7 Kasım 2008 Cuma

Madrugada

''Madrugada'' adlı albümleri bu yıl çıkan, ''The Deep End'' adlı 2005 çıkışlı albümleri ile ilk kez dinlediğimde tam anlamıyla çarpıldığım; dili ne olursa olsun bir şarkıyı yüreklerinizde hissettirmeyi başaran; dinlediğiniz her şarkıda yakaladığınız bir sözcükle kendi hikayenizi yazmanıza neden olan... Müthiş bir yorumla her şarkıyı sahne sahne yaşatıp, derin ve etkileyen sesiyle dünyadaki vokallerin çok çok iyilerinden olduğunu kulaklara sokan Sivert Høyem'e sahip... Dinlerken zaman zaman geçmişin iz bırakmış gruplarını hatırlatan, beni ''Stories From The Street''le vuran, ''Running Out Of Time'' ile bluesun kralını da biz yaparız diyen, sanki geçmişin raflarından alınmış, tozu üzerinde nadide bir parçaymış duygusu yaratan bu albümün: ''Subterranean Sunlight'' la derinlere yollayıp ücraların kilitlerini açtırdığını, ''Ramano''da saksafonların insanı daha kafadan kopartıp eskinin konserlerinden birinin göbeğine attığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bana her dinlediğimde büyük keyifler yaşatan; radyolarda sıklıkla çalınmış ''Hold On To You'' adlı parçasıyla hatırlanabilecek, ülkemizde pek tanınmayan bu Norveçli grubun çok ama çok özgün ve etkili gitar soloları, kuzeyli grupların kendine özgü vuruculuğunu yansıtan davullarıyla bas gitarın sizi rüyalarınıza götürüp tam içine sokacağını... Sonrasında soğuk bir kış gecesinin ıslak sokaklarında sıcağına sarıldığınız bir sevgilinin kucağına bırakıp, çıtırdayan odunların uçuşan kıvılcımlarına eşlik eden şarabın tadını yudum yudum hissettireceğini söylersem de abartmamış olurum... Sanıyorum.

6 Kasım 2008 Perşembe

Motosiklet Günlüğü...

Captaiin için;)



Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin;
savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa,
ve silahlarımız elden ele geçecekse
ve başkaları mitralyöz sesleriyle,
ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa;
ölüm hoş geldi, safa geldi!...



Filmi izlerken sürekli kendi algımdaki Che üzerine de düşünmüştüm!.. Bütün bir militan serüveni anlamlı kılan adamdı Che... İdeolojinin ağır, o tıfıllıktaki bir çocuk için zor litaratürünü kolaylaştıran adamdı... Hayata katmerlenmiş bir duruşun, ruha dokunmayı öğrenmiş bir kalbin, hayatı koklamayı bilen bir bedenin mihengiydi...

Eğer ideolojinin katı, ortodoks ve klişe tavrına başkaldırabildiyse anarşist aklım; bunun önderi Che'nin romantizmidir, ateşi sönmek bilmez latin ruhudur.

Kuramsal gerçekliklerin coğrafyalar aradığının, her coğrafyanın kendi özgün pratiği olması gerektiğinin öğretmenidir Che. Neden Che hâl var, neden Fidel bir başka adam, neden ötekiler yokun cevabıdır da... Neden Deniz hâlâ varken bir televizyon dizisinde, ve yeniden, ve onu hiç görmemiş nesiller bağrına basarken gözyaşı olup, ötekiler yok?!..

Che romantiktir, Che doğruyu söylemekten çekinmez bir dosttur, Che bizim Ernesto'dur. Che durmaz! Süreklidir. Hala her mücadelenin sloganında bin selam gönderilendir o... Savaş anıları dünyanın en güzel kitaplarından biridir; devrimi kitapların sert, totaliter, soğuk havasından çıkarıp romantizmin, hümanizmin harmanında büyütür...

Filmi bir kez daha oğlumla onun olduğu yaşta izlerken, dağlarındaydım(!) hayatımın; ve o günden bakarak dedim ki: Keşke her devrimin bir Che'si olsaydı, çünkü Che (şimdiki zamanın pazarlama mantığından bakarsak!) halkla ilişkiler ''ikonudur'' aynı zamanda... Eğer Ernesto'ların sayısı çok olsaydı ya da iktidar arzuları onların yolunun engelleri olmasaydı, bugün dünya bir başka olurdu. Gülen, birbirlerinin şarkılarını söyleyip coşan insanların dünyası...

Film benim Ernesto' mu anlatmaya yeterli miydi?

Her ne kadar tıpkı tişörtlertdeki Che gibi, sırtını onun adına dayamış ticari kaygıları ön planda bir özgürlük ve serüven pazarlaması olsa da; en azından tişört üzerinde bir resim olmaktan çıkarıp merakları tetikleyip öğrenmek için bir şeyler karıştırmanın yolunu açabilir... açar. Ve gelecek olan Benicio Del Toro'lu filme iyi bir giriş olabilir; az bilenler ya da hiç bilmeyenler için...

Filmi tekrar izlerken farkettim ki bir kez daha: Romantizm ve hümanizm olmadan, özlem(in) bile tadı yok... Güzel günlerdi... Her ne kadar benim Ernesto'mu anlatmakta biraz geri de dursa film. Güzel...izlenesi yani.

5 Kasım 2008 Çarşamba

İsteyen Buyursun Gelsin!

Elde yapılacak iş kalmayınca oluşan çok şey yapmak isteyip de yapamama halinde nötr bir vaziyetteyken her şeye (bu halin tatlılığını da sevmedim değil ama içimde de beni kıpırdatacak bir aksiyon ihtiyacı var hani)... Şu an okulu asmış çocuk tadında yapmak istediklerimden biri, atlayıp trene eski kente kaçmak, bir diğeri sinemaya tüymek... Trenin saati günün çok erkeninde olduğu için şu an yerine getirilemez bir eylem bu.

Aslında, asıl yapmak istediğim öğlenin bu saatinde; ama harbiden underground, şöyle bilinmez grupların kendi tarzlarını sahneye koydukları bir mekanda, muhtemelen bu saatlere denk gelecek provalarını izlemek. Bu mekanda şu da olmalı; göz önü olmayan ama gözün mutlaka takıldığı noktalara yerleştirilmiş resimlerden oluşan bir mini sergi. Bir yandan o sergiye göz atarken yeraltına sığınmışlığın yumuşak ışıklarında, ardı işe dönüş olduğundan (gönül başka şeyler istese de) sadece kahve içmek.

Hayallerin sınırı olmadığına inanan ben karar verdim ve kendi mekanımı buraya kurdum. Şimdi arkama yaslanıp müziği dinlerken, resimlere bakma zamanı. İsteyen buyursun, hesaplar benden.



''Resimler Amerikalı sanatçı Madeliene Abling' e aittir.''
Daha fazlası için buradan lütfen!









İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP