Roberto Bolaño etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Roberto Bolaño etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mayıs 2024 Cuma

Uzak Yıldız Yakın Mevzular

Bolaño'nun beni tam anlamıyla ters köşeye yatıran kısa ama derin romanı ile Afiyet'deyiz. Frambuazlı, aslında iki kişiye de rahatlıkla yetecek pastalarından yok. Bu bizi üzer mi? Tabii ki hayır. O halde, "Bir çilekli pasta lütfen, bir de çay."

Bu aralar biraz da şaşkınım; sanki kahveyi unutmuş çaya alan açmış gibiyim. Kitapsa beni tam anlamıyla ters köşeye yatırmış durumda. Bu olumlu bir durum; umduğum değil ama bayılacağım bir zaman dilimindeyim, üstelik de mevzu bir tıfıl devrimcinin canına minnet. Kendisi bir romantik midir bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa Latin ülke solcularının hayranıdır. Onların her birinin masal kahramanı hallerine bayılan, asla büyümeyen, bu mevzularda anında 16-17 yaş çeperlerine takılan bir tıfıldır da aynı zamanda. Ve bu durumun geçmişte kalmış, dizlerine yatılan, gitarına teslim olunan o tatlı kızla bir ilişkisi var mıdır, diye sorulduğunda: O reddetse bile muhtemeldir!

Serde solculuk varsa, hani literatür de biraz yenilip yutulmuşsa bu roman da şerbetlidir.

Biz kuşağı için eyvallah da, diyor bu arada iç sesim, yeni kuşaklar için nedir?

Hımmmmmm... işte burada biraz durup düşünmek gerektir. Ve hatta bagajda neler birikmiş diye bakmak, o sırada olur be, bize de yakışır okumak denirse de ballı börektir.


Kitap, pasta, çay, anılar sinsilesi içindeyken zamana dönüp de ayaklarım yere bastığında hafta sonu Rock City'de bira diye geçiriyorum zihnimden. Eyvallah tonunda bir ses yankılanıyor beynimde. O halde telefon. Gidelim mi, diyorum, gidelim oluyor yanıt. Bir yanda 19 Mayıs şenlikleri, konserler falan. Sevindirici lakin sesleri uzaktan daha bir hoş geliyor.

Çıkıyorum evden, üzerimde enn sevdiğim kadının aldığı tam da mevsime uygun çok da hoş lacivert bir kot gömlek. Sevdiğim jean'lerimden biri, ne olur ne olmaz diye bir mont ki mini sırt çantamın askılığından geçirilmiş vaziyette. Heyecanla ve ayaklarım yerden kesik adımlarla ve bir an öncenin telaşıyla yürüyorum. Deniz sağımda ve o an yanıma fotoğraf makinesi almadığımı fark ediyorum. İşte o zaman yazıya aynı noktadan olmasa da aynı denizden bir fotoğrafı yerleştiriyorum.


Sohbet derin, seyahatler sıralı; sonuçta konuşmanın bir zararı yok ki koşullar oluşmazsa da bakarız bir çaresine.

Hayalden kim ölmüş?

Birinci biralar bitiyor. Ama bizde söz bitmediği gibi ân da bitmiyor. Rock City şaşırtıcı derecede boş. Bunu bayrama mı yorsak yoksa ekonominin geldiği noktaya mı, karar veremiyoruz. Sonra 19 Mayıs şenliklerine bağlıyoruz durumu. Yine kelimeler nota olmuş cümleler müzik, ve akıp giderken zaman biz altıncı birayı istemişiz meğerse.

Söz yine de bitmemiş.

Ben yine en sevdiğim kadının gözlerinde erimişim. Sonra hesap istemişiz ve fena şaşırmışız! Acaba yanlış mı hesapladılar diye düşünmüş, sonra bunun olamayacağına karar vermişiz; müşteri nüfusuna bakınca. Sonra, demek durumlar dipte o nedenle fiyatlar aşağıda ve hiç değilse maliyetleri garantiye alalım durumları oluşmuş mekânlarda, diye bir tez atmışız ortaya.

Sonra, yakalamışken en sessiz halinde Rock City'yi biraz daha çıkaralım tadını demiş, seyahat planlarımıza ekler katmış, kelimelere yine kelimeler eklemiş, son yudumların ardından sarılmış, öpüşmüş, vedalaşmış; zıt yönlere doğru adımlarımızı sıklaştırmışız.

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Bayıldığım Bir Yazarın Kitabına Başlarken


İkinci kısım 16+ ifadeler içeriyor!


Kısa... Kısa...

İkindinin akşama yakın zamanları, pencereden bakıyorum; güneş batıya çekilmiş, ön bahçenin önemli kısmına binanın gölgesi düşüyor, arka bahçe ise tam anlamıyla güneşlenmelik.

Ön bahçe günün ruhları dürtükleyen bu saatinde bana uyar. Bir tuğla ile ilişkimizse uzun süredir devam etmekte; kitap Bolaño'nun.

Biraz ağırdan aldığım çok keyifli bir roman; onu okurken araya ara sıcak tadında kısa öykü kitapları da sıkıştırıyorum.

Maskemi takıp iniyorum bahçeye, onu çıkarıp çantama atıyor, biraz fotoğraf çekiyorum. En alt katımızda bir getto var. Mahallenin tüm kedileri orada. Bir sürü yeni yavru ki artık usul usul ergen oluyorlar. Bir kaçı bahçede, bir kaçı da arabaların üzerinde güneşlenmekte. Alıyorum sandalyemi, güneşe açıyorum kitabımı.

Tabii ki Vahşi Hafiyeler.


İleri Üçlü, başlıklı yazıdan.


Katil Orospular, Sayfa 124'den...

"... Hakkını vermek gerek sözlerin sevecendi. Ama korkarım iyi düşünmeden konuşmuştun. Benim dediklerimi hiç düşünmemiştin. Kadınların sevişirken söylediklerini her zaman dikkatle dinle, Max. Konuşmuyorlarsa tamam, o zaman dinleyecek bir şey yok, düşünmen de gerekmeyecek, ama eğer konuşurlarsa, fısıldıyor olsalar bile, her sözcüğü iyi dinle ve üzerine düşün. Ne dediklerini düşün, ne demediklerini düşün, söylediklerinin gerçekten ne anlama geldiğini anlamaya çalış. Kadınlar, Max, hasta bir ağaçtan ufku seyreden soğuktan donmuş maymunlardır, karanlıkta ağlayarak, hiçbir zaman söyleyemeyecekleri sözlerin peşinde, seni arayan prenseslerdir..."

Cümleler vurucuydu lakin bir tecrübem vardı ve tanıdığım enfes bir karakterdi, askerdim ve henüz 20 yaşımdayım. O karşılaşma ve tanışmanın ardından Askeri Hastane'de tansiyon nedeniyle bir kaç gün denetim altındayken ziyaretime gelmişti ve yıllar yıllar sonra o ana ve ona dair olarak hayatımın en güzel yazılarından birini yedi bölüm halinde yazmıştım. O andan ve ona dair yazımdan yıllar yıllar sonra ise bu kitapla karşılaşmak ve kitaptaki kadın karakter geçmişe bir yolculuktu benim için ve bayılmıştım kitaba. Doğal olarak da aynı yollardan geçtiğimiz Roberto Bolãno, o andan itibaren benim kankam olmuştu.

İlk paragraf, Evet Hayat! başlıklı yazıya kitaptan bir alıntı.



Şimdi, bir kaç yıl aradan sonra, üçüncü Roberto Bolaño kitabıma başlıyorum. Bakalım bu kez de beni sarsmayı, düşündürtmeyi ve çarpmayı başarabilecek mi?

17 Ocak 2021 Pazar

Evet Hayat!

18+


Arka kapaktan



"... Her şey anlamsızdı. Öyle düşünüyordum. Ama aslında bir anlamı olduğunu biliyordum: Bu anlam beni parça parça ediyordu. Paramparça sözcüğü biraz abartılı gelebilir ama ben abarttığımı düşünmüyordum. Belki o zamanlar anlam ile gereksinimi karıştırıyordum. Belki de sinirlerim bozuktu..." 


Sayfa 124'den

"... Hakkını vermek gerek sözlerin sevecendi. Ama korkarım iyi düşünmeden konuşmuştun. Benim dediklerimi hiç düşünmemiştin. Kadınların sevişirken söylediklerini her zaman dikkatle dinle, Max. Konuşmuyorlarsa tamam, o zaman dinleyecek bir şey yok, düşünmen de gerekmeyecek, ama eğer konuşurlarsa, fısıldıyor olsalar bile, her sözcüğü iyi dinle ve üzerine düşün. Ne dediklerini düşün, ne demediklerini düşün, söylediklerinin gerçekten ne anlama geldiğini anlamaya çalış. Kadınlar katil orospulardır, Max, hasta bir ağaçtan ufku seyreden soğuktan donmuş maymunlardır, karanlıkta ağlayarak, hiçbir zaman söyleyemeyecekleri sözlerin peşinde, seni arayan prenseslerdir. Yaşamımızı yanlışlıklarla planlıyor ve yaşıyoruz..."

 


Hayattan*

... Islaklığına kırmızılı mavili floresan ışıklarının vurduğu, bağırdan şarkıların yankılandığı, abartılı renklerin renk kattığı, küçük küçük evlere tıkışmış kadınlar ve onları izleyen; kapalı bir Anadolu şehrinin çapkın bakışlı, hovardalığın etiketini rol bellemiş, hazzın tatlı tatlı gülümsemesini yüklenmiş farklı yaşlardan erkeklerinin dolaştığı sokakta...

...Yatağın üzerine uzanılmış, aleladeliğe anlamlar katmaya çalışan dokunuşların arasında gözü, komidinin üstünde duran, ara verilmiş, kapağı üste dönük kitaba takıldı;...

...Sanki sevişmeyi ilişkilerine yasak etmiş, kalleş yanının vereceği zarardan birbirlerini korumak istemişlerdi. İlişkilerini, adı bildiğimiz aşk olan duygunun da ötesinde, kırılmasına izin vermeyecek kadar narin sevmişlerdi. Bunu eskimesin diye birbirlerine hiç söylemediler. Bir araya geldiklerinde ruhları konuşuyordu. Sıklıkla ve bulundukları yaşın tazelikleriyle "Ben ne kadar oyum, o da ne kadar ben," diye düşünüyorlardı...

...Bir türlü soramıyordu: ''Neden?'' Kadın anlatırken pimi çekilmiş zaman ayarlı el bombaları bırakıyordu. Kendinle kaldığında el bombaları patlıyor, pazıl yavaş yavaş tamamlanıyordu...

...Yumuşak ve sevgi dolu bir yüzdeki, odayı usulca tarayan, aradığı kişiyi bulunca parlayan yeşil iki gözle göz göze geldi. İçinde kopan ve şükreden bir ibadet rüzgârıyla koşmak istedi. Ruhu koştu, sarıldı; bedenini beklemeden...

..."Doğum günün kutlu olsun," diyen iki dudak yanağına, salondaki herkesin içini ısıtacak sıcaklıkta bir öpücük kondurdu. Öpücüğün sahibi karşısına oturdu, şaraplar dolduruldu. Orkestra, akşamları içmekten yorgun düştükleri anlarda, teybe koyup üst üste başa sararak dinlettiği; Çocukların, sevgililerinin, eşlerinin fotoğraflarını önlerine koyup onlarla sivilleşirken, özlemin göz yaşlarını o anda kurdukları iptidai siperlerine saklamaya çalıştıkları Tapılacak Kadınsın'ı çalıyordu. Onunsa, göz yaşları orduevinin camlarından taşıyor, her bir kayaya çarptıkça daha fazla çağlayarak aşağıda sakin sakin akan Kızılırmağa karışıyordu....

... Trenlere ve mekânlarına tutkulu olan, ötekini ayartmış, kayalara oyulmuş tünelin üstüne çıkarmış, ağız tarafından ayaklarını sarkıtarak, altlarında uzanan rayların uzaklara taşımasına sevdalı, yaramaz çocukların evden izinsiz telaşıyla ama yine de zamana kayıtsız bir neşeyle, yüzlerine bulaştıra bulaştıra yemişlerdi, dondurmalarını...

                                                                                        **

Sarsılarak ve bayılarak okuduğum kitabın çevirmeni Peral Bayaz'a şükran.


*On bir yıl önce yazılmış, o haliyle duran,  Hayatı Öğrenmek Adına En Özel Tanıklığısın Ömrümün'den...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP