15 Aralık 2009 Salı

Durum...


...yüzü hala güzelliğini koruyordu, o da ruhsal huzurunu, hislerini ve kalbinin katışıksız, dostça sıcaklığını yitirmeyen tüm kadınlardaki gibi yaşından epey genç görünüyordu.

Dostoyevski- Suç ve Ceza 3.kısım (sayfa 148)
Görsel: Victoria V.- widelec.org

14 Aralık 2009 Pazartesi

Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün 1

Komutanlarını, sorumluluk alanında olan o kente götürdükleri zamanlarda; o, gerekli denetimleri yaptıktan sonra yemeğe gidince, o ve arkadaşları da kışlanın askerleriyle takılırlardı. Oranın askerleri, daha doğrusu tabur komutanının şoförü, postası ve muhafızı maceralarını dillendirir, çapkınlıklarına vurgu yapar, aktıkları alemleri ballandıra ballandıra anlatırlardı. Nasıl olsa dilin kemiği yoktu ve gelenler de uzaktaki bir şehrin askerleriydi; görev dışında oraya gelme olasılıkları yoktu, dolayısıyla da dilediklerince hava atabilirlerdi.

O gece o şehre gitmeye karar vermişlerdi. Niyetleri, onların onca anlattıklarını aslında yüzlerine çalmaktı. Daha çok da alemin en fırlama askerleri olduklarını göze sokup, şöhretlerine şöhret katmaktı. Adları kadar eminlerdi ki; onca cümleyi kuranlar değil gece, gün içinde bile çıkamıyorlardı birliklerinden. Üçü aralarında anlaştı, evli olan beşinciyi gerektiğinde ve gece ihtiyaç olduğunda komutan tarafından çağrılma olasılığına karşılık durumu idare edebilmesi için bulundukları yerde bıraktılar. Kendilerinden yaşça büyük olan dördüncü arkadaşları, o gece çıkmak istemediğini söylüyordu, altıncı da izinde olduğu için zaten yoktu. Üçü nereye gideceklerini biliyorlardı ama dördüncü sanıyordu ki bulundukları kentte bir yere takılacaklar. Diğerleri nereye gideceklerini söylediklerinde dördüncünün kabul etmeyeceğini bildikleri için kendi aralarında bir plan yaptılar. Plan poker oynamaktı. Ama oyun oynanırken eli iyi olan başını kaşıyacak, diğerleri ona göre davranacak ve dördüncüye oyunu kaybettireceklerdi. Oyunu kaybeden de diğerlerinin seçimine uyacaktı. Her türlü plana ve anlaşmışlığa rağmen bir türlü dördüncüyü kaybeden pozisyonuna sokamıyorlardı. Vakit hızla geçiyor, gidiş ve dönüş için kullanabilecekleri zaman azalıyordu. Sonunda daha fazla dayanamayıp durumu açıkladılar. Doğal olarak maceranın tadı ağır bastı ve onları yalnız bırakmaya gönlü elvermeyen dördüncü de katıldı aralarına...

Sivil kıyafetlerini giyip park yerine bırakılmış arabasına gitmeleri çok zamanlarını almadı. Önemli ve sorumlu görevlerde; üçü yirmi- yirmi bir yaşlarında, dördüncüsü yirmi yedi yaşında dört genç adam özel arabaların durduğu orduevinin üst otoparkından arabayı alıp bağlı oldukları birlikten çıkarak- izinsizliğin yanı sıra garnizon dışında olmanın tüm risklerini de göze alarak- yaklaşık iki yüz kilometre uzaklıktaki kente gitmek için geceye karıştılar.

Virajlardan birinde limit üstü hızla önündeki arabayı sollayıp karşılarına çıkan otobüsün soluna, kendinin sağına dalıp makastan çıktığında sola yüklediği arabanın sağ tekerleğinin çamurluğa değen sesine arka koltuktan gelen, "Altından geçseydin bari," cümlesine, "Az sussaydınız da karşıdan gelen arabanın sesini duysaydım," esprisiyle karşılık verdi. Bu minvalde bir ritimle, arabanın gücünü, limitlerini sonuna kadar kullanarak, yaklaşık bir saat kırk dakikada vardılar o kente.

Arabayı birliğin karşısında durdurdu. İçlerinden İzmirli olan inip karşıdaki nizamiyenin nöbetçi yerine yaklaştı. İçeri girdi ve oradaki askere, bir gün gelin de sizi de yaşatalım, diyen, görevleri dolayısıyla farklı şehirlerde sıklıkla karşılaştıkları, kendi birliklerine geldiklerinde çok da iyi ağırladıkları üç askeri sordu. Görevli asker, sivil giyimli kişiye "Sen paşanın şoförü falanca değil misin?" diye seslenip onu tanıdığını belli ederken dahili telefondan içeriyi arayarak durumu anlattı, gelen yanıt bütün o söylenenlerin, atılan havaların ne kadar boş olduğunu ortaya koymaya yetmişti. Anlatılması kolay, yapılabilmesi güç olan bir davranışın gerçeklik halinin bütün çuvallamalarını anlatmaya yetiyordu ortaya koyulan mazeret. Kapıya kadar gelip bir hoş geldiniz demeye bile yetmemişti cesaretleri...

Durumun kendi aralarında biraz geyiğini yaptıktan sonra, oraya kadar gelmişken o coğrafyada sadece o kentte olan bir mekana gitmeye karar verdiler. Fellini’nin Roma'ya bakışındaki lezzette ve o gözlemcilikle küçük sokağın sağına soluna bakınarak yürümeye başladılar: Islaklığına kırmızılı mavili floresan ışıklarının vurduğu, bağırdan şarkıların yankılandığı, abartılı renklerin renk kattığı, küçük küçük evlere tıkışmış kadınlar ve onları izleyen; kapalı bir anadolu şehrinin çapkın bakışlı, hovardalığın etiketini rol bellemiş, hazzın tatlı tatlı gülümsemesini yüklenmiş farklı yaşlardan erkeklerinin dolaştığı sokakta...

Herkes kendi cesaretince birini seçerken, onlar da öylesine bakınıyorlardı. Öylesine bir aşk özlemi çekiyorlardı ki en romantiğinden... Güzel bir akşamdı. Oraları, onlar başka türlü anlamlandırıyorlardı. Ev gibi kutsal, sıcak anlamlar yüklenmiş bir mekanın 'genel' takısıyla tanımlanmış ve çoğaltılmış hali; toplumun çoğunluğunun ahlaki yargılamalarından bakınca aslında insanlara nasıl da iğrenç geliyordu. Dolayısıyla o mekanların işçileri de... Evlerden birinin ışığında, kendi ışığını etrafına yayan, sanki bir sosyolog gibi diğer kızlara yaptıkları işin her hangi bir yerde çalışmak kadar onurlu, hayatın bütün orospuluklarından bakınca da yaptıkları işin aleniyetinin delikanlılığından, lafları eylemleri oraya buraya çarptırmadan yaşama biçimlerinin dürüstlüğünden söz ediyor sanılırdı. Hiç tarzı olmadığı halde o genç kadın, kaçınılmaz bir şekilde onu çekti. Göz göze geldiklerinde değerler silsilesine çok şeyin katılacağını görmüştü. Yatağın üzerine uzanılmış, aleladeliğe anlamlar katmaya çalışan dokunuşların arasında gözü komidinin üstünde duran, ara verilmiş kapağı üstte dönük kitaba takıldı; kitap, o sıralarda okumakta olduğu Judith Guest'in Sıradan İnsanlar'ıydı. ...2.Bölüm

Görsel: Nikola Borissov- Widelec.org

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 2

...
Gurbette, bolca yabancılığın olduğu bir yerde aynı aidiyetleri paylaşan insanlar gibi sarsıldı. Kendinin bile bazı ön yargılardan henüz kurtulamamış olduğuna şaşırdı. Orası öyle bir yerdi ki, o kitap orada olamazdı. Oysa onlarda işlerinden çıkıp eve giden, üzerlerindeki işleri çıkarttıktan sonra normalleşen paşalar, genel müdürler, mühendisler, doktorlar gibi sıradan insanlardı. Daha sonraları bunun üzerine ve hayata dair çok uzun sohbetler yaptılar birlikte. Tutkunun sınırlarında gezerek... Sanki sevişmeyi ilişkilerine yasak etmiş, kalleş yanının vereceği zarardan birbirlerini korumak istemişlerdi. İlişkilerini, adı bildiğimiz aşk olan duygunun da ötesinde, kırılmasına izin vermeyecek kadar narin sevmişlerdi. Bunu eskimesin diye birbirlerine hiç söylemediler.Bir araya geldiklerinde ruhları konuşuyordu. Sıklıkla ve bulundukları yaşın tazelikleriyle "Ben ne kadar oyum, o da ne kadar ben," diye düşünüyorlardı. Bütün bu tazeliğe rağmen ötekinin olmuşluk hali ilk ve tanımaz sevişmelerinin sonunda ruhunun boşalmadığını fark etmiş, bu hali ona, onu tanıyarak söylemiş, bu fark edişinin derinliği ile onu duvara çivilemiş, gecenin zifir karanlığında arabadaki neşeli gürültüye inat bir yalnızlıkla Eski Kent'e dönene kadar; onu, o duvarda asılı bırakmıştı. Birçok insana anlaşılamayacağı için söylenmeyecek sıradan bir söze çok mu anlamlar yüklemişti, yoksa. Oysa hissedişlerinin hayatı boyunca kazık atmayacaklarını görecekti yılların içinden geçip giderken.

Genç kadın her boş anında, her izin gününde eski kente geliyor, o da fırsat yaratabildikçe onun şehrine gidiyordu. Birbirlerinin ruhuna dokunarak konuşuyorlardı. Bir türlü soramıyordu: ''Neden?'' Kadın anlatırken pimi çekilmiş zaman ayarlı el bombaları bırakıyordu aklına. Kendinle kaldığında el bombaları patlıyor, pazıl yavaş yavaş tamamlanıyordu. ...3.Bölüm

Görsel: widelec.org

11 Aralık 2009 Cuma

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 3

...
Kendi şehrinde, askeri hastanede yattığı günlerden birinin öğle üzeriydi. O gün, şehirde görevli akrabaları bir albay ve şehrin diğer komutanları hastaneyi ve yatan askerleri ziyarete gelmişlerdi. Albay onun yatağının yanında ayakta, o da yatağının içinde doğrulmuş sohbet ediyorlardı. Bir bayram arifesiydi ve dışarıda serseri bir bahar vardı. Karşıdaki sigara fabrikasından, makinelerin ahenkli sesleriyle işçi kadınların mahalleli konuşmaları geliyordu. Keskin bir tütün kokusu sarmıştı ortalığı... Bayram alışverişine çıkmış insanların coşkulu telaşları sokağa yayılmış satıcıların çağırtkan bağırışlarıyla arabaların motor seslerine karışıyor, iki taraflı yüksek binaların daracık bir vadi yarattığı küçük caddede alabildiğine neşe yankılanıyordu. Havanın keyfiyle martılar denizin kokusunu yanlarına almış, hastanenin bahçesinden çatısına, oradan karşıdaki Tekel binasına uçan tütün kokusuna sarhoş güvercinleri ziyarete gelmişlerdi. O ise dışarıdaki hareketliliğe aksi bir sessizliğe teslimdi. Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve kız arkadaşı gelmemişler miydi? Kesmemişti!.. O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu.

F amcasıyla rahatsızlığının durumu, o akşam taburcu olacağı üzerine konuşurken her güzel şeyi fark eden gözleri kapıya kaydı. O ulu adam da bu anı yakaladı. Yumuşak ve sevgi dolu bir yüzdeki, odayı usulca tarayan, aradığı kişiyi bulunca parlayan yeşil iki gözle göz göze geldi. İçinde kopan ve şükreden bir ibadet rüzgârıyla koşmak istedi. Ruhu koştu, sarıldı; bedenini beklemeden. Bedeni yatakta oturmuş, etrafı unutmuş, kimseyi görmez bir coşkuyla 'ona' koşan ruhuna bakıyordu. Yatağın yanı başındaki ulu adam durumu hemen kavradı. Şefkatli, onaylayan bir bakışla kapıda duran genç kadını çağırdı, diğer komutanları sessizce koğuştan çıkararak... Bedeni; onun açık kumral, parlak, kulaklarının üstünden içe doğru taranmış, yürüdükçe havalanan, özenle taranmış şık saçlarıyla sanki birazdan haberleri sunacak spiker makyajındaki sade şıklığını, iyi haberin yüzde yaratığı tebessümle sevdi. Güven dolu adımlarla, göğsünü gere gere yürüyüşünü, sindire sindire ve kalbine kazıyarak izledi. Yavaşça yatağın kenarına ilişti genç kadın, ona koşan ruhu ait olduğu bedene yerleştirerek. Olağanüstü bir kadın kokusuyla aydınlandı ortalık. Dışarıdaki bütün sesler, bir şarkının notaları olarak doluştular odaya. Bütün martılar, bütün güvercinler, bu kez serçeleri de yanlarına alarak sigara fabrikasının çatısından, muzırca anlamlar yükledikleri gülüşleriyle bu ana tanıklık ettiler. Zaman akmayı bırakıp, kare kare anın fotoğraflarını çekti. Genç kadın elini uzatıp, ruhuyla buluşan yanağa sıcacık bir yürek koydu. O dağıldı.

Zamana yalvardı: "Biraz daha!"

Zaman durmayı bıraktı. Bu kadar kıyak yeter deyip, akmaya başladı. Bir süre sonra da çekti gitti, güzel olan her şeyi yanına alarak. Aslında o gün ve bayram süresince onların evinde kalabilirdi. Herkesin saygı duyacağı kadar güzeldi. Onun hayatına müdahale etmeyecek kadar dosttu. Zaten sesizce, zedelemeden çıkıp gitmemişler miydi hayatlarından; birbirlerini hayata salarak......4.Bölüm

10 Aralık 2009 Perşembe

Bir Romanımsının Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Bir Bölüm: Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün/ 4

...
Kentten gelip geçmiş binlerce kültürün, aşktan, tutkudan, yürekten izler bıraktığı sokaklarında gezerken harabe bir konağın ırmağa bakan duvarına oturmuş, bacaklarını ırmağa doğru sarkıtmış, karşı dağlardaki Ferhat'la Şirin'in aşklarının izlerine bakıp, Fuzuli'nin sevgiliye kavuşmama felsefesini konuşuyorlardı. Ve konuştukları her konunun derinliklerinin onları bir ayrılığa sürükleyeceğini bilerek... Bilinmeyen, sadece bu sonu hangisinin getireceği idi. Kendinin getiremeyeceğini biliyordu. Aslında geçmişindeki ve o anındaki ilişkilerini ve bitirişlerini anlattığında teşhisi koymuştu öteki; "Veren taraftasın sen, uğurlayan olursun," demişti.

Karşısındakinin taşıyamıyacağını düşünürse kendi sıkıntı çekmeyi göze alabiliyordu, gönlünde, aklında bitirse bile ötekini önemsiyordu, dünyanın tüm yüküne sadece kendi karşı koyabilir sanıyordu, garip bir gözü pekliği ve başkalarına pek kıyamayan bir yüreği vardı. O, seven her kalbin karşısında hep ihtimali zorluyordu. ...5.Bölüm

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP