İşi kapatıp yola koyulmam gerek. Planımda yine Tekkeköy var. Öğle yemeğimi yine eski istasyon binasındaki, artık kent lokantası evrimini yaşayan ama eski konseptini, o kafeterya halini daha çok sevdiğim Gar'da yiyeceğim; bir kez daha. Anladım ki bugün biraz geç kalmışım. Marketten alınmış ve kızartılmış tavuk şinitzele razı gelmem gerekiyor. Minik sütlacımı, suyumu, çorbamı, bulgur pilavımı da alarak masama geçiyorum. Her ne kadar bugünkü menüden hoşnut olmasam da yine de binanın ve çevresinin güzelliği, hâlâ yerinde duran rayların hatırına keyfini çıkaracağım.
Bugün dondurma düşünmüyorum. Can arkadaşıma uğrama fikrimi de erteliyorum, trenin keyfini çıkarıyor ardından kendimi çalışma masamda buluyorum. Telefonumda bir arama var, Enn Sevdiğim Kadın. Elbette anında arıyorum; yine enfes, yine çok keyifli, yine onu ne kadar çok sevdiğimi hissettiğim bir sohbet. Hafta sonu takılalım mı, diye soruyorum. Yanıt olumlu, ikimiz tarafında da ekstra bir şey çıkmasın diye duacıyım.
Akşamın ruhları dürtükleyen saatleri geliyor. Önceki akşam gökyüzü muhteşemdi, deniz de ondan geri kalmamıştı lakin ben fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. Bu kez sırt çantamda!
Upuzun sahili olan şanslı kentin şanslı insanları enfes bir gün batımını ve ressamın gökyüzüne çizeceklerini izlemek, tadını çıkarmak için hazırlar; dünse ben hem biraz geç kalmış hem de fotoğraf makinesi ile evden çıkmamış olmamın pişmanlığını yaşamıştım.
Bu akşamsa fotoğraflarla süslenmiş yazısını bir an önce baskıya yetiştirmek isteyen acar muhabir pozundayım. Bu enfes gösteri için süremin az olduğunu biliyorum. Hızlı hareket etmem gerekiyor, sabit bir noktada kalmayıp yürümem de gerekiyor. Fotoğraf çekerken ve kumsalda ideal bir noktadayken çok yakınımdan biri sesleniyor. Bizim mahalleden bir komşu, fotoğraf çekiyor olmama şaşırmış, tahmin etmezmiş, blogum için çekiyorum dediğimde daha da şaşırıyor. Arkadaşları ile de tokalaşıp bir başka hedef noktama doğru yürümeye devam ediyorum.
Bize hayatın sunduklarına bir kez daha teşekkür ediyorum yürürken. Buraların hiç para etmediği, taa tepedeki köyün daha çok para ettiği, şehrin küçük nüfusunun az, biz kardeşlerin tıfıl, ulaşımınsa bizim buralara zor olduğu zamanlarda almıştık arsayı: Anayoldan kumsala kadar uzuyordu ve iki yanımızın birinde kamuya ait bir kampın, diğer yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün olması, tel örgülerinin de denizin ortalarına varması nedeniyle kimselerin giremediği kocaman, yan yana iki komşu olarak kullandığımız müstakil bir plajımız olmuştu.
Şu anki halini görenler ve bilenler elbette zamanında üç kuruş para eden buralardan toprak almadıklarının pişmanlığı içindeler. İçme suyumuz yoktu ama bir şansımız vardı. Jandarma Komando tam karşımızdaydı, onlar tepe köydeki kaynaktan, borular döşeyerek su getirmişlerdi ve o su sol yanımızdaki Meteoroloji Müdürlüğü'ne, bizim arsanın önünden geçerek de Topraksu Kampı'na uzuyordu. Jandarmada üst düzey komutan olan tanıdıklar vardı, diğer kurumlarda da... Çünkü onlar da bizim müşterimizlerdi, araçlarının yedek parça ihtiyaçlarının tedarikçisi bizdik. Dolayısı ile onların ortaklaştıkları su hatlarından bir hat da bizim eve gelmişti üstelik bedavaydı, henüz belediyemiz de yoktu!
Bu olanaklar olmasa ve suyu gidip de çeşmeden dolduruyor olsaydık, muhtemelen bu evde sadece yazları oturuyor olacaktık. Annem, babannem, babam buraya çok uzak, güneydoğuda bir köyde dünyaya gelip orada büyümüşlerdi. Dedem bir demiryolcu olarak Samsun'a gelmeseydi, tüm bu olanaklara muhtemelen kavuşmamış olacaktık. Onların elinde pişmek büyük çocuk olarak üstlendiğim sorumlulukları daha ileri taşımak adına büyük ve emsali bulunamaz bir motivasyondu benim için. Yoksa bir aylık askerken babayı kaybetmenin ardından ayakta kalabilmek, iki küçük kardeşle hayatı önce tutup sonra ileri taşımak mümkün olamaz, kesinlikle hep birlikte başka bir hayatı yaşıyor olurduk.
Amerika hayallerim sönmüştü. Televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olmak da... Ama başka bir şeyi başarmıştık. Toprağımızı elimizde tutmuş, imar gelmesiyle birlikte de bizden sonraki kuşağa babanın bize bıraktıklarını kat be kat aşan olanaklar bırakacak bir noktaya varmıştık. Etramızdaki pek çok insan ellerinden çıkarırken topraklarını, biz beklemiştik; çünkü bir gün D.S.İ'nin önünden geçerken bir sempozyum olduğunu görmüştüm. Yanımda enn iki arkadaşımdan biri vardı. Gel dedim girelim ve izleyelim şu sempozyumu. Girdik, duvarda asılı harita dikkatimi çekmişti. Yaklaştık ve baktık; bizim oraların imar durumu netleşmiş, parsellerimiz kesinleşmişti. Bir piyangoydu bu, büyük ikramiye bize çıkmıştı. Haritalama işi özel bir mimarlık bürosuna verilmişti, altındaki imzaya baktım. Çok iyi tanıdığım, çok sevdiğim, şahane mimar bir hanımefendiydi!
Sonrası bir inşaat süreci, gittikçe büyüyen, sosyalleşen bir yaşam alanı, ona bağlı olarak daha da yükselen bir ekonomi ve çocuklara bırakılacak, babadan bize toprak olarak geçen, edinilmiş bilgi nedeniyle beklenen, diğer insanlar gibi elden çıkarılmayan ve sonucunda çoğaltılan ve sonraki nesle bırakılacak -iyi pişirilmiş- olanaklar...
Yani, birazcık öngörün varsa, sakla samanı gelir zamanı durumu!
Yazıda kullandığım fotoğraflar bizim yaşadığımız alanın sol tarafı, sağ tarafta iskele var, ötesinde yine eğlence mekânları, şahane kafeler. Bazen rastlaşır ve konuşuruz; bu toprakları satıp da ta tepedeki köyde hayatını devam ettiren çocukluk arkadaşlarımla. Büyüklerine isyan ederler, para etmez diye kızlara bıraktıkları yerler nedeniyle, aslında kıskançlıktır bu, ya da nasip. Aslında bir şeyin de altını çizer, ekonominin mantığı kabul etmiyor olsa da... Sadece inşaatla ülke bütünlüğünün zenginleşemeyeceğinin ve dolayısı ile parasının bu nedenle pul olmaya devam edeceğinin, bundan sonra da bu mantık iktidarda olduğu sürece ekonominin daha da çökeceğinin, bir göstergesidir de bu!
Bir Öptüm Bir Öptüm Bir Daha Öptüm:)
41 dakika önce
Kuyruksuz Kedi de yazar belki ama ondan da duymuştum, Dikili'de de aynı mantıkla, sahiller para etmez diye kızlara bırakmışlar, tepeler ekilir biçilir diye oğlanlara. Aslında bir yanım tabii ki aşırı mutlu kızların kazanmış olmasından :) öbür yanım ama biraz hüzünlü, sahiller hep doldu betonla.. Ama direnmemek lazım, elbette şehirleşme sahilleri su kenarlarını tutacaktır ama çok mu zor biraz doğaya saygılı planlama yapmak? Sahil alanı bırakılsa, gerisindeki alana spor alanları kafeler yapılsa, sonra iki kattan başlayarak yavaş yavaş yükselen bir sistemle şehirleşme sağlansa... En öne 5 katlı binayı dikmeseler....
YanıtlaSilBizim sahil çok betonlaşamadı. Tek şeritli bir yolumuz var otomobiller için ve tek yönlü. Denizle yol arasında geniş bi yürüyüş yolu, onun yanında koşu yolu. Denizle bunlar arasında da epeyi geniş bir kumsal... ve bunların hepsi bu alanın bir ucundan diğer ucuna kadar kesintisiz... spor alanlarımız da mevcut, basketbol, voleybol başta olmak üzere her tür spor yapılabiliyor, yeşil durumumuz da iyidir.:) Planlama güzel yani:) Bu alanlara paralel ve çift şeritli yolumuzsa 700-800 metre denizden uzakta... 5 katlı bina sayısı denize yakın yerlerde pek yok çift şeritli yola yakınlar , denize yakın olanlar genelde bahçeli evler ve üç katlı.
SilCanım Ceren, yazmış benim yerime :) Ege'de deniz kenarı yerler tuzlu, bataklık vs. tarım yapılmaz diye hep kızlara verilmiş zamanında. Ama şans işte, deniz kıyıları tarım arazilerinden daha çok değerlenmiş zamanla :)
SilKaradeniz kıyıları çok şükür ki pek betonlaşamıyor dediğin gibi Sevgili Buraneros :) Samsun özellikle şanslı, sahil şeridi ve plaljlar açısından.
Aslında şehir iki kısım oldu bizim buralar da fark edilince ve ard arda gelen iki başkan da nitelikli insanlardı ve buradaki yenilenme sürecini iyi değerlendirdiler. Bu kadar yararlanılabilen uzun plajları olan şehirler dünayada da bence azdır:)
Silhayat bazen şaşırtıcı şekilde güzelliklere açıyor kapılarını. ama burada o hayatı yaşayan insanların bilgece duruşlarının da payı var bence. siz mesela, satsaydınız o arsaları ya da sen Buraneroscuğum merak edip girdiğin o sempozyuma girmeseydin, her şey çok farklı olabilirdi. Ama ne güzel olmuş herşey. keyfini çıkarın :)
YanıtlaSilfotoğraflar müthiş bu arada
Biz yine de satmayı düşünmezdik Şule. Evimiz bahçemiz yerli yerindeydi, imarla birlikte üç parsele bölündü, aradan yollar geçti sadece... Ana yol dışındaki, denize yakın olan yerlere bahçeli nizam olmak şartıyla 3'er kat verildi ana yol kenarlarına da 6. O dönemki belediye başkanlarımız bu anlamda çok duyarlı ve iyiydiler.
SilBir arkadaşım "her şey yerli yerinde" der. Fotoğraflarsa müthiş!
YanıtlaSilÇok teşekküler:))
Silkamu kurumları resmi geçiti olmuş :)
YanıtlaSilÖyle oldu, birisi hâlâ yerlerinde duruyor, ama kamp olan yer bir yandaşa verildi ve bir site oldu. Vatandaşa kapalı bir alan olsa da en azından yeşili bol ve yüksek katlı evleri denize uzak, ana yol tarafında; görsel manada bi rahatsızlık vermiyor:)
SilBazı mallar gelecek nesiller için hayırlı oluyor ,bazıları da hiç hayretmiyor. Bunu düşünürüm de acaba miras edinenlerin öngörüsüzlüğü mü yoksa şans mı yoksa malların üzerinde kalan kötü niyetler mi. Size uğurlu gelmiş,ne güzel. Bu sahilleri kızlara bırakma olayını Bodrum'da da duymuştum.
YanıtlaSilResmi kurum kamplarını hep güzel yerlerde kurarlar, gençliğini askeri kamplarda geçirmiş biri olarak iyi bilirim:)
Kızlara bırakma olayı ülkenin çok yerinde vardı, eski zamanlar da işe yarıyordu ama şimdilerde herkes uyandı, kıymetli toprağın neresi olduğunu biliyorlar. Bir de imar durumları belli olduğu için artık genellikle bina yapıp, ya da bi mütahitle anlaşıp daireleri kız erkek paylaşıyorlar. Kamplar artık malesef yok, bizim hatta kamuya ait 5 kamp vardı:)
SilBizimde imarlı iyi bir tatil bölgesinde arsamız var. İmar olmasına rağmen ne elektriği var ne de su alt yapısı.
YanıtlaSilOlsun bir gün nasıl olsa gelecektir... Aslında imarlı olduğu için biraz kurcalasanız elektrik ve su gelir:)
SilUsul usul eserken bir anda şiddetlenen, yine güzel fotoğraflarla dolu bir yazı.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, sıkı bir yazardan bu sözleri duymak güzel:)
Silhayatta olduğumu hissettiren beni içine çeken bir yazı daha okudum teşekkürler buraneros
YanıtlaSilBen de çok teşekkür ederim Dear Monarosa, yazımı ve beni çok mutlu ettin:)
Silher şeyde bir hayır vardır:)
YanıtlaSilKesinlikle:)
SilBizim, teyzemin ve dayımın arsaları yan yanaydı. Dayım ev yaptı bizim ve teyzeminkiler zaman içinde satıldı dağ başı diyerek daha sonra dayımda satıp Tokat'a yerleşti. Şimdi orası Ataşehir oldu gördüğümde şaşırdım kaldım ev almayı bırakın kiralar bile müthiş. Hülya
YanıtlaSilBu tür durumlarda biraz sabırlı olmak gerek sanırım Hülya. Bizim aldığımız arsanın hikayesi de benzer bir durum. Ama bizimkiler satmadılar, onlardan sonra biz de... Yazıda altını çizdiğim gibi geleceğini biliyordum. Sonuçta çok güzel oldu.
SilNe güzel olmuş :) Ve ne büyük şans! Ofisinizden gördüğünüz manzarayı her zaman kıskanabilirim :)
YanıtlaSilO fotoğraflar benim çalışma odamdan tam olarak gözükmüyor, denizin belli bir kısmını görebiliyorum. Bu fotoğraflar için yaklaşık 20-25 metre denize doğru yürümem, sahil yoluna ve yürüyüş yoluna varmam gerekiyor, sonrası her yer deniz. Yani çalışma alanımdan aman aman bir görüş alanım yok. Evden çektiğim ve bloga koyduğum bazı fotoğraflar kadar:)
SilFotoğraflar konuşuyor. Yazı ise, tavuk kaz hikayesine girmeden, tadı yerinde, tınısı samimi, an(ı)lara dokunan haliyle tam bir evlatlara kusursuz bir miras etkisi...
YanıtlaSilBu fotoğrafları yakalamam çok şahane oldu, ben de bayıldım:) Yazı hakkındaki son cümle ve fotoğraflar için teşekkürler
Sil