16 Eylül 2024 Pazartesi

Gökyüzünden Düğün

Bütün ekipmanlarımız hazır, ancak gelişmelere göre spontane bir kurgu da oluşabilir. Yayın ekibimiz mükemmel, sahaya tümüyle hâkimiz, bir senaryomuz var ancak o da olmazsa olmaz değil; konuklardan alacağımız etkileşimin niteliği ve genel coşku önemli lakin oluşabilecek olumsuzlukları bertaraf edecek farklı planlarımız da mevcut.

Reji'de kod adı BRNS var. Çekimlerin neredeyse tümünü gökyüzünden yapmayı planlıyor. Ancak anlık gelişmelere göre yerde de varız. Ve iki aşamalı, dolayısı ile iki farklı alanda hazır olmak durumundayız. Kendimizi fark ettirmeyeceğiz ve neredeyse tüm çekimlerimiz habersiz olacak. Bazı eski ve özel arkadaşlara, gelin ve damada imtiyaz göstermemizse muhtemel!

Ve Gelin, kuaför ve benzeri işlerin ardından binamıza giriş yapıyor. Ve nedimesi ile yürürken ve onlar farkında değilken küçük dayı katından ve BRNS'nin makinesinden ilk klik sesi geliyor. Bu bir kıyak çünkü tüm bu yayının sorumlusu kişideki yeri çok özel bir yeğen kendisi.


Onlar anne katında son hazırlıkları yapıyorlarken BRNS kendi katında ve binanın giriş kapısı tarafındaki balkonda. Yeğen için bir fotoğraf ânı kurguluyor kafasında, bulunduğu açı hayallerindeki fotoğraflar için çok uygun, gerektiğinde istediği açıdan zoom kullanabileceği için de memnun. Tüm bunlara konsantre olmuşken bir anda bahçe duvarının üzerinde oturmuş bir kadın ve bir çocuk görüyor. Çocuğun bakışı dünyalılara benzemiyor ve gözlerin verdiği mesaj ürkütücü. Üstelik önlerinden gelip geçenlerin onları fark edemediğini anlıyor. Birtek BRNS'ye görünüyorlar.


BRNS bu özel günde ve insanların neşeleri zirve olmuşken tat kaçırmak da istemiyor ve sadece kendisinin görebildiği bu ikiliyi, onları tedirgin etmeyecek şekilde gözünden ırak tutmamaya da çalışıyor.

O sırada bir alt katında ve yan dairenin balkonunda kendisini izlemekte olan Pera ile göz göze geliyor. Pera'nın avukat annesi ve babası çok tatlı iki genç. Henüz nişanlı iken boş dairelerden birini tutmak istemişlerdi ama çekingenlerdi ve referans isteyeceğimi düşünmüşlerdi, oysa ben ikisini de çok sevmiştim ve indirim taleplerine bile itiraz etmemiştim. Sonra çok güzel bir şey oldu, biz üç kardeş öndeki binada otururken, bu bina biter bitmez buraya taşınmıştık, çünkü burası imar uygulamalarından önce ve ortam bağ bahçe iken ilk evimizin olduğu parseldi. Pera da son biten ve taşındığımız bu yeni kostümlü binamızın dünyaya merhaba diyen ilk bebeği olmuştu.

Biraz kaynattıktan sonra Pera ile, kafamı eski noktaya çeviriyorum ve ürküyorum. Az önceki ikili anında görünmez olmuşlar ve ürküntüm artmakla kalmıyor, onları göremeyen, henüz varlıklarından haberdar olmayan diğer konuklar için endişe duymaya başlıyorum.


O ara bahçe kapısına bakınca ve gökyüzünden vazgeçip bahçeye dönünce içim rahatlıyor; Teo emin ellerde. Kendisi erkek yeğenim ve pek tatlı gelinimizin eseri, sanırım beşinci jenerasyonun ilk bebesi, anne tarafından Galatasaray'lı, onun anne kucağındayken henüz, ilk forma takımlarını almak Fenerbahçeli olan benim için de büyük keyif olmuştu. Şu an onla ilgilenen çift ise en sevdiğimiz dostlardan ki abinin silahı sağlamdır. İçim rahatlıyor. Fakat o ikiliyi göz altında tutamadığım anlarda içim asla rahat değil. Uzayda insan, özellikle kayıp bebe aramak zor iş; garip varlıklar, önce ikna edip görünür olmalarını sağlamak gerek, sonra da uzun soluklu bir pazarlık söz konusu.


Ve huzurlarınızda süperstarımız. Pek tatlı bir insandır kendisi. Gelin arabasının kapısını kitleyip anahtarı alırsa şaşırtmaz. Sonuçta gelin arabasının önünü kesmek, kapısını kilitlemek de mübahtır. Dünya tatlısıdır, kalbi de pırıl pırıldır. Görüldüğü üzere uzayda konuşlanmış, herkese görünmeyen kameramızı da ıskalamamıştır.


Ayrılmaz ve uzun soluklu dostlukların güzel ortaklarını kaydetmeden olmazdı. İyi ki bu önemli günde de varlar, bu kez gökyüzünden rica ediyoruz: Bizimkileri yukarı için uyarsak ve baksalar sizin için bir sakıncası var mı acaba, diye soruyoruz. "Aslında sizin dünyanız ve bizim dünyamız şu an dönerek birbirlerinden uzaklaşıyorlar, o halde biz hız keser, sizin pozunuz tamamlanıp fotoğraf çekilene kadar bekleriz," diyorlar ve el frenlerini çekip dönme eylemine ara veriyorlar. Bir kaç dakikalık bu durağanlıktan iyi yararlanıyor ve sonuçta fotoğrafı çekmeyi başarıyor ve elbette teşekkürlerimizi de hepimiz adına uzaylı dostlara iletiyoruz. Ve bu ortaklaşma uzaydaki bu güzel insanların çok hoşuna gidiyor; alkış sesleri ve çiftimize mutluluk dilekleri bulunduğumuz bahçeye kadar ulaşıyor.


 
 
Gökyüzündeki yeni dostları fark etmeyenler için de onların üzerimize farz olan  "Selam olsun dünyalı gençlere," mesajlarını iletiyoruz. Şu fotoğraftaki gençler beraber büyüdük biz bu yollarda deseler yeridir.  Kaç yılların dostluklarıdır bir bilseniz!


Dikey yol üzerinden bando sesleri gelmeye başlıyor ve muhtemeldir ki bir nizam içinde gelinecek gelin evine doğru. Fotoğrafçının ekipleri giriş kapısının önünde konuşlanıyor. Biz ekip olarak gökyüzünden kayıda devam fikrindeyiz. Artık büyümüş, üniversiteyi bitirmiş, ülke tarihinin en genç milletvekili adayı olmuş, sahada çalışmış ve iş bulmuş ve o işi sevmiş Tırtıl, fotoğraf için ön bilgileri iletiyor çiftimize; her şey tamam, kapıdan çıktıklarında o pozu verecekler!


Bizse söz verdiğimiz üzere Gökyüzünden çekeceğiz fotoğrafı. Yüzler gülecek ve bu gülüşleri, diliyoruz ki ömür boyu sürecek.

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU


*Yazı başlığı National Geographic'in Gökyüzünden Avrupa adlı belgeselinden esinlenerek kullanılmıştır!


*Yıl 2008, Bir Naz Hikayesi

11 Eylül 2024 Çarşamba

Mireille Mathieu'yu Hatırlayanlar Parmak Kaldırsın



Madem Plâklardan Söz Etmeye Karar Verdik!

O Halde,

Epeyi Epeyi Geçmişten İki An


Yaş 16 -17

*

Blogdaki Bazı Yazılardan Alıntılar



...

Aslında o gün orada başka kimsenin fark etmediği duyguların savaşı yapılıyordu. Herkesi donduran bir öfkenin rüzgârıyla bas bas bağırıyorduk, boynuzlarını bilemiş iki keçi gibi... Çok hakim olduğumuz literatürün bütün klişelerini mitralyöz mermileri gibi saplıyorduk birbirimize; delik deşik olup oluk oluk kanlar aksın diye... Kimse bilemedi bizi ayırırken kavganın aslını... Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün Neyleyim Ben, kıpkırmızı ve kan ter içindeki yüzüyle, bu ideolojik tartışmanın hırsından ağlıyormuş gibi giderken kuyruğunu dik tutma gayretinde; ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyordum. Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de.




Tıfıl çağların okullu aşklarından birinde, bir sinema salonunda, ellerinizdeki sıcak sanki yüreği gibidir. Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran bütün hücrelerinizi; ''Ne yaparım ben şimdi,'' dediğinde Asya...
 
Filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay edersiniz. Taraf olursunuz yalın sevgiden yana, emeğin tarafında... İstemezsiniz iyinin kaybetmesini, sızlasa da içiniz; ''Seninim işte! Alıp beni götürsene,'' dediğinde Asya...


Lise sondayım, karma bir sınıf, eski sınıfımdan arkadaşlarımın yanı sıra diğer sınıflardan gelen artıklarla oluşturulmuş ve okulu bezdirmiş ve şunlardan bir kurtulsak kategorisinde zirve olmuş bir sınıf. Cam kenarındaki sıraların en önünde oturan iki kız var ve ikisi de Ayşe ve ikisi de çok hoş. Koridor tarafındaki sıklıkla geri dönüp benim olduğum yere bakıyor. Boy bos onda ve şahane bir esmer. Lakin ben onun yanında oturan kızla daha ilgiliyim. Saç kesiminin yanı sıra botlarının bağlanmamış bağcıkları ve kafasına göre takılma şekli hoşuma gidiyor. Saçların kesimi ise Mireille Mathieu... Öyle yakışıyor ki tenine, bedenine.

Ve 75-76 yıllarının popüler kırkbeşliği pikapta sürekli dönerken, kanepeye uzanmış ben avizelerin yansıttığı ışıkların tavandaki yansımalarında yok oluyorum.







9 Eylül 2024 Pazartesi

Bence Kaçmaz... Kaçırılmamalı

Haftalardır takipteyim, ha başladı ha başlayacak. Çok bölümlü bir belgesel, tanıtım görüntüleri bir an önce telaşları yaratıyordu, bende!

Ve sonunda başladı.

Aman Allahım!


Daha 11-12 yaşlarındayken ve sadece Sovyetler Birliği, bazen de hava koşullarına göre çok net olmamakla birlikte yine bazı yabancı kanallar izlenebiliyorkenki yıllarda, televizyon yönetmeni ve programcısı hayalleri ve heyecanları tavan olan, biraz büyüyünce elinde kamerası ile olur olmadık kayıtlar yapan bir hayalci olarak televizyon ekranına güler yüzlü bir hevesle bakarken, birden hüüüpppp diye çekiliyor, resmen ekrandan geçip büyülü camın içinde yok oluyorum.

Keyiften öldüm çoktan!

Hatta hem öldüm hem de bayım bayım bayılıyorum. Abiler ablalar diye boyunlarına sarılıyorum ve bunu nasıl hayal edip de hayata geçirdiniz diye yakaladığımı sarılıp öpüyorum.


Kaçırmayın derim Sevgili Dostlar. Ömrünüzün hiç bir evresinde gidemeyeceğiniz, gitseniz bile o açılardan göremeyeceğiniz dağlar tepeler, vadiler,  muhteşem yapılar, göller, denizler ve şehirler burada. Televizyon ekranından bir tuşu tıklayarak ulaşmak kadar yakınınızda. İhtiyacınız olan tek şey National Geographic izleyebiliyor olmanız. Hayatınızın yolculuklarını bedava yapacağınız kesin. Bayılacağınızı, bayılmazsanız da benim  kellemi uçurabileceğinizi garanti ederim.


Hatta benim yaptığımı yapın, bir yandan ekranda bir seyyah gibi yok olmuşken, fotoğraflar çekmeyi de ihmal etmeyin.


Öyle güzel açılar, öyle güzel çekimlerle dolaşacaksınız ki Avrupa'yı... Ve hatta evet ben de gidebilirim, gittim, gideceğim ama bunların pek çoğunu ne yapsam ne etsem de bu çapta görmedim göremeyeceğim diyeceksiniz. Ve muhtemelen bir sonraki yolculuğunuz için notlar alacaksınız.


Yani Sevgili Blogdaşlar, kanalı izleyebiliyorsanız kaçırmayın. Olası bir Avrupa gezisi planladığınızda, o planlara katkı verecek en iyi reçeteler bu kanalda ve tadımlık fotoğraflar koyduğum Gökyüzünden Avrupa adlı enfes belgeselde...


İyi seyirler!

Ve isteğe bağlı olarak, güzel serinletilmiş, fiyat kalite oranı şahane bir beyaz olan Kavaklıdere-Leyla'nın bu yolculuklarınıza, işsiz güçsüz bir akşam sakinliğinde, ufak yudumlar halinde ve zamana yayılmış tek bir kadeh olmak kaydıyla muhteşem bir eşlikçi olabileceğinin de altını çizmek isterim!

Ben alkolsüzüm deniyorsa da... İyi soğutulmuş, bir kaç buz atılmış, bir yuvarlak dilim limon ilave edilmiş kola da olabilir...


*Fotoğraflar televizyon ekranından, görüntü ebatları ekrana 2, 2.5 metre uzaktan ölçülü zumlarla makinede biçimlendirilerek, Nikon D5300 ile çekilmiştir.

8 Eylül 2024 Pazar

Büyülü Kitap Okuma Noktamı Takdimimdir

Afiyet'e doğru yürüyorum; dün akşam günün ruhları dürtükleyen saatlerinde. Sol yanım deniz. İnsanlar cıvıl cıvıl. Sırt çantamda Man Booker Ödüllü Chinua Achabe'nin Afrika üçlemesinin ilk kitabı Parçalanma var. Kitaplığıma giriş tarihleri 2017 ve 2021; o kitapları aldığım sıralarda bir başka Afrikalı, Chimamanda Ngozi Adiche'nin kitaplarını okuyorum.

Enfes bir eylül ve yaz hâlâ bizim mıntıkada, yakıcı güneş pırıl pırıl ve istirahate çekilmek üzere.

Enfes bir dün akşamın sabahında, üstelik bu sabah erkeninde elimde kitap, ağaç dallarında kuşlar, denizden gelip yüzüme vuran enfes bir serin ve yanımda kahve. Kaldığım yerden devam, ama önce kitabın fotoğrafları.

Bahçeye iniyorum. Tüm ağaçlarla fotoğraflarını çekiyorum; poz poz. Yerleştireceğim fotoğrafın pırıl pırıl Afrika kokmasını istiyorum. Eve çıkıyor, çektiğim fotoğrafların hepsini gözden geçiriyorken tüm benlik unsurlarım ortak bir kararla bu olmalı diyorlar... Ve dün akşam çekilen fotoğrafsa buralı da olsa Afrikalı olarak yerleşiyor bu sabaha.


Dün akşam'ın ilk saatlerinde Afiyet'de Parçalanma'nın ilk sayfasını çeviriyorum. O sıra bir fincan çayım, trileçem ve iki adet eklerim masaya konuşlanıyorlar. Artık kitabın içinde bir sayfa da benim.

Oradayım...

Afrika'da...

Bir anda etrafım insanlarla çevriliyor. Bir kaynaşma ki muhteşem, sanki yıllardır gelip gidermişim gibi bir his bünyemde.

Akıp gidiyor hayat, tanıklıklarım muhteşem, insanlarla aramızdaki sevgi bağı şahane. Geleneklerine bir öngiriş yapıyorum. Ve uzun saatler sonra masadan kalkıyorum. Aklım hâlâ karakterlerde.

Yıllardır önünden geçtiğim, şirin, bir o kadar minik parkın kenarından eve doğru geçerken bir fısıltı duyuyorum. Etrafta kimseler yok. Çitin kapısından içeri kıvrılıyorum ve gaipten işaret edilen banka yerleşiyorum. Açıyorum tekrar kitabı, artık dış dünyayla bağım kopmuş durumda, kitabın içinde satırlar ve kelimeler olmuşum ben de...

Bayılıyorum.

Yeni tanıştığım dostlarımla aramızdaki ilişki bin yıldır tanışıyormuşuz gibi. Elbette bazı şeyler incitici geliyor bana, ama diyorum sonra, burası Afrika! Ayaklarım yere bastığı anlarda sanki gerçek bir dünyadan gelip banka konmuşum gibi hissediyorum. Sürekli bir zaman sıçraması ve mekân değişikliği. Çocuklar gibi seviniyorum. Parkın büyülü olduğunu fark ediyorum o ara. Şu an sanki bildiğim bir parkın içinde değil de, dünyanın bir başka ucunda, Afrika'da bir noktadayım. Banktan kalkıp toparlandığım ve parkın çitlerini geçtiğim anda kendi dünyama dönebileceğimi umut ediyorum. Bir yandan da zamanı uzatma gayretindeyim, kulağımda pırıl pırıl ve genç bir müzik. Gecenin ve parkın büyüsü emsalsiz. Huzurum dağları taşları inletiyor. Ve taze tanıştığım ama fena kaynaştığım insanlardan ve coğrafyadan ayrılmaya pek meyilli değilim.


Sonra birden kendimi evde buluyorum. Gün değişmiş. Ben şaşkın. Bazı şeyleri hatırlamaya başlıyorum. Önce kitabın rafta olduğunu görüyorum ve onu alıyorum. Sonra bahçe. 15'in üzerinde fotoğrafını çekiyorum. Ve Nijeryalı dostlarımın ve yazarın fikirlerini de alarak yukarıdaki fotoğrafı ortak kararla yazıya yerleştiriyorum. O sırada kulağıma enfes müziğin sesleri ulaşıyor.

Bir kez de gönüllüce şarkı için bayılıyorum.




6 Eylül 2024 Cuma

Bizim Kızlar

Biz boşuna kadınlar her alanda gümbür gümbür geliyor demiyoruz!


Mustafa Kemal Atatürk'ün arkasında duran ve kağnılarla cepheye mermi taşıyan Anadolu Kadınları Çanakkale geçilmez dediyse, boşuna demediler!


İki devre boyunca rakibe soluk aldırmayan bir savunma hattı. Müthiş bir strateji, kapılan her top sonrasında hızlı ve etkili hücum ve rakibin bir türlü engelleyemediği bir gol yağmuru. Oyun ilk yarıda kopuyor, fark muhteşem.


İkinci yarıda savunma direncini artırsa da İsrail takımı, bizim Anadolu Parsları müthiş, tekrar oyunu ele geçiriyorlar. Ve artık kupanın geleceği kesin.


Takım antranörünün oyunu okuma ve doğru hamleler yapma becerisi yüksek. Fark fark ediliyor ve rakibin oyunu ele geçirmesi olanaksız artık.


Muhteşem bir final. Başarı öyle büyük ki... Rio 2016, Tokyo 2020, ve Paris 2024 Paralimpik Oyunları'nda başka hiçbir takımın başaramadığı üst üste üç şampiyonluk! Üstelik rakiplerin tüm taktik değişikliklerine rağmen belini bükemediği, önlem alamadığı bir inanç ve oyun gücü var sahada.

Ve kadınlar, bu muhteşem zaferin kahramanları: Şeydanur Kaplan, Berfin Altan, Sevda Altunoluk, Fatma Gül Güler, Reyhan Yılmaz, Sevtap Altunoluk ve mütevazı duruşuyla ve taktik dehası ile göz dolduran baş antranör Gültekin Karasu ve ekibi... Var olun!

1 Eylül 2024 Pazar

Zeki Çevik Aynı Zamanda Ahlâklı

Acar muhabirimiz Buraneros oturduğu yerden bildiriyor...



31.Ağustos.2024-Samsun/Paris


Güne dünyadan habersiz uyanıyorum. Enn Sevdiğim Kadın bir nikâh töreni için arkadaşları ile birlikte Ankara'da.

Benim görevlerim var. Öğleni geçtim ve son kontroller; anahtar cüzdanımda ve trendeyim.

Saat dörtte Benny, yani Benedik için eve gidilecek, yemeğine takviye yapılacak, içme suları tazelenecek...

O ara da kendisi ile iki lafın belini kırıp kadınlar hakkında, erkek erkeğe konuşacağız. Fakat bir sorun var ki kendisi çok zeki ve canı istemezse sadece izler, ve şu hissi verir insana: Sen bu saatte nerden çıktın şimdi? Bunun manası ben evde kafama göre takılıyordum, senle laf kalabalığına gelemem.

An itibariyle yemek masasının sandalyesinin altında. Tüm iyi niyetli çabalarıma cevapsız. Sadece bakışıyoruz. Oysa dün ben koltuğa geçmiş, o da yemek masasının altından çıkıp, kanapenin arkasından geçerek sofrasına ulaşmıştı ve yemeğini gayet güzel yemişti.

Bugün nedense havalı. Oysa bu akşam onunla kalacaktım. Gerçi benim taş kafa durumu anlamadı ve jeton bende geç düştü! Muhtemelen Benny kız arkadaşını davet etmişti, yüksek tabureye çıkıp sık sık dışarı bakıyordu. Bir ara perdenin arkasında pencerenin önünde görünce ve kendisi azıcık araladığım pencereden dışarıya uzaktan gelecek birini bekler gözlerle bakarken; hiç düşünememiştim, kız arkadaşını eve "atacağını".

Sonra pencereyi kapatıp kendi haline bıraktım onu, bir süre köşe kapmaca oynamanın ardından vedalaştım ve çıktım evden.


Bizim istasyonda indim ve o ara aniden fikrim seslendi: "Hadi, uzun zamandır gitmedik, Hasan Abi'ye mantı yemeye gidelim." Üzerine atladım desem yeridir. Sanki canıma can eklendi. Ufak adımlarla yürüdüm, kapıdan süzüldüm ve bulvara bakan masalardan birine oturdum ve masama yaklaşan tatlı kıza bir mantı lütfen dedim. Yoğurda sarımsak ister misiniz, diye sordu kibarca. Elbette dedim, sarımsaksız mantı bizden değildir diye ekledim ve gelen soslu ve yakılmış yağ gezdirilmiş mantımın üzerini nane ve pul biber ile süsledim.


Eve vardığımda günün ruhları dürtükleyen saatleri başlamıştı. Kolamı açıp bardağıma doldurdum ve televizyonun kumandasına bastım. Futbol maçlarını izliyordum. Sonra fikrimi ele geçirdi bünye ve komuta bir anda ona geçti. Hiç aklımda olmadığı gibi bilgim de yoktu. Ve kendimi Paris'te Dünya Paralimpik Oyunları'nda buldum. Kadınlar Okçuluk Müsabakaları başlamıştı ve ülkemiz adına yarışan genç kadın Öznur Cüre Girdi idi. Özgüveni yüksek, olağanüstü güleryüzlü ve sempatik bir genç kadın.

Ve muhteşem bir genç adam, şahane bir coach!

İkili arasındaki iletişim muhteşem. Yarı final atışları, rakip İngiliz Jodie Grinham. Muhteşem bir kadın, hamile ve yarışma sırasında doğarsa bebek şaşırmam, o derece yani.

O sırada öyle bir an var ki anlatılabilir gibi değil ve ben kafamı hâlâ taşlara vuruyorum, böyle bir an olacağını hesap edip de o anın fotoğrafını çekemediğim için. Keşke biraz profesyonel bakabilseydim ve o anın gerçekleşebileceğini hesap etseydim diye akşamdan beri kendimi yiyorum. Finale gidecek olanı belirleyecek oklar atılıyor, çekişmeli ve Bizim Kız ülkemizin ilk madalyasından 16 yıl sonra, kendisinin ilk dünya şampiyonasında finalde. Jodie, çok tatlı kadın, olgun ve bebeği karnında bir yarışmacı. Tebrik için Öznur'a yanaşıyor. Öznur'un başı onun karnıyla hiza durumda. Kafasını uzatıyor, muhteşem bir an, dudakları karındaki bebeyi öpüyor. Sonra Jodie ile sarmaş dolaş. İranlı Fatemeh Hemmati finalde Öznur'a çekişmeli bir süreç sonunda üç puanla kaybederken, Öznur aynı zamanda hem dünya hem paralimpik rekorunu yeniliyor. Oysa üçünün fotoğrafına baktığımda kaybeden yok, gördüklerim Kadın!

Ve İstiklal Marşımız, tiribünlerde bayrakları ile yurttaşlarımız, Paris'de enfes bir zaman, uzakta Eyfel Kulesi. İnsanın içine huzur akıtan, yüzünde sevinçli gülüşlerle gözlerinde nem oluşturan, tümüyle insan ve sıcacık bir akşam.

27 Ağustos 2024 Salı

1977'den Ve 16+1 Yaşında Bir Liseliden Kırkbeşlik


*Viens dans ma vie, Franck Gérald, John O'Brien-Docker ve Kai Warner tarafından yazılıp bestelenmiştir. İranlı Kürt şarkıcı Marjan'ın seslendirdiği halk şarkısı "Kavir-e Del'in" aranjmanıdır. Pekkan'dan hemen sonra 1976'da Kai Warner's Orient Express adlı müzik grubu tarafından "Fly Butterfly" adıyla seslendirilmiştir.

Şarkı ilk kez 1976 yılının sonunda Philips Record tarafından Fransa'da yayımlandı, ardından Türkiye'de ses getirince birkaç ay içinde 1977'de Türkiye'de piyasaya sürüldü ve 50 bin satışı geçerek, Türkiye'de yabancı dilde en çok satan plak hâline geldi

Hey dergisi Mayıs 1978'de dağıttığı Yılın Müzik Oskarları töreninde Yılın Yabancı Şarkısı dalında "Viens dans ma vie'ye" ödül verdi. Ayrıca Philips Records da satış başarısı münasebetiyle şarkıcıya Altın Plak ödülü takdim etti.









*Metin Vikipedia'dan alıntıdır.

*Paylaşım, Sevgili Dostum Momentos'un blogundaki haftalık müzik tanıtımı postlarından esinlenerek oluşturulmuştur.

*Ayrıca Sevgili Elisabeth Vogler blog yazısının sonunda Animals'ın yine o yıllara ait bir şarkısını paylaşarak benim de fikrimi tetikleyen, ancak, ne yazık ki o plağın gittiği yerden gelmemiş olması nedeniyle fotoğrafını çekip paylaşamadığım 45'liği içinse üzgünüm:(

25 Ağustos 2024 Pazar

Bak Nasıl Da Eğleniyorlar

Enfes bir sabah, deniz pencereden salona doluyor. Çiçekler, ağaçlar ve yağmur; yaşama katılmam için fena halde tahrik ediyorlar.

Elimde bir kitap, filtre kahvem hazırlanırken bahçeye ve denize paralel kanepeye uzanıyorum. Doğa nefes veriyor, dalgalar kulağıma çeşit çeşit notalar üflüyor.

Suphi Varım, polisiyelerin enn nahif yazarı.

Sanki bir amatör.

Pek çok okura dudak büktürebilir, lakin ben çocuk hevesli üslubunu seviyorum.

Yağmur şiddetleniyor. Şekersiz kahve kokusu denizin dalgaları ile birlikte hızla eve ve hayata dolmaya devam ediyor. Denize ve yeşilliklere bakan Fransızın iki kanadı da açık. Kahvem ses veriyor ve her zamanki yerini alıyor ve kitabın dünyasına iyice dalıyorum.

Yudumlarım usulca, yağmur kıvamında ve tüm çiçekler, ağaçlar ve yapraklar zevkten dört köşe. Uzun soluklu kahve içimi devam ediyor. Okuma eylemi ki çoktan kitapla birlikte Fransızın önüne konuşlanmış durumdayız. Uzun yeşillikler ve uçsuz bucaksız denizle aramızda artık kimse yok. Enn Sevdiğim Kadın'ı merak ediyorum. Enn can arkadaşı ile birlikte bir üzümün ve şarabın peşine, Merzifon'a gidecekler... di!

Hımmmm... Merzifon Karası!

Yağmur ona engel olmaz biliyorum, üstelik bayılır ve ne güzel ki kafasına koyduğunun peşini asla bırakmaz.

Enfes bir cumartesi.

Enfes bir sabah.

Aramıyorum, bir ihtimal gitmemişler de olabilir diye düşünüyorum, ona dair enstantanelere gülümsüyorum.

Kahvem sabrıma hayran, ben de usul yudumlarımla birlikte ona. Kitap sevimliliğini koruyor. Ve artık ıslaklığın üzerine güneş usul usul sıcaklığını serpiştiriyor. Muhteşem bir coşku ve cümbüş var doğada.


Enn Sevdiğim Kadın'ın ve enn can arkadaşının gitmemiş olabileceklerini düşünüyorum. Aramıyor makul bir saati bekliyorum. Kitapla ilişkimiz güzelliğini koruyor. Pencere önü kahvem hâlâ sıcak olmasa da farklı bir aromaya erişmiş durumda. Onunla birlikte kanepeye dönüyorum. Televizyon açılabilir. Gönlüm film izleyelim diyor. Hava hâlâ serin ve güneş ıslak. Yaşam hoş, deniz sakin.


Kitaba bir süre daha devam ediyorum. Sonra birden kendime sinemadaymışım rolü biçiyorum ve portalda film aramaya başlıyorum. İşte bu, dedim. Tek referansım afiş. Sonra tıklayıp açıyorum afişi. İçimden sevinçli bir ooooooo yükseliyor. İçgüdülerime şükürlerimi sunuyorum, çünkü beni yanıltmayacaklarını biliyorum.


jenerikle birlikte film kapıyor beni.

Kahveyi tazelesem mi diye düşünüyorum.

Son bir kaç soğuk yudum var.


Film gittikçe sarıyor. Adrien Brody'i var, ilginç bir karakter, absürt ki filmin geneline bir tatlandırıcı. Saorise Ronan'a bayılmış durumdayım, kadın titizliğinde notlar alan disiplinli ve de sevimli bir polis memuru, henüz taze. Sam Rockwell bir komiser, komik ve şaşkoloz. Mark Chappell tarafından yazılmış enfes bir senaryodan yönetmen Tom George önderliğinde hayat kazandırılmış, Amerikan-İngiliz ortak yapımı enfes bir "kara" komedi. Tam bir sinemasever filmi, Agatha Christie'ye bir saygı selâmı.

Üstelik ritmini bir saniye bile düşürmeyen bir görsel şölen.

Lakin altını çizmek istediğim bir durum da söz konusu: Ben bayıldım eyvallah, fakat çoğunluk tarafından sevilmeme olasılığı da var! Ki bana uyarak filmi izlemek isteyip, izleyip, o esnada bu da ne şimdi denilme olasılığı da var. O nedenle şiddetle önermiyorum! Şahsıma sayılsın istemem de açıkcası.

Fakat emin olduğum bir şey var; sinemasever bir karaktere yönelik. Film boyunca bunu O kesin sever deyip durdum.

Sevgili Okul Arkadaşım, sonunda yanılır mıyım bilmiyorum.

Yanılsam da ne gam!

Sanki siz bu filmi -eğer izlemediyseniz- seversiniz diye düşünüyorum.

Ve günün beslenme finalini ise olmazsa olmaz mekânlarımdan Afiyet'de yapıyorum ki ona varmadan öncesinde enfes bir kaşarlı açık pideyi götürüyorum, Barış Pide'de; elbette en tatlı garsonumla sohbeti eksik bırakmadan...

20 Ağustos 2024 Salı

2010'da Vallahi Yazmışım

Günışığında Fenerimin Vurduğu Yerlere Bakasım Geldi




Yüzüne bakıldığında; ideolojik öfkelerini, peşin hükümlü görüşlerini, düz ve saplantılı amaçlarını görmenin mümkün olduğu... Sabit ve ideolojik önyargılarının dışına çıkamayan dar bir dünya görüşüne sahip, adalet sisteminin tüm kurumlarıyla ideolojik hesaplaşma niyeti aşikar, kavgacı, faşizan duruşlu, yüzü gülmez, militan tavırlı birini adalet bakanı yaparsanız, ortaya çıkan tablo hiç de sürpriz olmaz.

Bir de:

Sürekli hukukun üstünlüğünden söz edip, batı standartlarını tüm kurum ve kurallarıyla ülkemize getireceğiz denilirken...

Gözlemciler tarafından, HSYK'daki müsteşarın varlığı bile yargının siyasallaşması olarak değerlendirilip kuruldan alınması konusunda ülkemiz aleyhine rapor yazılırken...

Karara umursuz bir tavırla bakarak ve müsteşarın varlığıyla yetinmeyip, yargı mensupları tarafından seçilen üyeleri de meclise seçtirme uğraşı içinde olunurken...

Lehinize olanlarla, hasım gördükleriniz aleyhine çıkan kararlarda, ve başta ergenekon olmak üzere işinize gelen her durumda hukukun üstünlüğüne vurgu yapıp, davanın işleyişini ve insan hakları ihlallerini eleştirenleri, yargının bağımsızlığı vurgusunu yaparak hukuka saygıya davet ederken...

Sıklıkla ve altını çizerek, 'Türkiye bir hukuk devletidir' cümlesini, kendi tavırlarınızı eleştirenlere ve hak aramak için eylem yapanlara karşı sloganlaştırıp göze sokarken...

Şu anki tabloya, 'bu bir yargı darbesidir deyip' yargının siyasallaştığı vurgusu yapılmasının; karşıdan bakıldığındaki görünüşü ne olabilir ki?


Ne yazık ki bu ülkede; mevcut anti demokratik durumlardan (seçim barajı dahil) yararlanıp iktidara gelenler kendi durumlarını daha da pekiştirmek için, daha önce eleştirdikleri her yetkiyi daha da artırarak kullanıyor.

Ne yazık ki yine bu ülkede, barajın üstünde kalıp meclise girmiş her siyasi parti, muhalefette bile olsa, barajı aşamayanlar sayesinde milletvekili sayısını artırdığından dolayı barajın rakip ekarte ettiren durumundan memnunluk duyuyor.

Ve ne yazıktır ki; her siyasal parti bir gün o barajın imkanlarını kullanarak tek başına iktidar olmanın hayaliyle yaşıyor. Tıpkı YÖK sisteminin cumhurbaşkanına verdiği yetkiler kendi düşünceleri doğrultusunda kullanıldığında sessiz kalanların, o yetki bir başkasına geçtiğinde bağırıyor olmaları gibi...

Tüm bu siyasal işleyişe baktığımda, ülkenin durumunu bir gerçelik olarak kabul ediyor, bir eleştiriyi yaparken de tek başına iktidarı suçlamak açıkcası vicdanıma ters geliyor.

Türkiye'ye şöyle bir baktığımda; ruhunda ve iç işleyişinde demokrasi anlayışı ve örneği olmayan, demokrasiyi, demokratlığı içselleştirememiş, oturdukları koltuklardan bir türlü kalkamayan parti liderleri ve sivil toplum yöneticelerine sahip bir ülke görüyorum.

Futbol kulüpleri dahil, sivil resmi tüm kurumların başındaki insanların kendilerini peygamber yetkileriyle donattığı, ağızlarından çıkanların kullar tarafından itiraz edilip tartışılamadığı bir statüler ülkesi burası.

Evlerimizin içinde çocuklarımıza; otoritelerimize karşı söz söyleme hakkı tanıdığımız, kendi yanlışlarımızı kabul ederek onların fikirlerini de değerli saydığımız, onları kendi iradeleri olan bireyler olarak görüp en azından görüşlerine değer vererek tartıştığımız günler geldiğinde; gündemimizi fazlasıyla meşgul eden bu çağdışı kavgaların hiçbiri de olmayacak sanırım.

Benim umudum var.

Görsel La Loba'nın 'step by step' adlı fotoğrafıdır.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

Gerçekti Şimdi Hayal Oldu-1

2018 Eylül veya Ekim

La Mahzen-Arkas Bağları



Nereden Nereye...


Masaya bir miktar zeytinyağının ortasına yerleştirilmiş zeytin ezmesi ve kızarmış ekmekler geliyor; yanlarında zeytinyağı şişesi ile... O ana kadar sırrımız olarak sakladığımız tercihlerimizin sonucunda bir karara varıyoruz. Genelde yemeklerde tek üzümden yapılmış şarapları tercih eden ama bunda da olmazsa olmazı olmayan, üstelik de sürprizleri seven ben enn sevdiğim kadının önerisi ile, veriyorum siparişi.

"Bir şişe Consensus 2014 lütfen."

75'lik ve 150'lik* olmak üzere iki seçenek var aslında, bunun altını çiziyor Fatih.

"75'lik olsun lütfen."

"Bir şarküteri tabağı lütfen."

"Bir ithal peynir tabağı lütfen."

"Bir de zeytinyağlı tabağı lütfen."

Salata, seçtiklerimize bakınca benim için elzem değil. Lakin Fatih de ıspanak salatalarını özellikle öneriyor. Ispanak salatası ile ilgili hiç bir deneyimi olmayan, üstelik her tür ıspanak yemeğine bayılmasına rağmen bu yaşına kadar hiç çığ ıspanak yememiş ben, karşımdaki güzel mi güzel gurmenin pırıltılı gözlerindeki ışıltıyı görüyorum.

"O halde bir de ıspanak salatası lütfen."


İçinde grisineler de olan peynir çeşitleri ve şarküteri ürünleri birleşiminden oluşan tabak iyi bir eşlikçi şaraba ve hoş... Mevsim sebzelerinden ve dört çeşitten oluşan zeytinyağlılar da hem diri ve pırıl pırıl hem de sunuldukları tabak itibari ile masada bir kalabalığa sebep olmadıkları gibi çok da lezzetliler... Üstelik bir ova bu coğrafya, doğal olarak da otlar ve sebzeler civar pazarlardan... ve tazecik. Yöreye özgü bir yeşillik olan Cibes'in limon ve zeytinyağlı halini de bir adım öne çıkararak altını çizmem gerek. Ispanak salatası ise bambaşka bir dünya. Tek kelime ile muhteşem. Ispanağın daha koyu tadı, muhtemeldir ki çok az şeker ile hafifçe haşlanmış buğday, kiraz domatesler ve hurma ile dengelenmiş, ve bu dengeye de serin nar taneleri muhteşem bir nüans katmışlar. Sanki her biri kendi tadını ayrı ayrı hissettirirken aynı zamanda kimliklerini yok etmeden ahenkli bir müzik yaratıp, çıtır çıtır bir lezzetle dokunuyorlar damaklarımıza...

Ne yazık ki çaresiz olduğum anlardan birindeyim. Birinci şişe biterken, günü, güneşten devralacağını bildiren ilk ışıklarını dağın ardında hissettirince, dün son dördünde olan ay; gelenin ne olduğunu kestirebiliyoruz doğal olarak. Ve geceye ışıklarını bırakarak geçen trenler... Uzak sohbetleri gecenin serinliğine katılmış evler... şarabı oluşturan üzümlerin yetiştiği bağlardan evrene yayılmış; bağ bozumlarının her zaman genç ortamında, sesi duyulamayan ama tene değen sevdaların haykırışları... katılınca dolunaylı geceye, elden başka bir şey gelemiyor.


"Bir şişe daha Consensus 2014 lütfen"

"Bir de beğendili Mahzen köfte lütfen"

Çok ama çok güzel baharatlanmış, damak kıpırdatırken şaraba da yol açan, karabiber tadının hissedildiği küçük, yuvarlak köfteler çok da yakışarak katılıyorlar masaya.. Beğendiyse pek âlâ. Her şey yolunda. Ay, gece, müzik, şahane bir şarap, seyrine, renklerine, gözlerine, gülüşüne ve sohbetine doyum olmayan bir kadın, lezzetli bir mekân ve renk ahenk yiyecekler... Daha ne olsun! Hımmmmm bir de tatlı olsun.

"Bir bal kabaklı krem brüle lütfen."

Kahvelerle final yaptığımız, çok güzel, huzurlu, lezzetli ve seratonin yüklü 5,5 saat geçirdiğimiz güzel gece için, servis ücreti de dahil olmasına rağmen 440TL artı, fazlası ile hak edilmiş bahşiş ödüyoruz.

Yazının tamamı ise burada.

12 Ağustos 2024 Pazartesi

Angaralı Yarim *

Seninle yine senden ve kelimelerinden gözümü alamadığım enfess bir akşamın günün ruhları dürtükleyen saatlerinde, yıllar yıllar önce ilk kez birlikte gittiğimiz Hut'da defalarca kurduğumuz enfes masa, yine muhteşem ötesi bir sohbet, yine bir yandan sana hayranlıkla bakan gözlerim...

Ve yine gülümseyen ve gülümseten sözcüklerimle, ve yine 15'lik çocuk halimle aklıma ne gelir dilime ne düşer umrum olmayan sohbet ve tüm bu mutlu, yine unutulmaz akşamın sonundaki otobüs durağında, son vedalaşma anındaki tadı bohçalayıp gönlüme koymamın ardından bildiğin üzere enn kardeşle ve gecenin sabaha yakın bi vaktinde, saat üçte derken geç uyanan ben yüzünden yarım saat rötarla düştük yollara.

Bilirsin ki direksiyonda uçak pilotlarına nal toplatacak bir küçük kardeş, aleminin kralı benim diyen bir üç harfli sayesinde hamdolsun daha gün ışımaya yüz tutmuşken vardık Angara'ya. Senin kokun gözlerimde tüterken, hayaller de kurdum daha kuzenin ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmadan. Kendimi bir anda neden sorusu ile içli dışlı bulurken tam o sırada, Angara'da bir rakı masasında gördüm ikimizi. Bu anı çoookkkkk sevdim. Yine de varsın o da eksik kalsın dedim, belki de yanıldım, yaptık da ben unuttum; ve o sırada kuzen ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmış olduk. Sonra enfes bir kahvaltı sofrası ve o sırada içimde el çırpan afacanların magazin tadındaki gözlemleri ve ne akşamdı ama tadındaki güzel, çok şirin dedikoduları hâlâ çın çın ediyordu yüreğimde.

Ve ben sanki aradan aylar geçmiş gibi yine özledim seni. Yüzüm gülümsedi... ki o sırada hafıza geçmişten çok güzel anların fotolarını bir bir akıtıyordu zihnime. İşte bi tanem, halim böyle, içimse utangaç bir genç gibi saklıyordu sözcüklerini yine de.

Bu nasıl bir şey şaşıyorum. Üstelik ben, birlikte olduğu insana, özellikle geçmişte kolaylıkla selam çakıp elvada diyebilen ben, acaba neden koca yılları bile senle geçen bir günmüş gibi duyumsuyorum ve neden sana hâlâ, henüz aradan iki gün bile geçmemişken bu kadar açım?

Sakın kimse bana sen çokk aşıksın falan demesin. İşi de arabeske bağlamasın. Ben hayatımdaki kadının, yani senin o kadar farkındayım ki, ayrıca hiç de aptal olmadığımı, hadi diyelim ki körkütük aşık olduğumu bir tez olarak ortaya koysak bile kör gözüne parmak şeklinde bir başdönmüşlük içinde olamayacağımı sadece enn yakın çevrem değil beni tanıyan dünya alem de bilir. Ve kısacası, bir kez daha... İyi ki benimlesin. Kıymetinin fazlası ile farkındayım... Ve seni bir iki günlerde bile çok özlüyor, ve çok ama çooookkkkk seviyorum.

Ve biliyorum ki, hani Angara, masa rakı falan dedim ya ben, o cin gibi zekânla o mesajı aldın zaten sen.;))


Ve bu masanın kurulduğu akşam, akıp giden sohbet, gözlerindeki pırıltı, ve son kucaklaşma anındaki lezzet için bir kez daha şükran sana.


*



Ankara uykudayken giriyoruz şehre. Navigasyon görevini layıkıyla yapıyor ve evdeyiz. Hane halkını uyandırmadan kuzen kapıyı açıyor. Kısa bir sohbet, sonrasında bir yandan sohbet bir yandan kahvaltı hazırlığı. Kankam sese uyandı elbette, ilkokul üçüncü sınıfta bir cin kendisi, aynı zamanda bir asker, komutanı da elbette benim. Disiplinli bir şekilde selamlaşıp günaydınlaştık ve sonra gülüşüp öpüştük. İlerliyen saatlerde de hane halkının diğerleri uyandı. Aramıza gençler katıldı, akşam olunca onlar mekânlara takıldı. Biz önce halayı ziyaret ettik ve bu süreç içinde ise hastaneye bayıldık. Adeta bir özel hastanedeydik sanki, temizlik fazlası ile dikkatimizi çekti. Ziyaret saatlerindeki disiplin çok iyiydi lakin bize işlemedi.


Bir refakatçisi vardı halamın ki kendisinden bu yazıda söz edeceğim. Bize ise ziyaret saatleri aslında genelde de pek işlemezdi. Çünkü içimizde hiç büyümeyen çocuk cinler vardı, yaptığımız ahlak dışı bir tutum olsa da bundan keyif almadığımız da söylenemezdi.

Önce halam için getirdiklerimizi üç poşet çantaya böldük. Sonra belirli aralıklarla güvenlik görevlisinin olduğu kapıya yürüdük.

Gayet soğukkanlı bir şekilde refakatçiyim dedik, ve kalıbımıza bakan görevli bunlar efendi insanlar yalan söylemezler düşüncesiyle her üçümüze de sorgusuz sualsiz kapıyı açtı.

Sonra üçümüz dakika aralıklı olarak halamın odasında toplaştık.

O sırada bir hanımefendi ile tanıştık, tokalaştık ki gerçek refakatçiydi O.

Öncelikle üzerinde yattığı açılır kanape üzerindeki kitaplar dikkatimi çekti, sonra o sigara molası için odayı terk etti. Biz arkasından dedikodu yaptık; elbette olumlu anlamda, çünkü hepimiz- mesleklerimizin sağladığı gözlem olanakları sayesinde- iyi kötü ayrımını yapma konusunda gerçekten yetenekliydik.

Hanımefendi dönünce sohbet genişledi. Siyasetten başladık, gündemlerden çıktık, geçmiş yıllara uzadık, sosyalizm konuştuk, fraksiyoner ayrışmalar konusunda fikir birliğine vardık ve eleştirdik.

Ben sezmiştim ama ufacık bir yanılmam olmuş yine de; ben Çerkes olduğunu düşünürken Alevi olduğunu öğrendim halamdan. Elbette bunun konusu hiç olmadı, hiçbir zaman da olmazdı zaten.

Bir sonraki gün ziyaretimizi yasal sürelere uyarak yaptık, gece yola çıkacaktık ki öncesinede IKEA'yı talan etmemiz gerekiyordu, elbette atıştırmak da... Lakin fark ettim ki artık IKEA mutfağının benim için bir anlamı yok. Ben bir hiçbir şeye benzemeyen sosisli yedim. Diğerlerimi tıkındıktan sonra da alınması gerekenler alındı.

Sonra tabii ki Fenerium. Kankam, aynı zamanda askerim için Fenerbahçe forması mutlaktı, şansımıza onun bedeni bir tane vardı ve görevli biraz emekle arayıp bularak getirdi. Şort ve futbol ayakkabısı onun ölçüsüne uyacak olanlardan kalmamış, internette de yok ve onları da bizim Fenerium'da varsa alıp göndermek planımız içinde.

Kardeşim de mankenleri çatlacak güzellikteki kızımız için bir bilgisayar kalemi desem doğru ifade mi bilmiyorum, ondan aldı ve artık eve dönüyoruz derken şimdilerde taze memur olan koruyucu annelikten öte evin çocuğu ve sadece evin değil geniş ailemizin çocuğu olan Semih ile birlikte kahvaltı yapıldı. Artık kendi evinde yaşayan Semih'in nevresim takımının eskidiği öğrenildi, o alındı, ona benim ve kardeşim tarafından teslim edildi ki aslında anne, yani bi tanecik gelinden öte kardeşimiz tarafından alınmıştı ama bu teslimatı artık bir devlet memuru olarak gurur yapacağı öngörüsüyle teslimat annenin önerisiyle tarafımdan yapıldı; öpüldü, sen hepimizin çocuğusunun altı bir kez daha çizildi, yüzündeki gülümseme ve sarılmanın tadı çıkarıldı.... falan derken, akşam yemeğinin ardından yola çıkma vakti geldi ancak IKEA'ya bir kez daha uğramak gerekti..

Ve sonrasında, enfes bir yol akşamında üç harfli yolun hakkını verirken, gecenin içine akılan limit üstü hızla şehrimize gelindi ki takvim yeni gün tarihini atalı henüz yarım saat olmuştu.

Şimdi tarihi belli olmayan bir zamanda ata topraklarına bir yolculuk planımız var kuzenlerle.

Bekleyip göreceğiz?

*Başlıktaki ifade Ankara'ya doğru yola çıkma kararımızla birlikte plansızca yüreğimden dilime düşmüş, ve süreç boyunca  her halde, içten akarak kullanılmıştır, bu süreece özgüdür. Enn Sevdiğim Kadın, bakidir.

30 Temmuz 2024 Salı

Dün Akşamüstü

22 Ocakbaşı'nda buluşmak üzere sözleşiyoruz. Duş, traş işlerini halledip kotumu çekiyor, polo yaka tişörtümü giyip evden çıkıyorum. Buluşma saati 17:30. Zamanı öneren ben ama verilen saatten önce mekâna gelen ve arayan da ben, çünkü kararlaştırılan saati unutmuş durumdayım. Gerçi çok önemli bir şaşma değil ama şaşırmışım işte. O ara telefonlaşıyoruz ve daha önce kanka ve kardeşlerle oturduğumuz masa konusunda mutabakata varıyoruz. Hemen o masaya geçiyorum. Mekân şimdilik sakin, saat 17:30 olsa da gündüz rakısı kategorisine selam çakabiliriz. Yaklaşık 10 gün olmuş uzak kalalı ki mekâna ikinci gelişimiz. Hem kızdım hem geldim yani.


Servis açtırmıyorum, enn sevdiğim kadını bekliyorum. Ve biraz sonra bahçe kapısından içeri süzülüyor. Üzerinde enfes, beyaz ve mavi tonlarına sahip bir elbise var. Dekoltesi hımmm dedirtiyor. Âlâ bir seyir alanı bana. Öpüşüyoruz ve karşılıklı oturuyoruz. Meze tepsisi geliyor, seçimi ona bırakıyorum. Dört çeşit meze masada ve hepsi de yaz tadında. O halde gelsin 50'lik Yeni Rakı. Aslında ufaktan mı başlasaydık diyesim var ama işi battı balık yan gidere bağlıyorum. İkimiz için de evlerimiz güzergâhına uygun bir noktadayız.

Üstelik adeta bir seyir terasındayım. Keyifli bir akşam, sohbet başını alıp gidiyor ve muhtemelen 5 saati aşacağız. Bu kez geri dönüş için sıkıntı yok. Olsa mıydı acaba?


Nerelerden girip nerelerden çıkıyoruz konulara. Eski ve artık olmayan çok kıymetli lokantalarımızın üzerlerinden geçerek zamana bir çalım atıyoruz. O Yunan Adaları'na gidecek, pasaportu yeşil, benimse işlemler gözümde büyüyor ki bu konuyu hiç açmıyoruz, gerçi Zafer sen gelmeden vizeyi hallederiz demişti ama henüz bir ses yok. Bir terslik olmazsa ben Çanakkale'ye selam çakma fikrindeyim, bunu onun adalar dönüşüne denk getirmeyi planlıyorum. Bunların hiçbirini masada konuşmuyoruz. Fakat söz konusu İstanbul olunca tam anlamıyla damardan giriyoruz. Kalacağımız yer cepte, iki farklı yer tercihimiz de olabilir, gerçi daha zaman var ve bu süreçte bir netliğe de varabiliriz sanki.


Sanırım 5 saati yine geçiyoruz, mezelerin ve 50'liğin dibi görülmek üzere, sallantı olabilir mi, sanırım olmaz. O halde rot ayarına da gerek yok. Ödemeyi yaptık ve dışarıdayız, muhabbet hâlâ süper. Bir sarmaş, bir dolaş, bir sallanış yürüyoruz. Mekânlar yükünü almış kordon boyu canlı, biz şimdi coğrafyanın o bölümünden ve müzik seslerinden sıyrılıyoruz. İlk hedef otobüs durağı da eylemlerimize bakınca bir yandan hoşluklarına seviniyor bir yandan otobüsü kaçırma endişesi bünyeyi meraklandırıyor. Bir de muzırlıklar var tabii ki, 16'lık çocuklara nal toplatırlar. Güle oynaya, öpe sarıla durağa vardık, o halde tadını çıkarmaya devam... Bizden başka kimse yok, ne güzel, bunu değerlendiririz! Otobüs geliyor ama sanki bizim durakta olduğumuzu biliyormuş da bize zaman vermek için epeyi geç geliyor, benim dönüşüm zaten yürümelik, şimdi ayrılık vakti, bir kez daha sarıldık öpüştük vedalaştık el sallaştık, gidince ara beni dedik.

Sahilden yürüyorum. Ortalık hâlâ canlı, mekânlardan dışarı sarkan müzik sesleri. Kumsala atılmış açılır kapanır sandalyeler, gündemin sıkıntılarından nefes almakta olan insan kalabalıkları ve gece hâlâ canlı. Keyifli yürüyorum. Gecenin bıraktığı izlere gülümsüyorum. Tadı damağımda ve anlar zihnim sinemasının projeksiyonu ile perdeme akıyor; keyiften bir kez daha ölüyor, muzırlıklara tepetaklak gülüyorum. Ve ben bu kadını sanki her geçen gün üzerine koyarak seviyorum, şu an akşamdan, geceden ve otobüs durağından fotoğraf kareleri geçiyor zihnimin beyaz perdesinden. Eve iyice yaklaşıyorum, yüzümde enfes bir gülümseme yine ve güzel kadın izleri, aklıma Nazan Öncel'in enfes şarkısı düşüyor, onu bir bölümünü eve kadar bir dua gibi tekrarlayarak yürüyorum...


29 Temmuz 2024 Pazartesi

Kıskanılası Bir Yaz Akşamı-2

Yazının içeriği yazanın geçmişle kurduğu bağ ve bundan hoşnut olduğu kişisel, eski moda, duygusal ve gelenekçi tavrı üzerindendir...

*

Ve sonra blogundaki yorumuma cevap kısmında gördüğüm "Siz arabadan indikten sonra Arya, ilk anda şaşırmıştım ama düşününce keşke bizimle gelseydi gerçekten Ankara'ya, gidene dek sohbet ederdik" dedi, cümlesi fazlası ile gülümsetiyor beni..." sözcükleri ile sonlanmıştı yazının birinci bölümü.

Sonrasında sayılı gün çabuk geçer önermesi gerçekliğini bir kez daha gösteriyor ve biz kardeşlerimiz ve kankamızla onların seyahat dönüşlerinde bir kez daha buluşuyoruz.

Elbette bir rakı masası!

Onlar arkadaşlarının önerdiği bir ciğerciden söz ediyorlar, ben ilk seferde anlamıyorum ama sonra çok nadir gittiğim ve çok uzun zamandır da gitmediğim ve gitmeyeceğim -alkolsüz ve kebapçı- mekânı hatırlıyor, bunu enn sevdiğim kadınla paylaşıyorken de o başka bir yeri öneriyor. Garip ki bu da bilmediğim, aslında komşusu mekân favorilerimizden olmasına rağmen görmediğim, daha doğrusu dikkatimi hiç çekmemiş bir yer. 22 Ocakbaşı.

An itibariyle enn sevdiğim kadının lojmanı ile benim ev arasında bir nokta, aynı zamanda kardeşlerimizin oteline de yürüme mesafesinde ve denizin kıyısında.
 
Bana uyar.

Durumu kardeşlere de bildiriyorum.

Sonuçta buluşuyoruz, kardeşler ve kankam önce varmışlar doğal olarak. Benden az sonra da enn sevdiğim kadın geliyor. Hoş geldiniz sarılıp öpüşmeleri... ve donansın o halde masa...

O arada masayla ilgili ve ekranları takip eden garsonu ekran başındayken masadan kalkıp yakalıyorum, altını çize çize benim dışımda kimseden ödeme almayacaksın diyorum. O kızkardeşi kastederek hanımefendinin tembihlediğini söylüyor, bense diyorum ki onlar bizim kardeşlerimiz, dolayısı ile ben ne diyorsam o.

Görünüşte mutabıkız.

Mekân çok hoş. Meze repartuarı geniş. Bizim listemizde bir yer verebilir, tekrar gelebiliriz mekâna diye aklımdan geçiriyorum.

Ortam, dolayısı ile bizim masa çok keyifli, kankam benim sağ yanımda ve kendi dünyasında; sohbet tavan, sofra güzel, mevzular derin, ve her şey yolunda...

Saatler içinde ve kelimelerimiz akarken bir 50'lik ve bir 35'lik devrilmiş vaziyette. Zaman şiir gibi akmış. Akşamın serini henüz kendini göstermemiş, keyiflerimiz tavanda, sohbet tadından yenmemiş. Onlar sabah yola gidecekler ve ben kasanın önündeyim. Hesapta ödemeyi yapacağım! Hesap ödendi diyor şahıs. Keyfim kaçıyor ama bunu masaya çaktırmayacağım elbette... Ben sana ne dedim diyorum, o da diyor ki çok ısrar ettiler.

Çıkıyoruz mekândan, dünyam ters dönmüş durumda. Çocuklara teşekkür ettik mi diye soruyorum enn sevdiğim kadına çünkü durum kafama takılmış ve mekânın ipini de çekmiş vaziyetteyim. Öncesinde onlara otelin köşesinde sarılıp öpüşüp iyi yolculuklar diliyoruz ve kankam, adı muhteşem Arya, çok kelam edemesek de masada, o kendi dünyasında takılsa da sarılıp vedalaştığımız an muhteşem. Aramızda şahane bir duygu köprüsü var ve bunun kelimelere ihtiyacı yok.

Şimdi trenin durağındayız. Son tren gelecek.

Ve dönüş treni yok.

Enn sevdiğim kadını trene bindirip ben geri döneceğim. O ara görünüyor tren ve duruyor. Bir el beni çekiyor. Son tren!

Dönerim diyorum, olmazsa kardeşi ararım alır beni diyorum. Ancak elimdeki kelepçeyi sökemiyorum. Sabaha kadar uyumuyorum, o uyuyor. B.'de uyumuyor. Benedic yani. Benim kafa hâlâ son anda. Sabah oluyor. Karşımda mini kot şortu ve enfes bacakları ile enfes bir kadın, birazdan işe gidecek. Kapıdayım. İçgüdülerimi ve içtenliğimi kontrol edebilme şansım yok. Hayatımın en güzel vedalaşma anlarından biri daha. Ayaklarım yerden kesik bir süre ve sonunda yere basıyorlar ve uçar adımlarla istasyondayım.

Lakin garsonun yaptığını, ona yapılan baskılara rağmen silebilmiş değilim. Bir yazı yazmak içimden gelmiyor bir türlü, sert olacağını biliyorum. Taa ki dün bu hissiyatımı enn sevdiğim kadınla paylaşana ve ondan aldığım geri dönüşe kadar.

Biraz eski kafalı mıyım yoksa ben, diye düşünüyor ve çocukluk yıllarımın gözlemlerimle bana kattıklarına, mekânlarına, işletmecilik anlayışlarına, kolalı beyaz peçetelerine bir kez daha iyi ki diyorum.

Ve gerçekten ama gerçekten çok keyifli, sohbetli o masa için kardeşlerimize çok teşekkür ediyor, bi tanecik kankamın da yanaklarından öpüyorum.

Görecek günler var daha:)

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Dün Sabah Yağmur Vardı

Çooookkkk uzun bir tur attım;

sessizliğinde yağmurun.


Kuşlar bile uyanmamıştı...

Fakat karga bebeleri eğitimdeydi.


Afiyet'te bir sabah diye çıkmıştım yola.

Oysa hayallerim büyüktü.

Sonra sola değil de sağa döndüm;

uzun bir yürüyüş kararı verildi o dakikada, bayıldım.


Ve enfes su böreklerimi sıcak çay eşliğinde götürdüm.


Tren raylarıydı manzaram.

Ve elbette akıp giden trenler ve elbette sabah erkeninde işe koşan birkaç kişi...

Sonra dereyi takiple ara sokaklarından birine daldım. Yıllardır o sokağın köşe başında duran, ahşap dış cephesinin rengine bayıldığım, çocuk giysileri satan dükkânla bu kez yakından ilgilendim. İş yapıyor mudur, diye düşündüm... Ve bir gün sahibiyle konuşmaya karar verdim.

Dereyle tekrar buluştum tam deltada.


Ve deniz... Ve kısmen şiddetlenen yağmur.

Yağmurluk almamıştım, yağacağız diyen bulutlara baktığımda.

Lakin zamanlamam muhteşemdi; ki artık eve yaklaşmıştım.

Ve sanki, insanların olmadığı koca bir gün bitmiş, güneşle birlikte başka bir gün başlamıştı.



11 Temmuz 2024 Perşembe

Afiyet'de Bir Akşamüstü

Kırmızı Ruh'dan esinlenerek...




... sokağın tüm sesleri kesiliyor. Rüzgâr esmez oluyor. Dallarda yapraklar hışırdamıyor. Köpek horlamıyor artık. Kuş sesleri duyulmuyor. Kediler çıt çıkarmadan geçip gidiyorlar yanımızdan. Kapılar gıcırdamadan açılıp kapanıyor. Uzaktan gelen çocuk sesleri birden gelmez oluyor. Sadece rüyasında bizim hayatlarımızı tüm gerçekliğiyle ve vahşiliği ile gören gergedanın nefesinin sesi. Derin derin soluyan hayvan ikimizin de bilmediği bir dilde şiir okur gibi. Benim yaşadığım ağır işkenceler, onun fıtratına işlemiş vahşi göçler. Biz birbirimize anlatmasak da hepsi şu anda bu sokakta bir gergedanın rüyasında.

Gergedan zamanın tüm vahşetini yüklenip gelmiş bu sokağa. Bir zamanlar gelecekte olacakları sezen ve insanlığın tüm ağırlığını âciz bir kahramanına yükleyen düşüncesiz bir yazarın peşinden.

Sayfa 102

7 Temmuz 2024 Pazar

Kıskanılası Bir Yaz Akşamı

Bir mesaj alıyorum, bir blog arkadaşım, elbette heyecanlanıyorum. Çünkü çok sevdiğim bir çekirdek aile var ve ayrıca kelimelerden yola çıkıp karakterlerin duygusunu okumayı becerebiliyorum; blogun yazarı kalbi pırıl pırıl ve çok hoş bir genç kadın. Bir tarih var ve bu tatlı aile, henüz tanışmadığımız ama varlığından haberim olan kankam, planlanmış uzun bir tatilin öncesinde şehrime gelecekler. Enn Sevdiğim Kadın ve ben organizeyiz; benim için zaman sorun değil ama onun işi gereği geliş saatinde sarkma olabilir!

Ve planlanmış o gün geliyor.

Buluşma saatimiz 17:00, bana uyar lakin enn sevdiğim kadın için zaman biraz sorunlu, bir toplantı nedeniyle geç kalma olasılığı var. Masamız onun adına rezerve ki bunu özellikle istiyorum, masanın üzerindeki o ad bile beni heyecanlandırıyor. Özlemin geri saydığı bir adım o.

O kadar keyifliyim ki öncesinde henüz tanışmadığım çok tatlı kankam için bir küçük hediye düşünüyorum. İşi bir kenara bırakıyorum ve bu keyifli eylem için trene atlayıp yine bizim bölgedeki bir AVM'ye gidiyorum. Seçimim kafamda net ama ya yoklarsa endişem var. Ve fakat, bir kez daha iyilik melekleri benim için seferber edilmişler; kankam için fikrimde olan kitaplar rafta, sonra bu tatlı ailenin çok tatlı, çok şahane, birbirlerine çok yakışan ebeveynleri için de yine aklımda olan ve henüz 16 yaşımdayken okuduğum ve o günden beri enn kitaplarım hanesindeki yeri sarsılmayını da alıp onu da hediye paketi yaptırıyorum. Şu ana kadar her şey yolunda, bunun için hep yanı başımda olan meleklere teşekkür ediyorum.

Sonra buluşma vakti yaklaşıyor. Şimdi trendeyim. Enn Sevdiğim Kadın'la koordineyiz, aynı zamanda sevinçli ve heyecanlı, çünkü ikimiz de sadece görüntülerinden ve kelimelerinden yola çıkarak insanlar konusunda bir sonuca varabiliyoruz.

Şimdi onların kaldığı Polis Evi'nin önündeyim. Zamanlamam muhteşem, bekleyenlerde kısmen heyecan yaratabilir ama benim zaman ayarlarım yerindedir. Arıyorum ve ilk ya da ikinci sesli temas. Kapıdan geçenler çooookkkkk tatlı bir genç kız (çocuk kelimesini, ne yani biz çocuk muyuz diyen yeni nesil nedeniyle ve başıma dert almak istemediğimden kullanmıyorum:)), çok şık, sempatik, mankenleri çatlatacak formda hoş bir genç kadın ve şahane bir genç adam. Kısa sürede kaynaşıyoruz. Ve rezervasyonumuz olan muhteşem bir yapıya sahip mekâna doğru yürüyoruz; geçtiğimiz alanlar kıymetli; dilim döndüğünce tarihsel süreçleri anlatıyorum ve tam saatinde rezervasyon yaptığımız masamıza oturuyoruz. O sıra Enn Sevdiğim Kadın'la konuşuyorum ki o da yolda, bu süper, muhtemelen toplantıyı öne alıp kısa sürede halletmiş... ve kısa bir süre sonra da mekâna giriş yapıyor. Kısa bir tanışma eylemi ve masanın donatılması. O halde gelsin rakılar.

Laf lafı açıyor, sohbetin tadı kıskandırıcı, aslı öyle olmasa bile biz zaten birbirimizi yıllardır tanıyor ve seviyorduk hali muhteşem. Velhasıl fena kaynaşmış durumdayız. Bizim kalbimizde olay arkadaşlarımızdan kardeşlerimiz evresine geçmiş durumda. Enn Sevdiğim Kadın yine muhteşem ve yine varlığı ile beni gururlandırıyor. Sanki onu ilk kez dinliyormuşum tadı kulaklarımda, gözlerim enfes bir masalın içinde dolaşıyor. Velhasıl arkadaşlar fazla uzatmim, yaşanan anlar, sohbetler hiç bitmesin bu akşam ve gece tadında.

Sonra bir yağmur başlıyor, bahçedeyiz ama tenteler sayesinde sadece yağmurun sesini duyuyoruz. Ve o ses, ve yağmur, ve diğer masalardaki keyif ve ölçülü arkadaşlıklar şahane. Ve biraz sonra bir başka masadaki doğum günü kutlamasından payımıza düşenler masamızda. Elbette teşekkür ediyor ve kutluyoruz. Zaman su gibi akıyor. Masamızdaki tercihlerimizden kaynaklı iki farklı marka rakı tükeniyor, sağlam içiciler olduğumuz kesin. Gecenin sonu yaklaşıyor, yarın sabah yola çıkacak kardeşlerimiz var. Üstelik yağmur da bizim için durdu.

Usulca yola koyuluyoruz, şimdi güzergâhımız üzerindeki, olmazsa olmaza yürüyoruz ve sohbete devam, kankam mutlu, geçilen yerlere dönük anlatımlar derken Birtat'dayız.

Orada olan bitenleri Sevgili KuyruksuzKedi pek hoş anlatmış zaten, sizi bir süreliğine oraya alalım lütfen...

Ve yeniden Polis Evi'nin önündeyiz, yine bir veda vakti ki daha doyamamıştık birlikteliğimize ama Rabbimin işi de belli olmaz!

Vedalaşıyoruz, ben ve Enn Sevdiğim Kadın son trenle devam ediyoruz ve ben bizim istasyonda iniyorum, o ara bir aydınlanma yaşıyorum çünkü aldığım kitapları vermeyi unutmuş olduğumu ve sırt çantamda olduklarını fark ediyorum. Bir telaş bende gecenin bir yarısı.

Allahtan ne vakit yatarsam yatim erken uyanabilen biriyim. Bir mesaj atıyorum Sevgili KuyruksuzKedi'ye. Bir süre sonra o geri arıyor ben durumu anlatıyor, bir yol tarifi veriyorum. Onlar gelince de şehirden kısa yoldan çıkacakları yere kadar eşlik ediyor, kitapları teslim edebilmiş olmanın huzurunu yaşıyor, iyi tatiller ve iyi yolculuklar diliyorum.

Ve sonra blogundaki yorumuma cevap kısmında gördüğüm "Siz arabadan indikten sonra Arya, "İlk anda şaşırmıştım ama düşününce keşke bizimle gelseydi gerçekten Ankara'ya, gidene dek sohbet ederdik" dedi, cümlesi fazlası ile gülümsetiyor beni...

2 Temmuz 2024 Salı

Biralar Hiç Bu Kadar Mutlu Olmamıştır

Hafta Sonu, Ya Cumartesi Ya Pazar, Diyelim ki Pazar!


Saat 15:30 için anlaşıyoruz...

Enfes bir yaz...

Ve bayılınası ve enn bayıldığımız mekânlardan biri.

Konu bira ise, tek geçeriz!





Mekânın iki farklı yönündeyiz, bir anlamda buluşacağımız yer bir orta nokta...

Hazırlanmaya başlıyorum. Coşku tavanda. Sanki bir ilk buluşma. Heyecan benden heyecanlı ve paçalarımdan çekiştiriyor. Bazen düşünüyorum: O... Yani enn sevdiğim kadınla rastlaşmasaydık nasıl bir hayatım olurdu diye.

Onu yüreğinden öpüyorum.

Kızkardeşim bi keresinde demişti ki; "Ben bu kızı çokkk seviyorum."

Erkek kardeşim, üstelik de en küçüğümüz olmasına rağmen, bir olası ayrılıkta mesela, beni odunla kovalar biliyorum.

Bu kadın çooooookkkkk tatlı yaaa...

Bir masaya oturmuş durumdayım. Onun geliş yönünde nöbetçi gözlerim. Ne tesadüf ki mekân bir orta noktada ama benim hızlı yürümüş olmam kesin.

Ahhh şu heyecan işte.

Bir an öncenin telaşı...


Hava muhteşem, deniz kıvrak, mekân gündüz sakinliğinde; 3-4 masa kapatmışız mekânı sanki, lakin ben yüksek masaların hemen ardındaki alçak masadayım. Gözlerim onun geliş yönünde.

Dövmeleri muhteşem, tarzı punk'a yakın genç kız masaya oturduğumuzda ve servis için geldiğinde, benimle aynı fikri paylaşacak enn sevdiğim kadın da.

İç kısımda ve alçak masalarda oturan şortlu üç kadın oradan kalkıp hemen önümdeki ve fotoğraftaki yüksek masaların sağ tarafındakine gelip oturuyorlar, merhaba desem o masadayım ve özellikle birinin -belki de emin olmak için- beni kestiğinden, o nedenle o masaya gelindiğinden eminim. Sanki ve muhtemelen lise yıllarından ya da farklı ortamlardan bir aşinalık var. Benim kafamsa sol taraf ve O'nun geleceği yöne dönük. Siparişi daha sonra vereceğimizi beyan ediyorum tatlı garsonumuza, o yine de menüyü masada bırakıyor.

Ve O'nu gördüm.

Karşı kaldırımda, ardındaki deniz köpük köpük el çırpıyor, rüzgârsa saçlarını uçuruyor.

Kıyafet muhteşem.

İzliyorum. Karşıya geçti ve mekânın kapısında şimdi. Ben ayaktayım. Göz göze geldik ve bana doğru yürüyor. Gülümsüyorum şeytanca, çünkü az sonra O'na sarılacağım.

Sanki ilk kez. Sanki 16 yaşındaki bebe heyecanını arkasına saklayan bir yetişkin gibi.

Gelsin o halde biralar ve bir Orhan Gencebay sepeti.

Velhasıl, sanki benzeri hiç yaşanmamış ve bu ilkmiş heyecanını bir gram düşürmeden geceye varıyoruz. Kaç saat geçti bilmiyoruz. Ama benim bildiğim bir şey var ki benim kafa iyi; üstelik öyle kolay devrilen biri de değilim lakin şu aşk işte!

Hesabı ödüyor, şahane genç kızımızı boş geçmiyoruz. Bu enfes yaz akşamında, iyice canlanmış geç saatlerde ve yıldızların altında sarılıp vedalaşıyor, bir başka akşamda erkek kardeşim ve çok tatlı kız arkadaşıyla -onların henüz ilişkilerinden haberim olmadığını düşündükleri şu evrede- dörtlü bir masa planlıyor, ayrı yönlere doğru hareketleniyoruz.

Ben biraz şaşkın. Dilimde bir sorun yok da ayaklarım sanki kafayı bulmuş gibi; sürekli sallandığımı düşünerek eve varıyorum. Enn Sevdiğim Kadın'ı arıyorum; ona eve sallanarak geldiğimi söylüyor ve son anlardaki konuşmalarımda bir sorun var mıydı diye soruyorum. O olmadığını söylüyor, hatta ufaktan sallandığımı bile fark etmemiş.

Bazen, çok mutlu olduğum zamanlarda sarhoş kisvesine büründüğüm anlar geliyor gözümün önüne... Yine mutluluktan şımardın ve tek kişilik, dünyaya boşvermiş sarhoş, aynı zamanda avare bir berduş rolünü pek güzel oynadın eve kadar diyor ve ekliyorum:

Helal sana!

Biraları bir saysana...




26 Haziran 2024 Çarşamba

Hayaldi Gerçek Olmuştu, 2008-2018

Hayaller gerçekleşmelerin ön izlemesidir.

Bir Buraneros atasözü...


2008

Mantonu vestiyere bırakıp, o mekânın kendine has soyluluktaki masalarından birine oturuyoruz. Bütün ortamı daha da farklı ruh hallerine taşıyan Rus klasiklerinden oluşan bir müzik çalıyor. Votka eşliğinde mezeleri tadarken, ben seni seyrediyorum.

İçeride, lokanta sahiplerinin ve garsonların samimi telaşları... Mutlu insan sesleri... Her yaştan güzel kadınlarla güzel erkeklerin birbirlerine dokunuşları... Dışarıda kar.

Şık porselen tabaklara soylu tavırlarla servis edilen ara sıcaklar; yanında Gürcü şarapları... Sen kadehini dolduran garsona teşekkür ediyorsun, ben seni seyrediyorum.

Lokantanın küçük pistinde ateşli bir tangoyu içimize çeke çeke dans ediyoruz; bütün kokun bütün benliğimi sararak, bütün bedenim teninin sıcaklığını hissederek... Ve ruhum vücudunun bütün kıvrımlarına dokunarak...

Elinin sıcaklığı ellerimde masamıza oturuyoruz. Çeşit çeşit Rus yemekleri geliyor, yanında sıcak şarapla...

Ben seni seyrediyorum; dışarıda kar.

Şampanyalar patlıyor tam on ikide; küçük, içten, tutku yüklü ıslak bir öpücükle kutluyoruz birbirimizi... Küçük bir hediye veriyorum sana, gözlerin şehri aydınlatıyor. Ben, seni seyrediyorum.

Kutlamalar birbirine karışıyor. Mantonu alıyorsun. Dışarı çıkıyoruz. Kar yağışlı, yılbaşı coşkusunun içerilerden taştığı sessiz sokaklarda, sokulgan adımlarla yürüyoruz.

Sen kar manzarası altındaki ırmağı seyrediyorsun, ben seni seyrediyorum.



Gerçekleşme: Ayaspaşa Rus Lokantasında Romans-2018





19 Haziran 2024 Çarşamba

Yoksa Ben Divane miyim?

Bu aralar biraz yazma tembeliyim. Oysa hayat şırıl şırıl akıyor ve malzeme bol. Bu bolluğa rağmen bundan çok kısa bir zaman önce gerçekleştirilemeyen akşamüstünden, bir önceki yazıda bir kaç satır dışında söz etmemiştim. Sonrasını da yazamamıştım doğal olarak.

Ben bir manyak mıyım, diye düşünüyorum bazen.

Yoksa bünyemdeki bir nokta abartı üstadı mı diye.

Bir çok insan için sıradan bir akşam işte denecek, üstelik aynı kadınla 10 yıldan fazla bir süredir yaşanmakta olan ânlardan birini yine ilkmiş, sanki hiç yaşanmamış gibi bir coşkuyla ve bir çocuk edasıyla ve herkesler duysun tadında yazmaya başlayınca; durup bu 14-15'lik çocuğa bir bakıyorum. Sonra da imrenip helâl olsun sana diyorum. Elbette benim bünyemde olduğu, hayat boyunca yaşamıma kattığı lezzetler için, enn sevdiğim kadınla tanışmama vesile olan başta Opera Bale olmak üzere; tüm ilâhi varlıklara da bir kez daha teşekkür ediyorum.


Yaşanan akşamüstü spontane; ben için piyangodan çıkan enn büyük ikramiye gibi. Çünkü bir önceki gün program, onun son dakika toplantısı nedeniyle ertelenmişti. Üst üste toplantılar son dakikaları bile değerlendirme fırsatı vermemişti.

Lakin bu kez ertesi gün akşamüstü gelen telefon tabii ki heyecanlandırmıştı; çünkü o tipte bir ânın tadını çıkarmak tam da benlikti. Kendimi en bayıldığım halimde bulmuştum, içimde okulu asmış, bira içmeye giden bir çocuk oluşmuştu. Ânı daha lezzetli kılan bir şey daha vardı: Muhteşem ve cinlikleri çok sevimli bir kadın.

Telefona şaşırmış, durumu önce anlayamamıştım. Çünkü o da toplantı arasında kapıdan sızmış, sonra bizim mıntıkaya gelmiş, o biralar mutlaka içilecek mottosu ile bir masaya oturmuş ve telefonla da beni ayartmıştı.

Elbette bu fırsat kaçırılamazdı.


Çünkü o Gara Guzular mutlaka tadılmalıydı!

Ben pek bir heyecanla ve tam eve varmışken yoldan dönüyorum ve o heyecana uyan koşar adımlarla mekâna varıyorum. Varınca yavaşlıyorum. Çünkü gözüme takılan enfes bir kadını süzüyorum. Japone kollu ve desenleri muhteşem bir elbise, hep bayıldığım saçlar, buna ek olarak da okulu asmış çocuklar tadındaki bir arasıcak eylemi.

Daha ne olsun.

Süzülüyorum ona doğru. Fırsatı ganimete çevirip bir güzel öpüyorum. Sonra o alınca sazı eline, gülümseyerek onu izliyorum. Ve bir kez daha tüm tanrılar ve ilahi varlıklara şükranlarımı sunuyorum.

Laf lafı açıyor elbette, gelsin o bira gitsin şu boş derken zaman su gibi akıyor. Bu afacan kadın sıvıştığı toplantıya bir noktasından girecek, ektiği bölümler de bana kâr. Vedalaşma noktası ise ben için bir ganimet, onun her santimetrekaresini hissedeceğim, sarılacağım ve el sallaşıp vedalaşacağız.

Sonrasında ise ben ayaklarım yine yerden kesik, uçar adımlar halinde eve doğru yürüyecek, şimdi işin de diyecek, bilgisayarı kendi haline bırakacak, az önce yaşadığım rüyanın tadını kanepeye uzanarak, yüzümdeki muhteşem gülümsemeyle tavana bakarak tekrar tekrar çıkaracağım.

Ve biraz sonra da o güzel kadın,

"Geldim, şimdi toplantıya giriyorum,"

demek için,

beni arayacak.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP