da düşüncenin karşısına dikilmek olduğunu söylemişti.

5 Şubat 2012 Pazar

Zamanın Bedeni



...bol dumanlı, uzak bakışlı...


...kalabalık müzik içinde gülen düş...


...yazılmamış şarkının kokusu..


...kış güneşi sancılar çekerken güne...


...bankın kalabalığı...



kelimeler buradan...
hatta buradan da
Şarkı Müslüm Gürses- Artakalan (ü.d.k.v.e.t.k)
fotoğraflar Nikon L 23 ile sabahın erkeninde...

30 Ocak 2012 Pazartesi

İncecikten...




...dokunulmasın


uyanılmış oda


...bebek aydınlığın üstü...


.... hala temizlik kokulu ...


tazelik kokan soğuk


Çıtırtılı soba


saflık



Birsen Tezer Konseri?


hımmmmm!!!




kelimeler buradan

 *Birsen Tezer'in Cihan adlı albümünden...
*Fotoğraflar Nikon L23 ile.. .

26 Ocak 2012 Perşembe

Şahane Düğün

Adam, yani şu Buraneros, şu yazıları yazan kişi önceki akşam sanki kilolarca pirzola yemiş kelle gibiydi. Yazıyı neden ona bırakmadım? Çünkü abarttıkça abartacak, vik vik edecek, kasım kasım kasılacak, yok trene bindim, hava süperdi, ben de süperdim diyecek, kaldırım taşlarından girip ağaçlardan çıkacak, geceye ve denize vurgu yapacak, seyircinin kahkahalara boğulduğu oyuncuyla ilgili coşkusunu kanıt olarak ortaya saçıp, bunu önceden altını çizerek vurgulamış olmasının suyunu çıkaracak,  bu kendini bişey sanma halinden dolayı da damarıma basıp asabımı kışın göbeğindeki Everest buzuluna çıkaracak.

Mesela, daha önce yazdığı bir yazıdan, Sevgili Doktor'dan cümleler kopyalayarak : ''Oyundan söz etmeden önce de bir oyuncudan söz etmem gerekiyor: Banu Manioğlu. Sosyal, ekonomik ve sınıfsal konumları açısından farklı üç karakterin her birini başka bir oyuncu oynamış gibi, bir önceki skeçte canlandırdığı karakterin izini tümüyle silerek sevdirirken, yepyeni bir karakteri izleyici algısına yerleştirebilmek nasıl bir başarı olarak tanımlanırsa, tam anlamıyla o tanımın karşılığı bir oyunculuk gösterisiydi sergilediği." diyecek. Cümleleri bu oyundaki performansa referans yaparak, ben bu işlerden anlarımın havasını atıp, şımarıklığına tavan yaptıracak.

Banu Manioğlu'nun Şahane Düğün'de  canlandırdığı karaktere methiyeler dizerek her oyunda bambaşka  bedenlere bürünüp, başka başka karakterler olabilme becerisine vurgu yapacak, hatta şu cümleyi kuracak: "Şimdi düşünüyorum da  Şahane Düğün'deki kat görevlisini  bundan öte kim oynasa insan kıyaslar, gözler onu arar, yabancılar. Banu Manioğlu öylesine gerçek, öylesine sempatik ve öylesine kalıcı bir kimlik haline getirdi ki karakteri, öylesine kazıdı ki seyircinin algısına, bu oyunu bir başka zamanda bir başka oyuncuyla izleseniz, benimsemeniz çok çok zor."

Bununla yetinmeyip  doğruluğuna bir kez daha tanıklık etmiş olmanın keyfini çıkara çıkara,  yine yazısında kullandığı şu cümleleri gözünüze sokacak : "Olağanüstü bir oyuncu izledim ben salı gecesi, bunu çok net söyleyebilirim. Size önerim; bu adı not alın ve onun oynadığı oyunlara gözünüz kapalı gidin. Emin olun ki, izlediğiniz oyun ne kadar kötü olursa olsun, Banu Manioğlu performansının bırakacağı tat, yetecek size."  

Daha da ileri gidip -seyirci coşkusuyla kanıtlanmış- bilmişlik halinden aldığı gazla iyice kasılıp gemi azıya alarak,
"Bu oyundan Banu Manioğlu'nu çekip alsak seyirci bu kadar gülüp bu kadar coşkuyla izler miydi oyunu?" diye bir soru soracak. Sonra Banu Manioğlu performansının ve can verdiği karakterin oyunu çoğaltıp seyircinin gönlüne soktuğunu, onun performansının diğer oyuncuların performanslarının da benimsenip sevilmesine, anlam kazanmasına, dolayısıyla diğer karakterlerin de parlamasına neden olduğunun altını çizecek .

Fakat! Durağan başlayan oyunda ne olup bittiğini anlamaya çalışan izleyicinin; Banu Manioğlu'nun sahne almasıyla birlikte kopup coştuğu, kendisinin de gözünden yaşlar gelecek kadar güldüğü anlarda, tepeden gelen ve kendisine odaklanmış ışığın altında; "Bakın bakın, ben bu oyuncuyla ilgili övgü dolu cümleler kurmuştum... ben demiştim... o yazıları yazan benim... o benim işte!" diyebilmek için yanıp tutuştuğundan; "Banu Manioğlu çok büyüksün." diye bağırmayı aklından geçirdiğinden;   kendine çevrilmiş hayran gözlerden gelecek " Bu adam biliyor canım!"  bakışlarını hayal ettiğinden söz etmeyecek.  Demedi demeyin.

Ben...
Pragmatik Şahsiyet.


İzleyici beğenisinin ve algısının göreceli olduğunu göz önüne aldığımızda bazı izleyicilerin daha önce izledikleri At ile kıyaslayıp -ki Ben izlediğim halde yazmadım-, onu daha komik ve eğlenceli buldukları... Yönetmen Hakan Çimenser'in dinamik bir kurgu ile sahnelediği, muhteşem bir bitim ile oyuncusunu taçlandırdığı, bir balayı odasında yaşanan karışıklığa çözüm ararken işin sarpa sarması üzerine kahkahaların çoğaldığı, mizahı güzel, eğlenceli ve tempolu bir oyun Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun  Şahane Düğün'ü. İzlenmeli... içinde Banu Manioğlu adı olan her oyun gibi!

25 Ocak 2012 Çarşamba

Varşova Yolcusu Kalmasın!


Geçtiğimiz sene okulunuzda girdiğiniz Erasmus sınavında dereceye girdiyseniz..

Okulunuzun Erasmus Koordinatörü ve AB Ofisi arasında yılmadan mekik dokuyup, bütün formlarınızı zor olsa da tamamladıysanız..

Lot'tan gidiş dönüş biletinizi uyanık olup erkenden indirimli aldıysanız..

Pasaport başvurunuzu yapıp, elinize geçtiği ilk gece onunla birlikte uyuduysanız..

İstanbul Başkonsolosluğu ya da Ankara'daki Polonya Büyükelçiliği'ne giderek, gerekli belgelerinizi eksiksiz bir şekilde tamamladığınız takdirde, sempatik çalışanları sayesinde iki dakika içinde sorunsuz bir şekilde vize başvurunuzu yaptıysanız..

D tipi vizenizle birlikte pasaportunuz size geri gönderildikten sonra Schengen haritasına heyecanla tekrar tekrar göz attıysanız..

Hibeniz yattıysa, ya da ekonomik durumunuz iyiyse, hatta gözünüzü karartıp: "Bi yolunu bulurum yeter ki gideyim!" dediyseniz..

Yapı Kredi'den Türk lirası hesabı açıp, hibenizi ya da aileden akrabadan gelen maddi destekleri bu hesaba yatırıp banka kartınızı elinize aldıysanız..

Finalleriniz başarılı bir şekilde geçtiyse, ya da: "Başlarım sınavına da hocasına da Erasmus'um lan ben artık!" dediyseniz..

Palace of Culture'ın yapılış hikayesini öğrendiyseniz, 2. Dünya Savaşı'nda bu neşeli halkın Varşova gettolarında çektiği acıları yüreğinizde hissettiyseniz..

Kafanızı tamemen boşaltıp, kendinizi mental olarak Avrupa hayatına hazırlayabildiyseniz..

Nerede kalacağım telaşına düşmeden, "Yaban ellerde ne yapacağım, inşallah orda Türk vardır, domuz eti mi yiyeceğiz?" gibi gereksiz kuruntulara girmeden..

50 kilo bavul doldurmadan, uzaya değil, sizin gibi etten kemikten yapılma insanların yaşadığı, herşeyin olduğu bir başka dünya kentine gideceğinizi bilerek..

Gidin Varşova'ya!

Unutmayın ki siz orada her dakika yeni bir tecrübe edinmenin mutluluğuyla, o bar senin bu şehir benim gezip tozup eğlenirken, bu topraklarda da mutlu olmaya çalışan; ancak sizin oradaki imkanlarınızın 10'da 1'ine bile sahip olamayan arkadaşlarınız olacak..

Ne kadar eğlenirseniz, onlar da o kadar mutlu olacak..

Kendilerine Erasmus'un kattığının 10'da birini katmayacak derslerden, sınavlardan vakit bulabilirlerse tabii!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP