Konserler dizi dizi, kapalı spor salonları dolup taşıyor, onca sinemaya rağmen biletler karaborsaya düşebiliyor.
Fuarların kocaman, yemyeşil, peyzajları muhteşem lunaparkları var. Ekonomi karma, devlet kurumları dimdik ayakta ve birbirine entegre. Devlet Üretme Çiftlikleri'nde yok yok. Zonguldak adlı şehrinde bereketli maden ve kömür ocakları, Batman'da petrol kuyuları var. Rezervler asırlar geçse de tükenecek gibi değil.
Ziraat Bankası köylünün, Halk Bankası esnafın, Etibank madenlerin, Sümerbank giyim kuşam, çanak çömlek, el sanatları, porselenler, el emeği emsalsiz halılar ve cam ürünleri gibi akla gelen her şeyin.
Paşabahçe cam ve porselen ürünleriyle bir dünya markası.
Emlak Kredi Bankası ev sahibi olmak isteyenlerin arkasında; uzun vade ödemeli toplu konutlar yapıyor.
Çimento ve Demir Çelik Fabrikaları yurdun dört bir yanında; işgal altındayken, vatansever halkıyla verdiği topyekün mücadele sonucunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, gelişme çabasında olan bir ülkenin bağımsızlığının çimentosu onlar.
Tüm tarım araçları ve traktörler Zirai Donatım Kurumu'ndan. Ziraat Bankası'ndan düşük faizli ve uzun vadeli kredi kullanıp traktörler, biçerdöverler gibi tarımsal araç gerece sahip olunabiliyor. Özel sektör kurumları ve bankaları ile devletinkiler tatlı bir rekabet halinde. Karayolları kurum olarak adından anlaşılacağı üzere ülkenin her noktasında yollar yapıyor. Y.S.E, yani açılımı yol su elektirik olan kurum, köylere ulaşacak alt yapı hizmetlerini veriyor. D.S.İ, yani Devlet Su İşleri, barajlar inşa ediyor, ihaleler yandaşlara peşkeş çekilmiyor, araç parkları güçlü, mühendisleri Atatürk sevdalısı ve Cumhuriyet aşığı.
Köylünün, ürünüm elimde kalır korkusu yok, alıcı tüccarlar ve devlet. Süt Endüstrisi Kurumu üretici köylünün ayağına gidip topluyor sütleri ve pastorize edip şişeliyor; yağ, peynir ve süt kurum mağazalarında uygun fiyatlarla satılıyor. Aynı işleyiş Et Balık Kurumu'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarında da var; pirinç, bulgur gibi hububatlar satış ofislerinden ucuzca tedarik edilebiliyor. Ve bu yapılanma aynı zamanda özel fabrikalara da örnek oluyor ki bunlardan birine bizzat tanık çocuk.
Almanya'da eğitimini yapan, sonra yurda dönen, adı Yalçın olan bir amca, Engiz'de son derece modern bir fabrika kuruyor. Çocuk o fabrikayı geziyor ve ilk kez, ancak filmlerde görebildiği şişelenmiş -günlük- pastorize sütün tadını bu sayede alıyor.
Eskişehir Uçak Fabrikası, Tusaş, Tank Palet, M.K.E. Kırıkkale Silah Fabrikası, Zonguldak Kömür İşletmeleri, maden ocakları, Tariş, Fiskobirlik, Tekel, SEK, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Çorum Çimento ve benzeri kurum ve birliklerin hepsini tek tek yazsam istiyor çocuk ama okurun ki de can.
Memurlar için sosyal hayat kurum lokallerinde. Memleketin pek çok yerine yayılmış ve son yirmi yıl içinde tek tek müteahhitlere satılmış, daha doğrusu peşkeş çekilmiş, anne babayla gidilen kurum kamplarında tatil yapmayan, anı biriktirmeyen çocuk neredeyse yok. Devlet Malzeme Ofisleri kırtasiye ve D.M.O etiketli pek çok ürünün kamu kurumları için tedarikçi ve dağıtıcısı. İlkokul bebelerinin, yeni doğmuş çocukların ve hatta ilk, orta, lise öğrencilerinin sağlık kontrolleri devlet kurumlarında bedava; aşı görevlileri kapı kapı dolaşıyorlar, ders aralarında ve beslenme saatinde süt ve poğaçalar devletten!
Milli Eğitim'in kitap dükkânlarından üstelik ucuza, hayal edilemeyecek, son derece nitelikli kitaplar alınabiliyor. Tiyatro, sinema, opera, bale, konserler neredeyse bedava ve son derece nitelikli.
Öğrenciler en azından yılda bir defa öğretmenler gözetiminde görevli sağlık kuruluşlarına, yani dispanserlere götürülüp röntgenleri çekiliyor, aşıları takip ediliyor, görevliler bizzat okullara gelip düzenli olarak o aşıları yapıyor. Köy Enstitüleri her alanda bilgisi olan öğretmenler yetiştiriyor, her şey masal gibi... Devlet tüm bu hizmetleri de anadan babadan daha iyi, sorumlulukla ve bedava yapıyor.
Ülkenin üç tarafındaki denizlerde yük ve yolcu gemileri dolaşıyor, demir ağlarla örülmüş ülkede tren ve gemi yolculuklarının her biri diğerinden keyifli; yolculuk esnasında Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların önlerinden geçiliyor. Durulan istasyonlarda kompartımandan kollar uzatılarak vagonlardan şeker fabrikalarına gitmekte olan şeker pancarlarından alınıyor ve evlere varılınca da onlar kuzinelerin fırınlarında pişiriliyor, keyifle de yeniliyor.
Ülkenin bir diğer ucunda, Kars'ta, artık Ziraat Bankası'nın Kars şubesinin müdürü olan amcası sayesinde gittikleri Boğatepe adlı köyde, seccadesini toplayan bir kadınla rastlaşıyor çocuk. Teyze dikkatini çekiyor, Türk'e benzemiyor. Sonra öğreniyor ki bu hoş ve az önce seccadesini toplayan teyze Sovyetler Birliği'nden gelme ama Alman asıllı. Ve küçük bir peynir üreticisi olan abinin eşi. Çocuk için bir masal an daha. Şehrine döndüğünde tüm bunları arkadaşlarına anlatacak. Üstelik dünyanın en kaliteli ve özel kaşar peynirleri; yöre çiftçisinin sütleri ile ve eski metotlarla burada, Boğatepe'de üretiliyor.
Elazığ da TEKEL'e ait şarap fabrikası; yöreye özel, çok nitelikli bir Atatürk ve Cumhuriyet eseri, biri kırmızı diğeri beyaz olan üzümlerden kırmızı ve beyaz olmak üzere iki türde Buzbağ şaraplarını üretiyor ve çok şükür ki fabrika mevcut iktidar döneminde bağları ile birlikte ülkenin en güçlü ve nitelikli firmalarından birine satılıyor.
Çocuğun ailesinin memleketi!
Çocuk yazları yöreye gittiğinde ailesi ile; sabahın en erkeninde dedesiyle birlikte her gün mütevazi bağa gidiyor, olmuşluğu gözleri ile test eden dedesinin, salkımlarını özenle kestiği üzümleri, üzerindeki çiğlerin serinliği ile tek tek kopararak, keyifle yiyor çocuk.
Ve ilginçtir bu ülkenin adı da Türkiye!
***
Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.
Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.
Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.
Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.
Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.
Ve onları
Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.
Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.
Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.
Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.
Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.
Ve onları
özlemle,
biriktiriyordu...
ve asla unutmuyordu çocuk.
Ne kadar güzel yazmışsın arkadaşım. Gözlerim dolu dolu okudum yazdıklarını...O masal ülkenin son zamanlarına yetiştik biz. Bu yüzden mi bu kadar hüzünlüyüz, kayıp gidiyor elimizden güzelim ülke, güzelim cumhuriyet...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Şule. O masal ülke ayağa kalkacak benim hiç şüphem yok, o gün geldiğinde biz de tıpkı Küba devrimindeki gibi sokaklarda dans edeceğiz:)
Sil"Zamanla nasıl değişiyor insan " demiş de bilge şairler; zamanla nasıl kaybolur değerler, zamanla nasıl düşünemez hale gelir bir toplum, zamanla nasıl yok olur bir ülke... neden denmemiş...?
YanıtlaSil"Yaşayan görür..." denmiş ama onu diyenlerin bile hayal gücü kısır kalmış.
Buraneros güzel yazar, yazdıkları okunmaya değerdir, düşündürür, eğitir, gülümsetir de çoğu zaman.
Seçici bir jüride olsaydım "La Paragas Blogdaki enn güzel yazı bu." derdim.
Yaş aldıkça değil sadece, yaşadıkça, yaşlandıkça daha duygusal oluyoruz kuşkusuz.
Ama neden hüngür hüngür ağlamak gelir bazen insanın içinden ?
Çok teşekkür ederim Makbule Öğretmenim. Bizler sıklıkla tekrar ettiğim üzere, aslında bir imecenin içindeyiz hep birlikte. Bir bakıma sessiz bir devrimin ayak izleriyiz, yakıp yıkmıyoruz, tecrübelerimiz var; ama mevzilerimizi de sağlam tutuyoruz. Kuvvetli de bir inancımız var, önderimiz Atatürk... Ve aslında bir tecrübe yaşadık diyebiliriz şu 20 yıllık son dönem içinde, gençlerimiz ve halkımızın bir kesimi uyuşturuldu lakin artık ufaktan ufaktan olsa da toplumun ayak sesleri, usul usul yükseliyor. Ben inanıyorum, izinden gittiklerimiz gibi, başaracağız! İşte o gün sevinçten ağlayacağız.
SilAğlamak istedim :(
YanıtlaSilAğlamayacağız inadına Sevgili Öğretmenim, direnme gücümüz var, neler görmüş bir devrin çocuklarıyız sonuçta, yani er ya da geç motorları maviliklere süreceğiz.
Silbenim neslim de yaşadı bunu, son nesil olarak... şimdikiler bilmiyor o günleri, ben en çok da ona üzülüyorum. 20 senedir olanları normal sanıyorlar..
YanıtlaSilArtık normal sayanlar, şahısa tapanlar da farkına varmaya başladılar Ceren, o nedenle birilerinin paçaları tutuştu, o nedenle daha geniş bir ortaklaşma için tahkimatlar oluşturma çabası içindeler, yeni ortaklar bulmaya çabalıyorlar... ama artık nafile, bazı uyuyanlar da uyanmaya başladı artık.
SilBir zamanlar beğenmediğimiz dönemleri mumla aramak böyle bir şey olsa gerek. Böyle okuyunca masal diyarında büyümüşüz hissiyatı geldi bana da. Çok güzel yazmışsınız ama işte bir tarafta böyle yaşarken bir diğer yön varmış gizli gizli kinlenip o dönemleri yok etmeye hazırlanan.
YanıtlaSilYazınız çok güzel, çok etkileyici .
Çok teşekkür ederim. Eminim ki başlarına gelecek olanların en çok farkında olanlar onlar, şu an destek veren siyasilerin en azından ideolojisi yüksek olanının bir gün ansızın buraya kadar diyebileceğini biliyorlar ve bu yüzden de bir yumuşama ortamı yaratıp seçimde birinci çıkan partiye yöneldiler. Bulunduğu koalisyondan memnun olmadığını, kendini esir hissettiğini düşünüyorum şahsın. O nedenle görecek günler var daha diyorum.
SilÇok hüzünlü, hem de çok... Oysa masalların sonunda gökten üç elma düşer ve kötüler cezasını bulur. Belki de ha, olmaz mı... Bu masala tanık olan çocuk ve niceleri mutlu sonu hak etmiyor mu...
YanıtlaSilKesinlikle olur. Ve o gün geldiğinde tıpkı Küba Devrimi'nde, Emma Goldman'ının dediği gibi meydanlarda dans edeceğiz:) Çocuk, ülkenin her haline karşı umudunu hiç yitirmiyor, çünkü onun antenleri hep açıktı, bebelikten beri; Cumhuriyetin güzel izlerini gördü, yittiklerinde bile umudunu hiç yitirmedi... yani sen de umutlu ol, çok uzak olmayan bir günde koca bir kalabalık olarak o dansı biz de yapacağız.
SilÇok güzel ve akıcı... Yazılarını okumayı özlemişim. :)
YanıtlaSilBiz de seni özlemiş olabiliriz. Çok teşekkürler:)
YanıtlaSilRica ederim ne demek :)
Sil:)
SilBoğazımda düğümlenen kelimeler var...Biz büyüdük ve kirlendi dünya...
YanıtlaSilSıra bizde, kirletenlerin ellerini kıracağız, çok uzak olmayan ilk seçimde...
SilYazını okurken... Bir Yenitürkü klasiği eşlik etti bana...
YanıtlaSil"Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman
Ay büyülüydü, yakamoz deniz,
Ardından koştuğumuz o baharlar"
Baharı görmeyeli çok oldu, umutlar da yavaş yavaş tükendi.
Korkunç karanlıklar ülkesi olduk. Neye üzüleceğimizi, nerenin ucundan tutacağımızı şaşırdık.
Her güne bir kadın, çocuk, kedi, köpek, deniz, orman, madenci, işçi, emekli, köylü, esnaf hüznü ile uyanır olduk. Ağladık, isyan ettik, kahrolduk... Ama galiba ve belli ki dibin dibini görmeden kalkamaz olduk. Dahası ne bilmiyorum, neyi bekliyoruz bilmiyorum. Uyanmak yakın elbet ama ne kadar yakın göremiyorum.
Ama;
"Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman
Ay büyülüydü, yakamoz deniz
Ardından koştuğumuz o baharlar"
Yine bilirsin ki, 53'e 1 kala, hep bir "iyikiler" bütünü var yüreğimde umut niyetine tutunduğum.
(Kendi bloguna yazacak vakti olmayan garip kadın not düştü:)
Bir eklenti yapmadan ayrılmak istemedim tarihe düşülen bu tanıklığa: Atatürk'ü anlayan ve Cumhuriyet kazanımlarının farkında olan herkes "asil kanda mevcut olan gücünü" elbet bir gün hissederek uyanacaktır.
SilO gücü hissedenlerin sayısı az değil aslında çok, tüm kamuoyu yoklamalarında Atatürk sevgisi %80'lerin üzerinde, sonuçta benim diyen adamın aldığı oy, iktidarda kalabilmek için nelere, kimlere muhtaç olduğunu da gösteriyor. Onun deyimiyle kimleeerrr kimlerle ittifak yapıyor.:) Ve ayrıca bu ekonomik bataktan çıkabilmeleri ve ülkeyi de çıkarabilmeleri mümkün değil... Yani Biz kazanacağız:)
SilO "Sonra"ya kadar o kadar coştu ki kalbim satırlarını okurken Sevgili Buraneros... Hani neredeyse o masal ülkesine gittim her satırda, her bir köşesini gezdim o çocukla... Sonra.. Sonra hepsi bir anda kuş olup gitti... Nasıl ge(tiri)lir bir ülke o günlerden bu günlere? Almıyor aklım :(
YanıtlaSilBirileri gelir ve o hale getirilen ülkeyi çok kısa sürede eski haline döndürür, hiç kuşkun olmasın, ülke batarken ayakta kalmayı başaran ve icraat yapıp bedava mama ve yemek dağıtabilen, annelere kartlar verip onlara para yükleyebilen, tüm engellemelere rağmen kredi bulup ulaşım ağlarını geliştiren ve halka dayanaklı konutlar yapabilen belediyelerimize bakınız. Az kaldı, güneşli günleri görmeye, çok az:)
SilYazıya (kırık) bir kalp bırakıyorum.
YanıtlaSilAnlarız ve hangimizin değil ki deriz, o güzel ülkeye yeniden kavuşacağımızı da bilir ve inatla gülümseriz.
YanıtlaSilinatla gülümseriz, gülümseyelim, hep beraber :)
SilNereden nereye denilen bir dönemin tanıkları olmak çok üzücü. Ve adeta bir durum tespiti olan bu yazı asla kaybolmamalı, daha çok kişi tarafından okunmalı.
YanıtlaSilYazının şu ana kadar ki istatistikleri iyi, uzun süre kaybolmayacak gibi...
SilBir yanım bas bas bağırıyor; uyanın, hâlâ geç değil, ülkemiz o masalsı haline dönebilir diye. Çıkmadık candan umut kesilmez diyerek umutlarımızı canlı tutmaya çalışmaktan başka elimizden ne gelir ki. Kendi kendine yeten bir ülkenin şimdi ki geldiği durumu yazının ikinci bölümünde tam isabetle çok iyi anlatmışsınız. Umarım bu değerli yazıyı okuyan çok çok olur.
YanıtlaSilAklınız, gönlünüz dert görmesin.
Sonuçta bunlar da gidecekler, ülkenin zemini sağlam aslında, hep aynı şeyi tekrar ediyorum ama başka da bir neden yok çünkü; başımızın belası ucube seçim sistemi. Kimler kimlerle ittifak yapıyor ve anca öyle iktidarda kalabiliyor, bir gün bu sistem onlara da yaramayacak. O zaman mecburen değiştirmek zorunda kalacaklar.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, sizin de aklınız, gönlünüz dert görmesin...