30 Ocak 2024 Salı

Basit Bir Gün

Üç gündür sanırım nevralji ile uğraşıyorum. Yıllardır görüşemedik kendisiyle ve sanırım özleyen taraf daha çok o.

Boynuma o nasıl sarılıştı dedim önce, sonra yanağıma o nasıl bir öpücük. Arada bir çene ayarı yapıp onun pozisyonunu ofsayta düşürsem de, o pusuda bekliyor ve öğün saatimde gol yağmuruna tutuyordu filelerimi.

Sonra dank etti bana. Yıllar önceyi anımsadım ve içtiğim dozun çocuklara önerilenden bile az olduğunu fark ettim. Elbette telefona sarıldım ve neredeyse bebeliğini bildiğim canım doktorumu aradım ki kendisi enn can arkadaşlarımdan birinin kuzenidir.

Dedi Abi doz bölmene gerek yok, istersen bir öğünde iç. Bu kez doz bölmedim ve üç öğünde birer doz, dedim. Sonra bir baktım ikinci doza kalmadan pılısını pırtısını toplamaya başlamış şahıs. Yemek çiğniyor olmanın dışındaki anlarda bir zararı yok bana, yemek yerken de sadece alnımın sağ noktasında ufacık bir ısırık....

İkinci dozda anladım ki lokantaya gidebilirim.

Gittim, bol çeşitli, tabildot usulü, biraz yokuş çıkmam gereken bir mekân. Mercimek çorbası lütfen, dedim, pirinç pilavı lütfen, dedim, tavuk kızartma lütfen, dedim ve yanlarına kabak tatlısı beni ayartsa ve ikilemde kalsam da cacık ekledim. İki günlük sıkıntı üzerine keyifle yedim. 120 TL'lik  ödememi yaptım ve çıktım.

Fikrimde geniş bir çevre turu atmak var. İşi biraz sallayabilirim yani! Fikrimin sözünü dinledim ve o yamaçtaki ilginç sokakları gezerek kendi mekân coğrafyamdan epeyi uzaklaştım. Sonra geri dönüş için yeteri kadar uzak bir noktadayım kararını vererek bu kez düzlük ve denize daha yakın bir coğrafyanın ara sokaklarının tadını çıkarmaya başladım. O sırada ezan başladı, ses anormal yüksekti ve dedim işte propaganda budur, lakin sesin tırmalayıcılığına ne demeli?! Camiye bir göz attım, görkemli. Hoş bir mimari, ama tüm bu güzelliklere ses ile uyum göstermeyen propagandist bir yönetim anlayışı. Oysa ses bir tık kısılsa, o ses çakıl taşları üzerinden serin serin akan bir ırmak tadına dönecek.

Oradan daha alt, denize en yakın-ana- caddeye indim. Bir türlü gitmek nasip olmayan ve yeni, ve evimize en yakın Migros'un önünden geçtim ve yeni açılan, vitrin buzdolabındaki tatlıları kışkırtıcı mekâna daldım.

Elbette hâlâ alışamadığımız fiyatlar el yakıyordu. O sırada soğuk bir espri zihnime izlerini bırakarak aklımdan geçip gitti ve ben kapıdan içeri girdim.

Çok tatlı bir genç adam karşıladı beni. Ben tatlılara bakarken o bana bilgiler veriyordu. Hakimiyetine ve duruşuna bayıldım ama bunu ona çaktırmadım.

Ve incirli muhallebide karar kıldım.

Porsiyonu küçük bulsam da tatlıya bayıldım. Çay yudumları ile uyumunu sevdim ve zaten eve, dolayısı ile çalışma alanıma çok yakındım ve avarelik için hâlâ zamanım vardı.

O sırada hanımefendi çay bardağımı almak için hamle yaptı. Gülümseyerek o son lokmanın önüne eklenecek son yudum, dedim. Ve o da buna gülümsedi.

Tatlım bitti, sondan bir önceki yudumu tatlımın son kaşığından önce içmiştim.

Kasaya geçtim, tatlı çocuk nasıl bulduğumu sordu, bayıldım dedim. Ödememi yaparken o bana bir lokum verdi.

Kafanızda canlanan tüm lokumları silin lütfen.

Bu bambaşka bir şeydi ve nasıl tarif edebileceğimi bilemiyorum şu an. Bir fotoğrafını çekene kadar sabır. Çaylara para almıyorlarmış, muhallebiye 80 TL. ödedim ve hey gidi günler hey, dedim.

Tüm bunlardan akşam telefonla enn bayıldığım gurmeye söz ettim.

Bu kez onun çekeceği fotoğraflara, konuşmalarımızdan da ilham alarak, daha güzel bir yazı yazarım belki, diye de düşündüm

Kim bilir?!

22 Ocak 2024 Pazartesi

Yokoluşun Daniskası 2.Bölüm

1.Bölüm
Amasya Kazan Ben Kepçe


An itibariyle güneş olmasa da hava muhteşem; montum hâlâ sırt çantamın askısında. Şehrin merkezine doğru yürüyorum. Dokuda ilk izlenimlerime göre göze gelir bir bozulma yok. İstasyondan çıktıktan sonraki ilk köprüye varıyorum. Yalı boyu evleri sol yanımda. Elbette o sokağa giriyorum. Solumda yalçın kayalar, göz ucumda ve an itibariyle uzağımda, kayalara oyulmuş kral mezarları. Şehrin popülaritesi artıkça eski konakların pek çoğu otele dönmüş, bunun yanı sıra bir efsane olan Turban'ların özelleştirilmesi ile birlikte buradaki bir sivile verilmiş, Turban'ların o güzel havası gitmiş ve yeniden bir Turban olabilme ihtimali ortadan kalkmıştı. Ve şu anki hali, bulunduğu enfes noktaya rağmen heyecan yaratmıyordu. Kral mezarlarına çıkış noktasında olan ve şehre özgü hediyelik eşya tezgâhlarının bulunduğu mini meydan şimdi daha düzenli, ve hoş. Hazeranlar Konağı ise müze işlevini hâlâ başarıyla sürdürüyor.


Saat kulesinden sağa kıvrılıyor köprünün üzerinden geliş yönüme doğru dönüp bir süre, artık çoğu işletme olan evlere bu kez ırmağın karşı kıyısından bakıyorum ve bu duruma üzülmüyorum çünkü asıllarına sadık kalınmış.


Selfi çeken şehzadenin karşısına oturuyorum. Karşıda restore edilmeyi bekleyen bir kaç ev var. Bir yanım endişeli çünkü bize ait bir uyanıklık vardır, bazı yapıların kendi kendine çökmesi beklenir ki arkasından istenen yapı elbette eskiyi taklit ederek -betondan- yeniden yeşersin! Ben içinse an itibariyle öyle olmamasını ummaktan öte yapılabilecek bir şey yok. Ve uzaktan, mevcut iktidar partisinin merkezinden, yerel seçime dönük olarak müzikle birlikte propaganda sözcükleri geliyor.


An itibariyle şehri kim yönetiyor, hangi partiden bilmiyorum ama her kimse onu takdir ediyorum; çünkü ırmağın çevresini güzelleştirerek, şehir mobilyaları ile süsleyerek önemli katkılar yapmış. Şu an şehzadeler yolunun başlangıcındayım. Banklarda gençler... Ve bir tür agora çağrışımı yapan, yola kadar uzayan basamaklar ve üzerlerine yerleştirilmiş bank türevi tahtalar, dinlenme ve sohbet olanağı sağlamanın yanı sıra tüm bu eylemleri ırmak, kaya mezarları ve özünü yitirmemiş muhteşem evlerle birlikte daha keyifli hale getiriyorlar.


Şehrin ara caddelerine de dalıyorum. Sakarya Islama Köftecisi'ni yerinde göremiyorum. Zihnimde bir acaba var, şehrine dönmüş olabilir mi? Sormuyorum diğer esnaflara. Bir sonraki gelişte kurcalarım diyorum çünkü bugün dikkatimi çeken bir başka yer var. Bedestanın önünden geçiyorum, sonra üst ve ana caddeye çıkıyor, dönüş biletimi tren seferleri eskisi gibi aynı gün içinde karşılıklı olmadığı için otobüs firmasından alıyorum. Ve bedestanın sadece minik bir kısmının fotoğrafını bu kez ana cadde tarafından çekiyorum.


Karnım acıkmadı değil, biraz daha acık sen diyorum ona ve orduevinin yokuşuna sarıyorum. Ah ne anılar ne anılar! Taksi durağının önünden geçerken bir göz atıyorum. Acaba abilerden kimse kalmış mıdır, diye düşünüyorum. Ben yıkılan orduevinin başka yere yeniden yapıldığını sanırken aynı yerinde inşa edildiğini öğreniyorum ve şu an ona gidiyorum. Pirler Parkı sağ yanımda, az önce sol yanımdaki Cemevi'nin önünden geçtim. Şehire tepeden bakmak hâlâ güzel.


Bu kardeşle yokuşu çıkarken karşılaşıyor biraz hasbihal ediyoruz. O'na bu yolu senden çok aşındırmış olabilirim diyorum, nezaket gereği. İşin gerçeği ise her gün bu yokuşu jiple inip binbaşımı evden alıyor, her akşam mesai bitiminde ise evine bırakıyordum; sonra direk orduevi. Elbette gecelere aktığımızda da bu kez jip bizim hizmet aracımız oluyordu, diyorum ona. Buna pek inanmıyor ama gerçek o ki onun tavrı üzerine bunun daha daha risklilerinden söz etmiyorum.


Şimdi, ilk turda dikkatimi çeken ve aklıma kaydettiğim Anadolu Mantı Evi'nin önündeyim. Ve içeri süzülüyorum. Dış cephenin yarattığı etki içeriyle birlikte çoğalıyor. Seçtiğim bir masaya oturuyorum. Evin içine girmek, orada yemeğimi yerken ırmağı seyretmek fikri ayartmaya çalışsa da beni, ben küçük ve çok şirin bahçeyi tercih ediyorum. O sırada dış cephenin önünde fotoğraf çektirmek isteyen bir hanımefendiye izin vermiyorlar. Ben çekiyorum ama diyorum. Müşterilere serbestmiş. Sonra laf lafı açıyor. İşletme sahibi genç bir adam, cümlelerinde efendim sözcüğü mutlaka geçiyor ki garsonların hitap şekli de bu. Menü geliyor. Hoş. Sanırım menüde sekiz tür mantı var, seçim zor! Farklı bir tanesi, sitelerindeki ada göre Amasya Mantısı dikkatimi çekiyor ve ondan istiyorum. Bu arada ödül aldıklarının altını çiziyor genç adam ki sonradan sitelerine baktığımda bunun orada da vurgulandığını görüyorum.


Bunlara, içinde mascarpone, parmesan, mozarella olan puf böreği muamelesi yapabilir miyiz? Ben yapıyorum açıkcası. Yanındaki soslara batırarak yiyorum ve onlar çayla birlikte güzel olduğunun altını çiziyorlar ama ben denemeyi düşünmüyorum. İçindeki peynirlerden en azından biri biraz daha yağlı olmalıydı diye düşünüyor ve son tahlilde de sarımsaksız ve yoğurtsuz mantı bizden değildir kararını veriyorum. Kendisini bir kez de -eğer merak ederse- Enn Sevdiğim Kadın'la deneyip son kararımı vermek üzere, çok kibar çocuklara teşekkür ediyor, ödememi yaparken geçtiğim minik, şirin ve ırmak manzaralı bölüme hayran kalıyor, 220 TL. yi de bayıldıktan sonra yeniden düşüyorum yollara.


Şu an valiliğin komşusu sultan kayıklarının önündeyim. Uygulamayı sevimli buluyorum. Coğrafya bizim aksiyon alanlarımıza çok yakın. Bir dile gelseler neler anlatırlar. Irmak boyu yürümeye devam ediyorum. Bimarhaneye girmiyor ama selâm çakmayı da ihmal etmiyorum ki merak edenler yazının altındaki Amasya etiketini tıklayıp, onunla ve daha farklı yerlerle ilgili tüm detayları görebilirler.


İktidar partisinin önünden geçiyorum. Müzik gümbür gümbür fakat katılımcı sayısı az. Bir kaç firmanın otobüsleri şehirde tur atıyorlar, korna çalıyorlar ama sanki tüm bunlar geniş kitlelerin umurunda değil. Bense Amasya'nın köprüler geçtiğim, ırmağa uzanmış balkonlarındaki banklarında oturduğum alanlarını bir bir geride bırakarak, bizim zamanlarımızda olmayan, yakın çağ ürünü AVM'sine doğru yürüyorum. Bir kaç dakikadır güneş bana jestler yapıyor ve bugün çektiğin tüm ırmak fotoğraflarını çöpe at diyor. O'na inancım ve sadakatim sonsuz, gereğini yapıyorum.


Ferhat ile Şirin'in karşılarında oturuyorum. Ferhat kan ter içinde, sürekli kayaları kazmalıyor ve su kanalı açıyor. Şirin de güğümle su taşıyor. Şehzadeler Gezi Yolu üzerinde bir banktayım. Poz poz üstüne fotoğraf çeken, çektiren gençleri izliyorum. Her biri eskinin deyimiyle büyümüş de küçülmüşler. Profesyonellere taş çıkartıyorlar desem yeridir. Elbette sadece gençler değil, milletçe manken olunmuş da sanki bir benim haberim yokmuş. Eleştirdiğim falan da düşünülmesin, aksine hoşuma gidiyor.


Tüm bu süreçte otellere bakıyorum. İnternet üzerinden yer ayırtma fikrimden vazgeçiyorum. Şehire gelmeye karar verirsek bizzat burada görüp, şu otel tamam demeden bir seçimi düşünmüyorum ki güzelleri çok. Ama bir aralıktan gördüğüm, son turda o aralığa girdiğimde kapının arka tarafta olduğunu okuduğum, oraya geçtiğimde iç ışıklarına bayıldığım ve canlı müzik olduğunun altını çizen enstrümanları  görünce de tamamdır dediğim pub'a mutlak gidilecek. Bu rastlaşmanın öncesinde AVM'ye kadar uzamıştım. Tugayımın kokusunu alıyordum ama yine de yaya gidilemeyecek bir mesafedeydim. Ağır adımlarla yine ırmak boyunu kullanma düşüncesiyle "sahile" inmiştim ki bu kurtarma çalışmasına tanık oldum. Bu abi henüz inmemişken ve uzaktan baktığımda bir intihar olduğunu düşünmüştüm. Sonrasında bir kedinin nasıl becerdiyse o dehlizde olduğunu öğrendim ve kendisini gördüm. Lakin bu kurtarma ekibi cılız çıktı ve kediyi oradan alamadan geri döndüler.

Büyük şok ise yürünebilir mesafede olan otogarın, şehrin epey uzağına taşınmış olmasıydı; ben yürüyerek gitmeyi düşünmüş sonra bundan vazgeçmiş, servisin saatini sormuştum. Otogara varıp da güncel durumla karşılaşınca tercihim için şükrettim, çünkü bir geceyi şehirde geçirmem mutlaktı!

20 Ocak 2024 Cumartesi

Yokoluşun Daniskası 1.Bölüm


Ama ben demiştim!



"... Sonra yüzümde enfes bir gülümseme, ruhum havalanmış, ayaklarım yerden kesik, kafamda -onunla paylaştığım- çoklu kaçış planları ile tren saatlerine ve bir kaç otele bakıyor, sonrasında uykuya doğru yol alıyorum."


*
19.01

Cuma


Güne erken uyanıyorum. Yok oluş için her şey hazır. Fakat bu kez kimseye haber vermeden değil! Bütün günlerimi Cuma'ya çeviren Enn Sevdiğim Kadın biliyor. Bu bir kaçış, aynı zamanda da bir ön izleme eylemi; çünkü 10 yıl olmuş; en anı biriktirdiğim, çok aksiyon yaşadığım askerlik şehrime gelmeyeli.

Şaşırıyorum. Sonra içimdeki benlerden biri diyor ki hep istim üzerindeydiniz ve memleketin dört köşesinde fink atıyordunuz, hatta araya bir de Tiflis sokmuştunuz ve elbette pandemi sadece frene bastırmakla kalmamış zaman kavramınızı da bir güzel benzetmişti. Ve algılar şöyle işlemeye başlamıştı, pandeminin öncesine ve sonrası da sonrasına göre. İkincisi asosyal olmak üzere, birbiri ile taban tabana zıt, biri tüm ezberlerden uzak iki farklı dönem.

Bu kaçışsa bir anlamda da büyük planın ve yeni bir başlangıcın ön izlemesiydi. Erkek kardeşim de biliyordu çünkü ona bir gün önce sabah beni istasyona bırakmasını söylemiştim lakin sonraki işsel gelişmeler üzerine istasyona onunla gitmeyip trene atladım; enfes bir sabah karartısının ve bahar tadında, miss gibi tazelik kokan bir havanın eşliğinde.

Ve iki durak sonra ne tesadüf ki bir lise arkadaşım biniyor trene; o bir demiryolcu, sabah mesaisi için istasyona gidiyor. İndiğimizde ofisine davet ediyor lakin, diyorum ki benim yolculuk öncesi ritüellerim var, çok sağol.

X ray'den mini sırt çantam geçerken günaydın diyorum görevli genç adama ve kolay gelsini ekliyorum. Sonra istasyonun minik büfesinden bir su, kadim bir diğer abinin camekan tezgâhından da iki poğaça kapıyorum. Poğaçalarımı götürürken bir yandan da trenin dış fotoğraflarını çekiyor, yeniden istasyonda olmanın muhteşem kokusunu doya doya hisseddiyorum ve o sırada bir abi de karizması ve de günün önemli oyuncularından biri olacağı öngörümle birlikte bu filmin çok şeye gebe olduğunu hissettiriyor bana. En büyük sürpriz ise tren, çünkü internet sayfası iki vagonlu trenbüs gibi gösteriyordu gidecek olanı.

Elbette bayram ediyorum!


İkinci vagondayım ve seçtiğim koltuk iki kişiliğin cam kenarı. Fakat günün sürprizleri bitecek gibi değil. Çünkü seçtiğim koltuk nasıl olmuşsa dört kişilik ve ortada bir masa olanlardan olmuş. Ve tam karşı koltuğumda çok hoş, taze üniversiteli bir genç kız var. Şaşkınlığımı ona da ifade ediyorum ve sol tarafı seçmiş olmama rağmen sağdaki dörtlü ve masalının  sol koltuğuna yerleşiyorum. Tren düdüğünü öttürüyor ve yavaş tıngırtılarla yola çıkıyoruz.


Aramızda çok keyifli bir iletişim başlıyor; zarif, mankenleri çatlacak kadar güzel, sol tandanslı, adı kendine çok yakışan genç kızla. Öncesinde ise bilet kontrolü yapan karizmatik abi, yanlış yere oturduğum düşüncesi ile benim yerimi işaret ediyor. Biliyorum, hanımefendiyi rahatsız etmemek için buraya geçtim diyerek yanıtlıyorum onu. Yerin sahipleri varsa ve binerlerse zaten bomboş vagonda başka bir yere otururum diyorum. Sonra konu Erasmusa geliyor, o yapmayı düşünüyor ama henüz hazırlık sınıfında ve seçtiği bölüm bence ona yakışıyor. Ona Enn Sevdiğim Kadın'ının pozisyonundan bahsediyorum ve senden ona bahsedeceğim diyorum. Yurt dışı ilişkilerle ilgili her şey için ona ulaşabilirsini de konuşmanın içine yerleştiriyorum. Sonra konudan konuya geçiyoruz, derken sohbete biri daha katılıyor.


En sevdiğim anlar, tren yüksek dağlardayken altımızda kalan yolları ve araçları izlemek; sürekli fotoğraf çekiyorum. Zaten trenlerin yol aldığı hangi güzergâh kötü ki?! Her biri özel ve her biri kaçış için muhteşem. O sırada demiryolcu abi bu kez ön kapıdan giriyor. Diyorum ki bir fotoğrafını çekebilir miyim? Çünkü bugüne kadar gördüğüm en karizmatik demiryolcu sensin. Kabul ediyor ve muhteşem bir poz veriyor. İki kare üst üste çekiyorum ve teşekkür ediyor, kanımda trenler dolaşır benim de diyor, dedemin de bir demiryolcu olduğunun altını çiziyorum.


Abi işlerini tamamlayınca bizim vagona dönüyor ve masamın karşı tarafına oturuyor, öncesinde ise biz A. ile Muş'u konuşuyoruz çünkü annesi orada öğretmenlik yapmış; A. henüz yokken dünyada. Diyorum ki Orası Muş'tur, yolu yokuştur diye bir türkü var ya, o doğru. Sonra anlatıyorum: Ben de küçükken gitmiştim çünkü dayım genç bir mühendis olarak orada görevlendirilmişti. Gerçekten de trenle ya da araçla gittiğinde şehrin merkezine ulaşmak için dimdik bir yokuş çıkılırdı ve işte orası Muş'tu. Biz bir kez çıkmıştık, babam saçlarını kestirecek ve sakal traşı olacaktı. Gülümseyerek ve şaşkınlıkla soruyor, gerçekten mi?

Evet, ama şimdi muhtemelen o dağın etekleri aşağıya doğru ev, apartman ve dükkân dolmuştur, ve artık o yokuş olağan bir yokuş olmuştur, diyorum.

Ve aklı çok başında, özgüveni yüksek bu tatlı kıza gülmek o kadar yakışıyor ki.

O sırada işlerini tamamlamış demiryolcu karizmatik abi, otomatik açılan cam kapının ardından gözüküyor ve bize doğru gelip benim oturduğum dörtlü masanın benim tam karşıma gelen koltuğuna oturuyor. Sonrası muhteşem bir sohbet, memleketin gelmişini geçmişini masaya yatırıyoruz. A. gülümseyerek dinliyor, yer yer de sohbete katılıyor. Elbette vagonun tüm boş koltukları da can kulağı dinliyorlar ve sanırım onlar da olan bitenden hoşnut. Artık Amasya İstasyonu'na varmak üzereyiz ki anaons yapılıyor. Ben iniş hazırlıklarına başlıyorum. Kars'a mutlaka kışın gitmelisin demiştim A'ya, konu ülkemize ve trenlere geldiğinde; anlatmıştım yaşadığımız keyfi ve kışın altını çizmiştim. O da telefonundan bloguma girmişti.

Kalkıyor, minik çantamı sırtıma asıyor, montumu da çantamın askısından geçiriyorum. Sonra tokalaşıyorum, seni tanıdığıma çok memnun oldum diyor, Enn Sevdiğim Kadın'a her koşulda ulaşabileceğinin altını bir kez daha çiziyorum. Ve blogdaki mail adresimden de bana ulaşabileceğini, her konuda kendisine yardımcı olabileceğimi söylüyor iyi yolculuklar diliyorum.


Elbette sohbet bunlarla sınırlı değil 80'darbesini ve onun sonuçlarının bizi bugünlere getirdiğini, %10 barajının tüm bu rezaletin müssebibi olduğunu falan konuşurken o dönemde iki savcıya mihmandarlık yaptığımı tüm mahkemelere ve sorgulara girdiğimi falan anlatınca da demiryolcu abi çok kişi gibi, bir kitap olmalı bunlar diyor ve ben de kendimi bir kez daha tekrar ederek diyorum ki: Kitap yazmak benim haddime değil, çünkü tamamlanması yüzyılı bile aşar bu tembelde.

Hep birlikte gülüyoruz... Onlara iyi yolculuklar diliyorum ve 10 yıl sonra ayak bastığım toprağı öpp-müyorum tabii ki.

 2.bölüm için buradan lütfen...

18 Ocak 2024 Perşembe

Vay Anasını- Beterin De Beteri Varmış!

Vay anasını çünkü bunu ancak "Nereeedeeen nereye," diyebilen bir ekonomist başarabilirdi!


21-Eylül-2022


"D-3 lütfen."

Bilet fiyatı ufakça bir sıçratıyor.

Ve sonra...

Ülke bu günleri de gördü diyerek de bilet fiyatını şuraya not düşüyorum: 44 TL.


15-Ocak-2024


"D-3 lütfen."

O ara büyük ışıklı panoda afiş görünüyor ve filmin 16:05'de başlayacağını sanan ben gerçekte 16:20 rakamlarını görünce bir ohh çekiyorum. İşlemlerim yapılırken kısa bir sohbet, puanlarımı kullanmak istermiymişim, kullanıyorum çünkü bilet fiyatları Başka Sinema filmlerinde de 135.00 Türk Lirası olmuş!

16 Ocak 2024 Salı

Narsistle Aşk

Kafamda satırlar, kelimeler fikrimde dönen sahnelere dair. Her biri sağlam bir filmin parçaları gibi; net, berrak ve sanki daha dün yaşanmışçasına...

İstasyondayım. Ruhum ve ayaklarım sinema dedi çoktan. İstasyona girdiğim anda kalkmak üzere olan tren sevdiklerimden olmadığı için salıyorum onu, ama öte yanda filme yetişemezsem endişesi; zihnimde ennn sevdiğim kadın...

Ruhumdan akan satırlarsa son yazım Tutkulu Bir Aşkın Kıyısında'ya dair. Kararım yazıya devam etmemek. Ve yazmamalısın fikri son derece baskın. Bir ân zamanın girdabına kapılıp dehlizlerinde ilerlerken kendimi geçmişte bulmuştum ve o yaşların coşkusuyla her bir ânı yeniden yaşayarak... ve şimdiki zamandan soyutlanmış bir ruh halindeyken -belki de hava atma modu beni dürterken- ben, zihnimde oluşan bu enfes görsel akışı yazıya çevirmiştim. Sonra, sanırım ayaklarım yere bastı ve ben o genç adamla vedalaşıp olgun kimliğime geri döndüm...

Ve o genç adama dedim ki:

"Burada durmalısın!"

Ve ekledim:

"Kabul bu çok renkli ve enfes bir yaşanmışlık. Ama ulaştığın fotoğraftaki kadın tüm gençlik dönemini bir kenara bırakmış, artık sen gibi çoluk çocuklu, belki de anıların kıymetinin farkında, ama artık hayatın bir başka noktasında! Tıpkı senin gibi, sanki çok uzak ve farklı bir boyutta, gençliğin o enfes hızıyla olağanüstü sahneler içeren, unutulmayı asla hak etmeyen ama tek taraflı bir kararla da yazılmaması gereken; elbette renkleri, aksiyonları olağanüstü, o oranda coşkulu lakin son noktayı da senin koyduğun, üstelik kör bir âşık olmadığın ama her bir ânı çok özel, tüm pişmişliklere rağmen hayatın yine de toy bir evresine ait ve yine kabul ki benzeri ancak film senaryolarında olabilecek kadar enfes bir ilişkiydi. Bırak olduğu yerde kalsın, lütfen, daha çok da yaşanmışlığın diğer ortağı açısından bir daha açılmamak üzere kapansın bu konu."

Sevdiğim tren görünüyor. O bir İspanyol. Meleklerim iş başında. İki çok tatlı ilkokul öğrencisi çocuk var. Abi siz oturun diye çok genç bir adama sesleniyorlar. Genç adam farkında değil, onlar sürekli tekrar ediyorlar. Diğer yolcular gülümsüyoruz ve kendilerine takdirlerimizi beyan ediyoruz. Az sonra bir başka, bu kez genç bir kadın ayakta, çocuklar yine yer vermeye niyetliler ancak genç kadının yaşı itibariyle yer vermeleri gerekli mi değil mi'nin muhakemesini yapıyorlar ve o sırada abla boşalan bir koltuğa oturuyor. Çocuklar cep telefonlarını çıkardılar ve anneleri ile konuşuyorlar. Elbette az önceki eylemlerinden de gururla söz ediyorlar. Benimse biraz geç kaldım ve seansa yetişemeyeceğim endişem var fakat sürücümüz kıvamında ve hızlı; ışıklara takılmazsak yetişebilirim diye düşünüyorum ki yetişemezsem son seans işime gelmez çünkü dönüşteki son treni kaçırmış olacağım. Ve o nedenle de filmi izlemeyeceğim.

Bunu bile umursamayacak bir hafiflik içindeyim. Bu gazla bu hafta içinde yeni bir kaçışım -sanki- muhtemel.

İstasyonlar bir bir geçildi ve ben trenden inip hızla asansörlere yürüdüm; güvenliği geçtim, sinema katına doğru hızlı adımlarla gidiyorum.

Sanıyorum 5 dakikam var lakin endişem diğer filmler için, ya kuyruk varsa!

Yürüyen merdivenler yürürken ben yine de hepsini yürüyerek çıkıyorum.

Enn sevdiğim gişeci, Batmanlı tatlı kız beni gördü, el salladı ve uzaktan uzağa gülüşüyoruz.

Küçük bir kuyruk var ve bankoya yanaşıp diyorum ki: "Filme yetişemeyeceğim galiba, rica etsem kuyruktan, benim biletimi ayarlayabilir misin?"

O diyor ki "Filme daha süre var."

O ara büyük ışıklı panoda afiş görünüyor ve filmin 16:05'de başlayacağını sanan ben gerçekte 16:20 rakamlarını görünce bir ohh çekiyorum. İşlemlerim yapılırken kısa bir sohbet, para puanlarımı kullanmak istermiymişim, kullanıyorum çünkü Başka Sinema filmleri de 85.00 iken 135.00 Türk Lirası olmuş!


Salon gözlerimi yaşartıyor. Başka Sinema filmlerinde nadir görülen bir kalabalık. Fakat kadın ağırlıklı bir kitle, sadece ben dahil iki erkek izleyici var. D.3'ümdeyim, üç koltuk sağımda Başka Sinema takipçisi, sık karşılaştığımız bir hanımefendi var; antrakta çıkarken ben ayaklarımı çekeceğim, o rahatsızlık verdiği için özür dileyip teşekkür edecek, ben gülümseyeceğim.

Nedense daha karar verme aşamasındayken bile filmin süresinin 3 saat olduğunu sanıyorum. Hatta başlangıçta bir süre olumsuzlayıp, bu filmde işim neydi diye düşünürken de bu üç saat inancımı hâlâ koruyorum.

Sevgili okurlar siz bana bakmayın, bazen benzer pişmanlık duygusunu çok filmin başlangıcında yaşarım ben.

Sonrasında film hüüp diye çekip alıyor beni ve artık filmin içinde bir karakterim ben. Bayılıyorum ve soluksuz izliyorum filmi ki Virginie Efira, Başkalarının Çocukları'ndan sonra yine güçlü bir performansla, Fransızca öğretmeni olarak ve oyun gücüyle alıp götürüyor filmi. Eş karakterindeki Melvil Poupaud ise izleyicileri, arızalı bir adam rolünü üstün bir performansla oynayarak ayar etmeyi başarıyor. Bir de psikiyatris olduğunu sandığım ki eminim o sahneler her izleyiciye aynı hissi verecektir, bir abla var. Onunla esas kadının diyaloglarının olduğu sahneler, her kadın için kanımca ufuk açıcı. Ve filmin ormanda geçen çok hoş bir bölümü var, ufak bir kaçamak, hayata bir meydan okuyuş belki... ama çok hoş ve sıcak.

Ve muhteşem bir final.

İzleyici ve izleyiciler çok mutlu. Işıklar yanınca bile koltuklarından kalkmadılar ve perdede son jenerik akarken, tüm film boyunca olduğu gibi, yine kendilerini Gabriel Yared'in enfes müziğine teslim ettiler.

Hatta bununla yetinmeyip, muhteşem bir iş çıkartan ve yine kadını önceleyen enfes senaryonun yazarlarından biri olmanın yanı sıra filmin yönetmeni Valérie Donzelli ve senaryonun ortağı Audrey Diwan'ı içlerinden, ama büyük bir coşkuyla, "ayakta" alkışladılar.

Çok keyifli bir tren yolculuğu ile mıntıkama varıyorum; sırt çantamda Migros'tan kapılmış ve fiyatı düşük kalmış Kurukahveci Mehmet Efendi'den bir paket Colombia filtre kahve var. Yemek işini çarpıttım ve ne yapsam diye düşünürken mahallemizin sevdiğim bir mekânında Adana Dürüm yiyip, bir de şekersiz çay içiyorum. Deniz muhteşem hava bahar tadında. Eve doğru yürürken zihnimden çoklu kaçış planları akıyor. Tren seferlerinin artık düzenli oluşu gülümsetiyor beni. Çalışma masama oturduğumda sabit telefonda bir cevapsız kalmış aranma görüyorum. Enn Sevdiğim Kadın olduğu kesin. Hemen dönüyorum ancak gelen yanıt mekanik, bana not bırakmamı söylüyor. O ara iki şat çaça ve eşlikçi olarak iki tık portakal suyu götürüyorum. Online bir toplantıda olduğunu düşünmekteyken ben, telefon çalıyor. Filmden ve günün akışından, süre şaşkınlığımdan falan söz ediyorum.

Sonra yüzümde enfes bir gülümseme, ruhum havalanmış, ayaklarım yerden kesik, kafamda çoklu kaçış planları ile tren saatlerine ve bir kaç otele bakıyor, sonrasında uykuya doğru yol alıyorum.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP