Tırtıl'ın Kozası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tırtıl'ın Kozası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2023 Cuma

Çocuğunuz Milletvekili Adayı Olsa...

Ona Oy Verir misiniz?


Onun hakkında şu ifadeleri kullanmıştım: "Benim küçük oğlan tam bir Tırtıl'dır. Ele avuca pek sığmaz, ineklerle falan iyi anlaşır, boş ve minik pet şişe ile kafalarına ufak ufak vurup, nasihatla ayar verir, sonra da sarılıp öper... Kümese girer, ne yaparsa yapsın hayvanların hiçbiri de ona tepki vermez. Daha ilköğretimdeyken hakkında yazdığım bir yazıda bana şu cümleleri de kurdurmuştur:

"Lider ruhlu, ceza yayı üzerinden sol ayak içi ile gamsızca ve kendinden çok emin plaselerle çok şık goller atan, Kızılcahamam'daki Galatasaray -minikler- kampına katılan, girdiği ilk seçimde kuvvetli ve enfes bir propaganda ile oyları silip süpürüp okul başkanı olduktan sonra ilçe başkanlığını da bir ilköğretim öğrencisi kız çocuğuna özellikle bırakıp başkan yardımcısı olan, Saray'dan gelen uçak biletleri ve davetle ili temsilen oradaki bir toplantıya katılmış, Saray görmüş, Saray Sofrasına oturmuş bir küçük Reis'tir aynı zamanda. Üstelik kendisi o aralar, bizzat gidip, ben çalışmak istiyorum, diyerek başvurduğu, bildik bir mekânda okul dışı saatlerde çalışıyordu da...

Son Belediye Başkanlığı seçim sürecinde bir liseli olarak hep sahadaydı ki desteklediği CHP'li aday seçimi kazandı!

Kendisi o zamanlar miting alanlarında, liseli abisiyle CHP bayrağını sallamaktaydı!

Her ne kadar aynı yönde ama çatışan siyasi fikirlere sahip olsak da; gençlik diyor, sonrasında geleceği yeri de öngörebiliyor, değişkenliklere müdahale etmiyor hep sakin kalmayı başarıyorum tüm gelişim süreci boyunca, alevlendirmiyorum!"


İşte bizim bu tırtıl, şu geçtiğimiz mayıs seçimleri öncesinde malum şahsın parti kurma aşamasıyla birlikte o tarafa meyletti. Yazdırdığım kursa bir kere gidip sonra bırakan kendisi üniversite sınavlarına dersanesiz hazırlandı ve sonuçta hedeflediği Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimini kazanarak İzmir'e yerleşti. Malum parti yeni kuruluyordu. Pandemi başlamıştı ve eğitim artık evden devam ediyordu. O sırada malum şahsın partisinin şehrimiz il başkanlığının kurulma aşamasında oraya bulaştı ve il binasını başkanla birlikte oluşturdu. Malum şahısla ilişkileri gelişti, çok çalıştı. Okullar açılınca da yeniden İzmir'e gitti ve bu kez İzmir örgütünü ayaklandırdı.

Ve şu geçtiğimiz son seçimde de bizzat gidip malum şahısla görüşerek milletvekili listesinde yer buldu kendisine. Sahada çok çalıştı, enfes bir kampanya süreci yaşadı. Finansal desteklerini abartmadan amca ve babadan aldı ve çok küçük bir bütçe ile yürüttü hem kendi seçim kampanyasını hem de malum şahsın cumhurbaşkanlığı adaylığı için gerekli olan bağış kampanyasını. Önünde malum şahısla bir fotoğraf arka yüzde de kendi vaadleri olan ve benim bu yazı için sansürlediğim broşürleri kendi tasarlayarak, bizden sağladığı finansman ile bastırdı... Çektirdiği fotoğraflardan, selfilerden gördüğüm kadarıyla; teyzeler, amcalar, abiler, ablalar, gençler, esnaflar, pazarcılar, balıkçılar çok sevdiler. Bazen spor, bazen takım elbiseli olarak ilçe ilçe, köy köy dolaştı ve sanırım en çok eli sıkıp öpen, en çok sarılınan ve listede kendine yer bulabilen -tüm ülkedeki- en genç adaydı kendisi...

Ve seçim günü gelip çattı. O sandıkları dolaşıp partide sonuçları değerlendirirken biz de oy kullanma noktalarımızdaydık.

Sizleri bilmem ama biz önce ülkenin çıkarları diyenlerdeniz!

Bunu o da biliyordu elbette...

hiç talep etmedi!

9 Ocak 2020 Perşembe

Bugün Bir Tırtıl Dünyaya Gelmişti

Ne de iyi etmiş ne de hoş gelmişmiş...


Benim küçük oğlum ki adı Tırtıl'dır; birlikte uyurken, sırtımı dönmeme bile izin vermezdi. Sıcak kanlı ve girgin bir çocuktu, çok da sempatik; yolda durdurulup sevilen cinsten. Hayvanlarla arası müthişti, insanlarla da; sokakta, pazarda, nerede olursa olsun rast geldiğimiz sokak köpeklerine sarılır, öper, okşar, dili döndüğünce sohbet eder, nasihatlerinin ardından vedalaşırdı. Bahçede otlayan, pek çok yetişkinin yaklaşmaya korkacağı koca ineklere yanaşır, toparlar, küçük oyuncak arabasını burunlarının üzerinde yol olmuş beyaz tüylerinde sürer, ilginç gelen kuyrukları ile oynar, arada bir okşar, arabayı burun deliklerine sokar, sonunda da boyunlarına sarılabildiği ölçüde sarılıp yanaklarından şapur şupur öperdi. Bir hatalarını gördüğünde de ayar vermekten vaz geçmez, nasihat eder, elindeki küçük pet şişe ile de ufak ufak vurur, nasihati aldıklarına karar verince de başlarını okşardı.

Şaşardık ineklerin tepkisizliğine, onlar araba buruna geldiğinde, garaja girmeye hazırlandığında şöyle dönüp bir bakar, yeme işini bırakır, sanki "Çocuk işte!" dercesine gülümserlerdi. Bir gün kaz yavruları alındı eve... onlar büyüdüler tabii ki, büyüdüklerinde bizim Bitsy'den bile ürkütücü oldular. Önlerine kattıklarını kovalamaya başladılar!

Ah Bitsy ya! Bir efsane ve bilge Bitsy: Çok uzun yaşadı, ne hikayelere imza attı, yıllar yıllar sonra bir gün fena acılar içinde kıvrandı, indim başına, yandaki kız öğrenci yurdundan tatlı bir genç kız ki veterinerlik son sınıftaydı, geldi, baktı, muayene etti ve hocasına götürmemizi önerdi. Götürdü iki kardeşim hocanın muayenehanesine, profesör hocamız daha fazla acı çektirmeyelim, dedi. Uyuttu. O zaman kadim evimiz eski halinin sonlarındaydı, yerine yeni giysilisini yapıyorduk, bizse bir diğer parselin içinde ama caddenin kenarındaki, ilk biten çok katlı binamızda geçici olarak, oturuyorduk. Bitsy'yi, en uzun ömürlü efsaneyi o gün için, inşası bitene kadar geçici olarak terk ettiğimiz kadim evimizin güzide bir köşesine gömdük, bir kaç yıl önce. Şimdi üç kardeş, giysilerini değiştirmiş, yeniden doğmuş ama ruhu ve hikayesi çok eski evimizin katlarındayız. Bitsy de son can dostumuz olarak bahçemizin en nadide köşesinde, bir zeytin ağacının altında.

Aslında bizim canlarımız diye bir yazı yazsam, ne efsanelerle birlikte bir hayat bizim ki bakın, deyip, fena hava atarım! Daha bir haftalık taze askerken mesela evden, kız kardeşin kaleminden gelen bir mektupla göz yaşları döktüğüm ama sonunda çok da güldüğüm bir Turbo hikayemiz var ki, enteresan! Ya da bu aslında insanmış denen başka bir efsanemiz, Miço'dan söz etsem; bayramlık koçlar yüzünden, onların peşine gittiği bir esnada trafik kazası geçirmesinin ardından, onu doktora yetiştirebilmek için, daha taze ehliyetli bir çocukken içimden geçirdiğim, şimdi trafik durdursa, bak çocuk köpeğe çarpmış ve de ağlıyor diye düşünse, endişeleri yaşayarak yetiştirdiğim andan, onu karanlık bir odaya koyun, dört beş gün orada kalsın önerisine uyduğumuz, bebe mamaları ile beslediğimiz evreden bahsetsem, uzar gider bu yazı.


Tırtıl, gurbette ilk yılı olan, minicikken bir soruma verdiği yanıtla koca bir ders almama, bunu da bir yazıya*, sonraki bir yanıtıyla da aynı konuda ikinci bir yazıya sebep olacak kadar da düşünce ve sorgulama yeteneğine sahip;  sol ayağı müthiş, klas ve de teknik, lider ruhlu, ceza yayı üzerinden sol ayak içi ile gamsızca ve kendinden çok emin plaselerle çok şık goller atan, girdiği ilk seçimde kuvvetli ve enfes bir propaganda ile oyları silip süpürüp, okul başkanı olduktan sonra ilçe başkanlığını da bir ilköğretim öğrencisi kız çocuğuna özellikle bırakıp başkan yardımcısı olan, Saray'dan gelen uçak biletleri ve davetle ili temsilen oradaki bir toplantıya katılmış, Saray gören, Saray Sofrasına oturmuş bir küçük Reis'tir, aynı zamanda. Üstelik kendisi o aralar, bizzat gidip, ben çalışmak istiyorum, diyerek başvurduğu, bildik bir mekanda okul dışı saatlerde çalışıyordu da. Belediye Başkanlığı seçim sürecinde de hep sahadaydı ki başkanı seçimi kazandı! Her ne kadar aynı yönde ama çatışan siyasi fikirlere sahip olsak da... gençlik diyor, sonrasında geleceği yeri de öngörebiliyor, hep sakin kalmayı başarıyorum, yani.. alevlendirmiyorum!

Ben güya, kısa bir yazıyla, okul başkanı olduğu geçen yılda tüm seçim vaatlerini -mesela kızların kullandığı alana boy aynası koydurmak gibi-  yerine getiren, yine vaatlerinden biri olan, okulunun futbol takımını, amcasının sponsorluğundan da yararlanarak, önce ilçe sonra da finalde benim Lisemin takımını yenerek ilk kez il şampiyonu yapan küçük oğulun, Tırtıl'ın doğum gününü kutlayacaktım. Ah ben işte, şu kalemi elime alınca dur durak bilmeyen ben... işte! Daha neler neler yazardım oysa! Bakın kazlar meselesini unutacaktım az kalsın, ördeklerden ise hiç söz etmeyeceğim. Bu kazlar büyüyünce büyük tehdit oldular ve insanları kovalamaya başladılar. Hiçbirimiz yanaşamaz hale geldik. Öyle de sevimli bir çete tehdidi ki gülsek mi ağlasak mı arada kaldık. Ama başlarına bir bela musallat olacağından, onları önüne katıp sürüyecek, ayar verecek, parmak sallayıp saygıya davet edecek kişiden henüz haberleri yoktu!



Hala sohbet ettiğimizde, o yılları konuştuğumuzda, deriz ki: Şu kazlar ya, bir tek Tırtıl'la nizama giriyorlardı, bi tek ondan tırsıyorlardı.

Fakat benim yakışıklı oğullarım ve geniş ailenin yeni nesil yakışıklıları bana bir kötülük yaptılar, buna bir kuzenimi de katabilirim: Ailedeki 1.86 ile en uzun boylu insan bendim, geniş ailenin 3. kuşağının ilk çocuğu olarak uzun yıllar liderliğimi sürdürdüm. Sonra halamın oğullarından ikincisi geçti beni, sonra da 4.kuşaktan gelenler yüzünden, otoyolda nal toplayan Ferrari'ye döndüm. Küme düşmedim ama zirveye baya uzak kaldım. Şu an itibari ile sıralamadaki yerim altıncılık. Liderse Mussano. Hepsi de 1.90'nın üzerinde. Çok da yakışıklılar. Yeminle! İkili üçlü gezdiklerinde, teyzeler durdurup, allah nazarlardan saklasın demiyorlarsa, iki gözüm önüme aksın!

Tırtıl Oğul'un bir hedefi vardı, siyasete yakındı, liderlik vasfı güçlenmişti, hocaları güçlü İngilizcesi ve Tarih nedeni ile bu yönde ilerlemesini öneriyorlardı ki aile genlerimizde var bu; sosyal bilimlere yatkınız.  Dershaneye yazdırdım, her ebeveyn gibi... zorla!  Her ne kadar karşı olsam da sistem insanı düşüncede ve vicdanen zorluyor, ne yazık ki!. Tıpkı Anadolu Liseleri sınavları öncesinde olduğu gibi ki ona iki ay para ödememe rağmen bir gün bile gitmedi. Birlikte oturan bir aile de değildik ve bir düzen kırılması içindeydik. Üniversite içinse iki kere gitti ve yine bıraktı; ikna edemedik, ne abisi ne ben. Kendine güveniyordu, kendim çalışacağım, dedi. Sipariş ettiği kitapları aldım. Dedim o zaman bana öyle dandiklerden olmayan beş üniversite yaz, sınav sonrası görüşelim senle.

Ben yazdım sonuçta, beşlik listeyi. En başa iki önemli ve kadim Üniversiteyi koydum. Şimdi istediği ve beni de kıskandıran şehirde, İzmir'de istediği üniversitenin, istediği bölümünde. Fakat son sınavdan çıktığında dediği, matematik soruları kolaydı ama sonraya bırakmıştım, cümlesini cevapsız bırakmadım. Ya.. dedim, gitseydin dershaneye matematikten başlardın sınava! Şikayetçiyim sanılmasın, kulaklara küpe olsun benimkisi ki bu oğlan bilir işini! Kendini bilmese, emin olmasa, olmasak; sınavdan iki hafta önce, amca yeğen yapmazlardı bir Orta Avrupa turu; hesap kitap adamı kardeşim, vermezdi ödülünü peşin peşin!

Laf aramızda; bir de harmandalı oynar ki, yakıştıra yakıştıra... Atatürk görse alnından öper. Mezuniyet töreninde yakıp yıkmışlığı vardır, Yelken Kulübü.

Ama yıllardır sakladığım bir şey var ki ona dair,  bugün paylaşmazsam çatlarım. Muhtemelen de kızar!!! Ama ben için öyle bir andı ki... öyle gülmüştüm ki... kişisel tarihim için şuraya not düşmezsem, yazık ederim.

Bir gün, onlar anne evindeyken, Mussano ile MSN'den yazışıyoruz, Tırtıl'ı ekmemiz gereken bir eylem yapacağız, muhtemeldir ki ona fazla bir filme gideceğiz, Mussano da lise başlarında muhtemelen. Uyardı, Tırtıl yanımda ve okumayı çözdü, açık etme. Aslında yazmayı da halletmişti; kelimeleri ayırmadan cümleler kuruyor, sesli harfleri de hiç kullanmıyordu.

Yine çok uzatıyorum farkındayım, son sadede geliyorum. İlkokula başladıktan bir süre sonra, MSN üzerinden arkadaş sohbetleri arttı doğal olarak, aynı evde olmayınca denetlemek de güçleşti tabii ki... dedim şifreni bana da ver. Verdi. Bir gün girdim, bakim dedim bizim oğlan neler yapıyor?

Gördüğüme çok güldüm. Olduğu gibi kopyaladım ve muhtemelen 11-12 yıldır da saklıyorum. Kısmet bugüneymiş!

sanalika gibi kendi adamını yapıon
hayvan alıon
evin oluo
para kazanmak için paintball futbol tenis bide kumar oynuon
sevgilinle öpüşebilion



*Bir yazı Saflık.

***Ev kılığını değiştirme aşamasına gelmişken, arka bahçedeki son etkinlik: Performans Alanos

28 Nisan 2010 Çarşamba

Kim bilir belki...

Trenden indikten sonraki güzergâhımız İstasyon Caddesi boyunca yürüyüp yalı boyu evlerinin arka sokağı üzerinden kral mezarlarıydı... Trende arkamızda oturan ve kente ilk kez gelen, trene bindikleri andan itibaren nerede ineceklerinin telaşı kelimelerine yansıyan, bu fark ediş üzerine "merak etmeyin çocuklar biz de orada ineceğiz, ben size yardımcı olacağım," diye rahatlattığım ama yine de yol boyu süren kaygılı hallerinden bir blog yazısı çıkarılabilecek çocuklarla birlikte yürüdük sokağın başına kadar. Onlara nereleri gezmeleri konusunda kısa bir rehberlik hizmeti verdikten sonra biz girdik sokağa...




İki tarafı eski evlerle çevrili, içinde cami ve hamamlar da bulunan, bir çok çıkmaz küçük sokağın birleştiği bu eski sokak; Hazeranlar Konağı mirasçılarının mülklerini müze olarak düzenleyip Kültür Bakanlığı'na devretmesiyle hızla gelişmeye başladı. Butik oteller ve kafeterya şekline bürünen birçok eski ev; hem kendilerini korumuş oldular hem de sahipleri için önemli kazançlar yaratmaya başladılar.






Bu yatırımların artmasıyla, gelen ve kentte konaklayan insan sayısı çoğalınca, kral mezarlarına çıkılan yolun hemen altındaki bu küçük meydan hediyelik eşya satan dükkânlarla dolarak oldukça keyifli ve canlı bir renk kattı sokağa... Bahsettiğim Hazeranlar Konağı da hemen bu meydanın yanında yer almakta... Kral mezarlarına çıktıktan sonra dönüşte ya da henüz mezarlara çıkmadan gezilebilir. Biz mezarlara çıkışın yorgunluğunu da göz önünde tuttuğumuz için dönüşe bıraktık konağı...


İki katlı ve çok odalı Konağı mutlaka gezmek gerekiyor. Altındaki, galeri işlevi de gören bölümünde Piri Reis haritalarının sergisi vardı o gün...


Sokağı ırmağın karşı kıysısındaki yola bağlayan pek çok köprü var. Bunlardan birini kullanarak karşıya geçip Sultan Beyazıt Camisi'ne ulaşabilmek mümkün... Biz yürümeyi sevdiğimiz için Beyazıt Camisi'ni sonraya bırakıp, çok keyifli zamanlarımın mekânlarından eski Orduevi'ne doğru yöneldik. Hedefimizde Pirler Parkı vardı. Pirler Parkının etrafındaki (evliyalarla dolu) camilerden birinin fotoğrafını çektikten sonra, parkın içindeki türbenin önünde bulunan minyatür tiyatro formundaki üç dört basamaklı kısmın tam ortasında durarak seslerimizin bize dönüşünü dinledik.




Pirler Parkı'ndan dönüşte Selağzı diye tanımlanan meydanın alt tarafında bulunan ve Tırtıl'ın fotoğrafını çektiği bu mekân aynı zamanda Şehir Kulübü, hemen yanında da Öğretmen Evi var.


Şehzadeler kenti diye adlandırılan çok katmanlı bir kültüre sahip Amasya'nın en önemli mekânlarından biri de; içinde kocaman bir medrese de barındıran Sultan Beyazıt Cami.








Sultan Beyazıt Camisi'nden çıktıktan sonra hemen müzeye ulaşmak mümkün... Biz, biraz da benim tarihimin izlerinde dolaştığımız için, komutanın "hadi bugün sahilden gidelim" dediği güzergahı izleyerek ve yolu uzatarak gitmeyi tercih ettik, Amasya Müzesine...


Duyarlı bir fotoğrafçı olduğu için Tırtıl ve de flaş kullanmak ihtiyacı hasıl olduğundan, çok az fotoğrafla yetinmek zorunda kaldı müzede... Şu meşhur sosyetik güzellerimizden birinin yargılandığı davadaki el yazması kuran buradan çalınmıştı... Müze kesinlikle gezilmeli, tüm dönemlere ait pek çok sayıda buluntudan uygarlık izlerini takip etmek mümkün... Tüm tarih katmanlarından çok değerli örneklerin sergilendiği müzenin yan tarafındaki bölümde bir kaç tane mumya da var.


O gün hafta sonu tatilinin 23 Nisan bayramıyla birleşmiş olmasının da avantajıyla pek çok farklı şehirden, ağırlıkla İstanbul'dan çok sayıda tur otobüsü gelmişti kentte... Bunun yanı sıra çokca da üniversite öğrencisi vardı, gittiğimiz her tarihi mekânda... Özellikle üniversitelerin tarih ve arkeoloji bölümlerinden meraklılara rastlamak güzeldi.


Burma Minareli Cami'ye müzeden çıktıktan sonra aynı caddeyi yürüyerek ulaşılabilir. Yol üzerindeki Taş Han'ın hemen arkasında cami. Taş Han'ın ön yüzündeki sokaktan yürünürse bakırcılar ve alem ustalarının dükkânları da ziyaret edilebilir.


Dönüşü trenle yapmayı tercih etmediği için Tırtıl, biz ırmak boyu yürüyüşümüzü sürdürerek fotoğrafın sol tarafındaki belediyeye ait, içinde farklı farklı yeme içme mekânlarının olduğu, hemen vilayetin yanındaki parkta mola verdik. Ama size Çakallar mevkindeki Ali Kaya'ya ait lokantada yemenizi öneririz; Germeç ya da özel sebzeli kebabını...


Oradan çıktığımızda karşı taraftaki, bir üst fotoğrafın sağındaki eski zamanlarda ruh hastalıklarının tedavi edildiği Bimarhane'ye geldik.


Oradan devamla ulaştığımız yer: Ulusal bağımsızlığın ilk sinyallerinin verildiği ve bir manifesto olan Amasya Genelgesi'ni Atatürk'ün imzaladığı Saraydüzü Kışlası'ydı.


Amasya tarihin çok eski yıllarında kurulmuş, pek çok farklı medeniyetin üzerinde izler bıraktığı önemli bir yerleşim yeri olmanın yanı sıra; yüksek kayaların çanağında, korunaklı ve saklı bir şehir olduğu için, yapılaşmaya da pek izin vermiyor. Bu nedenle de kendini korumayı başarıyor. Üzerine o kadar çok şey yazılıp çizilebilir ki aslında... Biz, Tırtıl'ın objektifinden tadımlık bir Amasya sunmaya çalıştık. Oysa, bu kentte yaşadıklarım üzerinden o kadar çok şey var ki anlatılacak.

Eğer yolunuz kenarından geçerse bu şehrin, direksiyonu kırın ona doğru... Ankara üzerinden Karadeniz'de herhangi bir yere uzanıyorsanız; Çorum'u geçtikten sonra Mecitözün'den sapın sağa doğru, Amasya'da bir iki saat geçirdikten sonra yol sizi bağlar tekrar ana güzergâhınıza... Kimbilir; belki otele dönmüş eski bir konağın lokantasında yemek yiyip şarap içersiniz. Sonra belki; kral mezarlarına ve onların bulunduğu kayalıkların üzerinden geçen tren raylarına bakan odada, gecenin dilsiz aydınlığında, bir otel müziği eşliğinde sigara içersiniz!

Directed by Tırtıl

24 Nisan 2010 Cumartesi

Bir Tren Penceresinden...

Geziyi haftalar öncesinden planlamıştık Tırtıl'la; havaların ısınmasını, dağlardan akan suların ırmaklara karışmasını bekliyorduk. Demiryolcu bir dedenin torunu olmanın avantajını yaşamıştım hep. Zamana akan trenlerin, raylarla ortaklaşa yarattıkları müziği suratıma konduran yaz sıcaklarının şefkatli öpücüklerini, hep sevmiştim. Uzun düzlüklere bakar, her tünelin ardından çıkan coşkun ırmakların suyunda serinlerdim.

Dünkü yolculuk Tırtıl'ın ilk tren yolculuğu idi. Bu açıdan önemli... Aslında çıkış noktamız 23 Nisan ve Ulusal Egemenlik olmamakla birlikte, dünkü tanıklıklarımız, hiç ummadığımız kalabalıklar; çok umutlu ve çok güzeldi.

Yol boyunca Tırtıl'ı da gözlüyordum. Sürekli üzerinden geçtiğimiz köprülerin altından akan bahar coşkunu ırmağın fotoğraflarını bir türlü yakalayamaması, ve buna telaşları çok hoştu. Sonuçta makinayı hazır etme halinden anladım ki işin matematiğini çözmüştü. Her tünel çıkışının, virajlar ala ala akan ırmakla trenin kesişme noktası olduğunu farketmişti.
Seni seviyoruz...

Sonra, yemyeşil çayırlara salınmış hayvanların peşine düştü. Rayların yamacında, küçük ölçekli bir apartman boyu yukarımızda, aşağı düştü düşecek korkusu yaşatan bir rahatlıkta dolaşan inekleri, ne yazık ki yakalayamadı objektifi. O da, o klasik sözü ineklere uyarladı ve onları düz ovada yakaladı.

... altımızda uzanan rayların bizi uzaklara taşımasına sevdalı;.... diye bir cümle kurmuştum, bir yazımın içinde... O da benim oğlum ya!

Burası Ladik istasyonunun karşısı; fotoğraflarını çekmeyi en çok sevdiğim yer. Bir çok kamera kaydımda ve fotoğrafımda vardır. Bu kez Tırtıl'ın objektifinde... Ne yazık ki, yıllardır omuz omuza oldukları iki ev, aralarında yok artık.. (İnce ve soldakine yapışık olanının alt katında mavi boyalı tahtadan kepenkleri olan küçük bir bakkal dükkanı vardı)
Ve bu gezinin son istasyonu; en sevdiğim, sorularıma şahane yanıtlar vermiş görünmez kentlerimden biri... Aksiyon dolu günlerimizin, ülkenin farklı kentlerinden gelip yolları burada kesişmiş en arkadaşlarla, aynı havayı soluduğumuz şahane kent...

Directed by Tırtıl

7 Nisan 2010 Çarşamba

SINIFÇA ATATÜRK’ÜN VEDA FİLMİ

Öğretmenimiz bir hafta önceden sınıfça Atatürk’ün Veda filmine gideceğimizi söylediğinde hepimiz çok heyecanlandık. Ben öğretmenime hangi sinema dediğimde Konak Sineması cevabını aldım.

Sinemaya gideceğimiz gün geldi. Öğretmenimiz bize montlarınızı alın dediğinde hemen montlarımızı aldık. Montlarımız üstümüzde öğretmenimizin bize okulun bahçesine inip sıra olun demesini bekliyoruz. Öğretmenimiz bize bahçeye çıkıp sıra olun dediğinde hemen bahçeye indik. 1-2 dakika sonra öğretmenimiz geldi. Çıktık yola ellerimizde sularımız gidiyoruz. Sinemaya geldik. Oradaki görevli bize filmin olduğu salonu gösterdi. Oturduk yerlerimize benim yanımda sıra arkadaşım ve aynı zamanda en iyi arkadaşım olan Miraç vardı. Sonra görevliler bize patlamış mısır dağıttı.

Film başladı. Atatürk ölüm döşeğindeydi. Atatürk’ün yatağının başında çocukluk arkadaşı Salih Bey vardı.

Salih bey bir mektubun başına oturmuş Atatürk’le geçirdiği zamanı bir mektuba yazıyordu. Salih bey mektupta oğluna Atatürk ölürse bende kendimi öldüreceğim diyordu. Mektupta Atatürk ile geçirdiği günleri, ayları hatta yılları anlatıyordu.

Çocukluktan, gençliğe, gençlikten, büyüklüğe kadar hepsini anlatıyordu. Film çok uzun sürmüştü. Film bittiğinde hepimiz öğlenciler gelmiştir. Sınıftalardır korkusuyla hızlı bir şekilde okula koştuk. Neyse ki öğlenciler gelmemişti sınıfımıza. Bazı arkadaşlarım servisim kaçtı diye korktular. Ama benim evim yakın olduğu için benim korkmama gerek yoktu. Hemen çantalarımızı alıp evlerimize gittik.


Yazan:Tırtıl

10 Temmuz 2009 Cuma

Yaz Günleri...

Okulda geçirdiğimiz 9 aydan sonra geçireceğimiz yaz tatilinde sabah:

Kuşların sesine uyanışımız. Sabahları kalkıp ılık bir suyla yüzümüze su vuruşumuz. Sonra camın önüne geçip spor yapışımız. Sonra köpeğimiz Bitsy’i dolaştırmamız. Bunlar sabahları yaptığımız şeyler.


Yaz tatilinde öğlen: Önce yavaş yavaş kahvaltı hazırlayışımız. Yukarıda, uyuyan ağabeylerimizi yavaşca uyandırışımız.Kuş seslerinde kahvaltı yapmamız. Bunlar Öğlende yaptığımız şeyler.


Akşam üstü ve Akşam: Havuza girişimiz. Ağabeyim, Alp ağabey ve Naz havuzda Voleybol ve Futbol oynamamız Ve sonra Akşam yemeği yiyip Dondurma yiyişimiz.


Yaz tatilinde Gece: Önce yukarı çıkıp film izleriz. Sonra ağabeyim ve kuzenim Alp ağabey Esinti’ye giderler ve bizde Naz’la yatarız.


Yazı ve fotoğraflar: Tırtıl

1 Haziran 2009 Pazartesi

La Paragas Galeri'de Pazar Sergisi: Arkiler...1

Öğretmenim Canım Benim

Fotoğraflar:Sanatçı Tırtıl'ın mizansenleri kendi yaratarak çektiği ilk fotoğraflarıdır.31.05.2009-Sinop Gezisi





Muhteşem Dörtlü
buraneros

9 Ocak 2009 Cuma

Tırtıl Sen Bizim Herşeyimizsin...

9 ocak 2001 de doğdu.

Daha yeni yürümeye başladığında; bahçede büyüttüğümüz kazlar başta kadınlar olmak üzere herkesi taciz eder bir hale gelip önlerine kattıklarını oraya buraya sürüklerken, köpekler bile esas duruşta selam çakarken dört kişilik kaz çetesine; başı her sıkışan ''Tırtıl imdat!'' demiş, o da her seferinde '' imdat Tırtıl geliyor!'' nidalarıyla her biri bir yana kaçan kazları önce bir araya toparlayıp sonra da tek ayak üzerine getirip; ''Bir daha yaparsanız ağzınıza biber sürüp sizi öcüye teslim ederim'' diyerek cezalandırmıştır.


İnek möölerini ineklerin bakıcısını kastederek, ''Anne bak Nuriye deel diyolar'' diye tercüme etmiştir...

İneklerin kuyruklarını atlanacak ip, burun deliklerini de araba park edilecek yer bellemiş; hiç hayvan ayırımı yapmaksızın, hiç çekinmeksizin sevmiştir. Hayvanlar da tabi ki onu...

Bitsy'nin kafasında pet şişe çalıp, onla şarkı söyleyip oynamayı eğlenceli bir hobi yapmıştır.

Üç yaşında amcanın farkedip yardımcı tekerlekleri sökmesiyle iki tekerlekli bisiklette uçmayı becermiş; beş yaşında kendi kendine okumayı, sonra sesli harfleri kullanmadan yazmayı öğrenip, sonra onları da aralara yerleştirmeye başlayarak işi tam anlamıyla çözmüştür...



Abisinin ben okuldayken kurcalamasın diye girişe koyduğu şifreyi gizli sorusuna bakıp, oradaki en nefret ettiğim şey sorusundan yola çıkarak, dersane yazıp kırmış; hatta hazır girmişken şifresini de değiştirim, bu sefer de o giremesin diye düşünüp sonra bir daha hiç kullanmama izin vermez olasılığını göz önüne alarak bundan vazgeçmiştir.

Kendi aramızda bizim Bitsy'ye uygun bir köpek bulsak da torunlarımız olsa muhabettlerimiz onun dinlemesine takılmış ki; hiç haberimiz yokken internette pet arkadaş diye bir site bulup Bitsy adına profil oluşturmuştur. Ve yazmış ki bir de profile: ''Evde temizliğe bile yardım ediyor.''


Geçen yıl (2008); birinci sınıfın mart ayında bütün bir yaşamını etkileyebilecek berbat bir yerden bacağı kırıldı...

Doktor olasılıkları önümüze koyduğunda bütün bir sülale geleceğimiz kararmıştı. ''Ve şaşıyorum bu çocuk bu acıya nasıl dayanıyor'' demişti .

12 mart 2008 de kalp ameliyatından bile zor denen bir ameliyatın altından hepimizden daha yürekli bir şekilde çıktı...

Gövdesinin yarısından aşağısı alçılı bedenle bir buçuk ay, sonra iki ayak arasına takılı aparatla 1,5 ay hiç mızmızlanmadan, yatağının içine koca bir dünya kurmayı başararak; elleriyle top oynayıp, yattığı yerden kumandalı arabayı odalara sokup çıkararak, kapılara çarptırıp kahkahalar atarak ve film izleyerek geçirdi...

Olası sonuçlar yüzünden darmadağın olmuş herbirimizi onca sıkıntısının arasından o teselli etti, yıkılmış ruhlarımızı o ayağa kaldırdı ...

Hep güldü... Hiç birşey olmamışcasına esprilerini peşi sıra dizdi...

Ayakları arasındaki aparat alındıktan sonra, ''Abimin mezuniyetinde olmalıyım'' diyerek; yürümeyi yeni öğrendiği günden çok daha zor koşullarda, üç adım yere basıp yüz adım kucakta, ah zavallı çocuk bakışlarını hiç takmadan aslanlar gibi törene geldi...

Aparat alındıktan sonra bütün çabalarımıza rağmen ayağının üstüne basıp yürüme çalışmalarına başlamazken, sürekli kontrollerden birine gittiğimizde, '' Doktorumun odasına yürüyerek gireceğim'' diyerek benim de desteğimle gerekeni yaptı. Ve bunu çok sevdiği ve güvendiği; gerçekten çok iyi doktor ve çok iyi insanı mutlu etmek için yaptı.

Usul usul yürümeye başladığı yaz başından bacağının içindeki tellerin alınacağı eylül ayındaki ikinci ameliyata kadar ki sürede; hiç bir şeyi yokmuşcasına keyifle yüzdü, bir ayağını süre süre koştu, yürüdü ...

Eylül başı ikinci kez ameliyathanede yine bir ameliyatın tüm evrelerini geçirerek bacağın içindeki son telleri aldırdı...

Geçen eğitim yılının ikinci yarısının nerdeyse tamamında gidemediği okulda eksik kalan matematiğine rağmen bu yılki deneme sınavlarının ilkinde 1 matematik sorusu eksiğiyle Türkiye 157.si oldu. Ama ikinci sınav için hedefi belliydi... Ve geçen haftaki sınavda ben sormasam o söylemez bir rahatlıkla elime sınav sonuç belgesini tutuşturdu; sınıf, okul, ilçe, il, bölge, Türkiye hanelerinin hepsinde 1. yazıyordu...

Her oğul kendi ailesine güzeldir, her çocukta güzeldir. Ama Mussano'yla bazen konuşuruz; Tırtıl doğduğu günden beri... Ben ona derim ki: ''Ya Mussano! Oturup bir liste yapsaydık, biz böyle böyle bir çocuk istiyoruz diye; Tırtılı ifade edebilir miydik? Yanıtımız, edemezdik olur her seferinde...

Bugün oğulun doğum günü... Ama bu doğum günü bizim için ilk doğduğu günden bile çok, ama çok değerli... Çok çok zor, geleceğe fazlasıyla kaygılı günlerdi son bir yılda yaşadıklarımız...


İyiki doğdun Tırtıl... İyiki varsın... Ve tanıdığımız en yürekli adamsın...

Seni Seviyoruz Başkomserim...

Hepimiz

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP