28 Ocak 2023 Cumartesi

Maskeli Balo

Film, afişini gördüğüm anda ilgimi çekmişti. Süre uzundu. Nicolas Bedos tanıdığım bir yönetmen değildi. Sevgili Filmgündemi'ne gideceğimi vurgulayan ve çok da keyif alacağım hissimin altını çizen yorumuma, gülümsemeyle gelen yanıt yaş tahtaya basıyorum düşüncesi yaratmadı değil bende. Ancak hisler benimdi ki bugüne kadar da pek yanıltmamıştık birbirimizi.



İsabelle Adjani dışındaki kimseyi tanımıyordum, belki de hatırlamıyordum. Aslında sinemadan biraz kopmuştum, pandemi yasakları nedeniyle ve hep yazdığım üzere televizyondan da film izlemiyordum. Hayat normale dönüp yasaklar kalkınca da tutabilene aşk olsun beni olmuştum. Ve bu kez cuma gecesi 18:45 seansı için sinemadayım.

Elbette önce Migros ve klasik sinema alışverişi...

Gişe boş, D-3'üm elimde. Genç kızın geçen hafta kullanmama rağmen hâlâ puan param olduğu uyarısına biriksin dedim ve kullanmadım. Biraz teras keyfi ve koltuğumdayım.

O an komşum, engelliler için ayrılmış iki koltuk meselesi ve rampa aklıma geliyor ve görüyorum ki rampa gerçekten yok. Konuyla ilgileneceğim demiştim ve ilgileniyorum; aslında diğer AVM'deki salonu görünce de anlamıştım. Salonun ikinci bir giriş kapısı var ve onlar aynı zamanda yangından kaçış kapısı ve hemen perdenin önündeki geniş bırakılmış düzlüğe açılıyor ve engelli kardeşlerimiz oradan giriş yapıyorlarmış ki bu daha uygun bir durum bence de. Üstelik koltuğa geçmeyi düşünmeyecekler için tekerlekli sandalyelerini park edebilecekleri, önünde bariyer olan yer de ayrılmış.

O halde Paribu Cineverse'lere bir alkış.

Bu akşam beş sinemaseveriz, antrakta kaçımız sağ kalacak göreceğiz.

Ve film başlıyor. Fransız Riviyerası'nda Cote d’Azur'un muhteşem görüntüleriyle başbaşayız... Film müzikleri muhteşem ki bunun altını peşinen çizmek isterim. Yönetmen geçer notu aldı benden, ve görüntü yönetimi ve mekân seçimleri şahane. Yani benim açımdan her şey yolunda. Oyuncu tercihleri açısından da bir şikayetim yok.


Fakat Margo Hansen karakterine bayıldım. Çılgın ama duygusal alt yapısı ile etkileyici bir uçurucu... Tuzağına düşmemek zor. Dolayısı ile ona hayat veren genç oyuncu Marine Vacth'un da... İsabelle Adjani ile epey oldu görüşmeyeli, biraz yaşlanmış. Ama yine de Adjani işte. Alışkın olmadığım bir rolde, bir anlamda yardımcı kadın oyuncu bile denebilir ama başrollerden biri... Belki de ben zihnimde eskittim kendisini ve kaba bir tutumla üzüp, ayıp ettim ve farkına varınca da ayıbın, özür dilettim ukalama... Rolünün hakkını verip gereğini yapıyor elbette, özellikle tiyatro sahnesindeki performansı ve şarkı söyleyişi mihrabın yerli yerinde olduğunun altını çiziyor. Pierre Niney, Adrien Saillard rolünde ve kumpascı, ama bir Margo Hansen değil, zil zurna bir aşık ama.

Maskeli Balo mizah alt yapısı üzerine inşa edilen bir suç filmi. İsabelle'i -biz hep 17 kaldığımız için- belki de başta yadırgadım ki altını biraz önce çizdiğim üzere bu benim ayıbım ama sen de bir zamanlar gençtin, diyerek teselli ettim ki bu tam anlamıyla bardağı kırmak, kaş yapacağım derken göz çıkarmaktı ki gülümseyerek ve büyük bir olgunluk ve öz güvenle utancımın içinden çekip aldı beni.

Françoise Sagan’ın öykülerinden derlenerek Bedos tarafından yazıldığını öğrendiğim senaryoyu beğendim ben, filmin akışını da... diğer izleyiciler de beğenmiş olmalı ki salondan antrakta çıkıp da sayıyı düşüren olmadı. Seks içeren sahneler bol ve cüretkârdı. Filmde mahkeme salonunda yaşananlar ve hayatın normal akışı iç içe geçirilmişti ve bence bu izleyiciyi diri tutmak adına hoş bir senkronizasyondu ve iki farklı andan edinilenleri bulmacanın parçaları gibi film süresince bir araya getirmek keyifliydi. Ve lokanta sahibi Giulia (Laura Maurante) bir entrika kurgulayıcı ve intikamcı kadın rolünde pek tatlı bir şeytandı.

Bir yap-boz tadında, zorlamayan, hoşlukları bol, altını çizdiğim gibi müzik, parti, içki, entrika, aşk, seks, falan filanların ilmek ilmek ve sakince bir araya geldiği bu enfes bulmaca; kafa karıştıran bir çorba olmamıştı ve olan biten keyifle izlenip anlaşılabiliyordu.

Yani en azından ben mutlulukla izledim.

Buna kadınların tarafından bakınca feminist bir film denebilir mi?

Feminist akımın altın çağlarını genç dönemlerde yaşamış biri olarak derim ki feminizm denen şey bir etiketti ve modaydı, geldi geçti. Artık aklı başında kadınlar erkek yancısı değiller; tüm duygusal yapılarına rağmen bir çoğu ayakları yere basan, aşkı da dibine kadar yaşayan güçlü bir hoşluk içindeler.

Ve salondan filmin Anne-Sophie Versnaeyen elinden çıkma enfes müziklerini bitirip çıktığımda tüy gibi hafiftim. Sıkı filmler sürecimin ardından yine sıkı ama eğlenceli bir film izlemek; bir bağın içinde kurulmuş bir restoranda enn bayıldığım kadının gözlerinde kaybolarak çok nitelikli bir şarabı içmek kadar olmasa da... ki bunu hiç bir film başaramaz! Ama o hoşlukta, ayakların yerden kesildiği ve bünyenin hafiflediği, çok keyif aldığı, eğlendiği ve 5 yıldızlık olmasa da güzel bir sinema akşamı için çok doğru bir filmdi, şahsım adına.

Bu halet-i ruhiye içinde yürüyen merdivenleri indim, devam ediyordum ki biri seslendi; sese döndüm ki "Bu akşam yok," diye düşündüğüm, önündeki çocukların koltuk seçmesini bekleyen çok tatlı gişecim; döndüm ve koştum demeyeceğim tabii ki, çünkü yok öyle bir şey; uzaktan el sallaştık ve seslendik birbirimize.


26 Ocak 2023 Perşembe

Büyük Laf Etme Sonra Büyük Sürpriz Çarpar Seni

Çok haklısın, çok da keyif aldığını anlıyorum ancak ben şarkıları, söyleyenlerden ayrı düşünüp daha çok seviyorum belki... mesela koşa koşa gidip şunu görim, imza alim gibi heyecanlarım da yoktu. Plaklarını, kasetlerini alır, dinler, kendilerini sever, konserlerine giderdim o kadar... Düşündüm de posterini astığım kimler vardı diye, pek hatırlayamadım.


Yukarıdaki italik lafları bundan bir hafta önce çok keyifli diyalogları olan ve bir 45'lik plağın fotoğraflarını ekleyerek ve çok hevesle yayına verdiğim postun yorumlar kısmında ediyorum. Ve aradan daha bir kaç gün geçmeden, plağı yerine götürdüğümde bir başka plağı ararken Melike Demirağ geliyor aklıma: Plakları olduğunu biliyorum ve Arkadaş'ın elimde olmasını dileyerek ve heyecanlanarak kurcalamaya devam ederken geri getirilmeyenlerden olduğunu anlıyor, üzülüyorum; ama hayat bana kıyamıyor sanırım ve bir sürpriz yapıyor.  Arkadaş yağmadan dönememiş üzüntümü bile silecek bir sürpriz bu; aklımın ucunda bile olmayan bambaşka bir şey! Üstelik çok kıymetli. Çünkü:


Elimdeki iki plaktan biri imzalı! Önce inanamıyorum. O konser gününü, sonrasını ve geceyi çok iyi hatırlıyorum ama imza ne iş? Şaşkınım. 1978 nere 2023 nere? Onca yılda elimden kaç kez geçmiştir hesap edemem. Sonra acaba bu imza baskı mıydı plak kapaklarında diye düşünmeye başlıyorum ve aynı plak kapağını internette arayıp buluyorum. Yok... imza yok ve elimdeki imza orjinal. Ben bunu nasıl becerdim diye düşünmüyorum çünkü denemem bile, onca kalabalığın içine girip bir imza için yırtınmam, huyum bu! Beynimdeki arşiv çalışıyor. O geceyi bütün detayları ile hatırlıyorum çünkü, imza hariç!



O Gece

Olağanüstü coşkulu kapalı spor salonu, solun çok güçlendiği ve iyi organize olduğu yıllar, devrim şarkıları söyleniyor salonda, nefis bir bahar akşamı, her birimizin içinden Che Guevara'lar fışkırıyor ve ben iki aşkın arasında göz yaşları döktüğüm sırada; yıllar yıllar sonra yazılarımda şu cümleyi kuracağımı henüz bilmiyorum: "Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de..."

Sloganların ardı arkası kesilmiyor akşam boyunca, konser aralarında marşlar söyleniyor ve o gece Arkadaş kaç kez isteniyor sayamıyorum.

Konser bitiyor, kızları evlerine bırakıyor ve soluğu Birtat'da alıyoruz. Beş arkadaş enfes pastaları enfes limonatalarla götürüyoruz. Bir süre sonra Bora da katılıyor bize, o konseri organize eden, aynı zamanda fuar içi kapalı devre radyo ve siyah beyaz televizyon yayınları yapan Tulga Gerçek Reklam Ajansı'nda çalışıyor. Anlatmaya Melike ve diğer alt şarkıcıların konser sonrası diskoya geçtikleri ile başlıyor, esrar partisinden çıkıyor... O anda fark ediyorum ki biz çöküyoruz; çünkü olayı hemen bir seks partisine bağlıyoruz. Melike'mizi öyle hayal edemiyoruz, o kutsal bakiremiz bizim; öyle kalmalı. Az önceki şen şakrak sohbetin zerresi bile masada değil artık. O halde kafa çekmeye gitmeliyiz. Gelsin biralar. "Oğlum yarın okul var," lafları havayı dövse de iş arabeske bağlanacak ve biralar içilecek, Melike bize bunu nasıl yapar! İki bardak bile çokken üçüncü yeni yetme bünyeleri yıkacak kesin, sonrasını lavoba paklar. Masa pek efkârlı, zihinler kurmacanın esiri ki kısa sürede sıyrılacak gibi değiller. Eve geldiğimde ilk işim Suzi'nin yanındaki posteri sökmek oluyor. Oysa biz onu Joan Baez katlarına çıkarmıştık. Olmamıştır diye diye teselliler yaratıyor, yarattığıma inanıp uyuyorum.

Ertesi gün okul, Bora gecenin yorgunu ve sınıfta değil, hepimiz mevzudan uzak. Okul çıkışı eve geliyor, kotumu giyiyor, bir şeyler atıştırıp bir şeyler okuyor ve günün ruhları dürtükleyen saatinde derneğe gidiyorum; ortalık ıssız ve loş, O'nu bekliyorum. Biraz sonra O, yani Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün Neyleyim Ben konservatuardan geliyor. Gitarı ve vokali bir kez daha aklıma karışıyor...Teselliyi O'nun dizlerinde, sesinde ve gitarının tellerinde buluyorum.

Sonra gitarını kenara bırakıyor ve gülüyor, çünkü ilacımın kendisi olduğunu biliyor, gülümseyerek bu çocukça tavrıma; böyle anlarda en bayıldığım şeyi yapıyor; parmakları saçlarımda dolaşıyor. Sonra dudaklarımda enfes bir ıslaklık ve sonra ruhumu sarıp sarmalayan şefkatli bir yumuşaklık. Ve iki dal filtresiz sigaradan biri bana...


İki gün ve gece boyunca plak yanımdayken dün gece bir anda aydınlanma yaşıyor ve konser ertesinin en önemli ânını, dolayısı ile eksik parçasını hatırlıyorum ve anormal bir rahatlama ile şu cümleleri ekleyerek beklemekte olan yazıya, huzura eriyorum: Ben 45'liği Bora'ya verdim, çünkü O tüm gün ve gece boyunca Melike Demirağ ve ekibiyle ve alt kadrosu ile birlikte olacaktı. Kolay işti onun için ve o akşam Birtat'a konuklar için tatlı bir şeyler almaya gelmişti ve bizle rastlaşınca da iki lafın belini kırmıştı. Her ne kadar anlattığı esrar kısmı normal bir durum olsa da Türk filmlerinin etkisindeki ve şartlandırdığı biz, belki de dönemin -yerli- seks filmleri furyasının etkisiyle olmayacak bir yakıştırma yaparak, evleneceği Şanar Abi'ye de gıyabında ayıp etmiştik.

Bir ertesi sabah, kabı imzalı plak okulda ve elimdeydi. O ise hâlâ bizim Melike'mizdi!




24 Ocak 2023 Salı

Babil bir başyapıt mıdır?


Film bittiğinde ve izlemeye başladığım andan itibaren, senaryosu 10 yılı aşkın bir zaman diliminde yazılan ve yanılmıyorsam dört saati bulan süresiyle izleyiciyi koltuğuna çakan, Ennio Morricone müziği ile bulutların üzerine taşıyan ve ben için unutulmaz bir başyapıt olan 1984 yapımı Sergio Leone filmi Bir Zamanlar Amerika, ruhumun derinlerinden çıkıp yan koltuğumda yerini alıyor.

Filmi onunla izleyecek olmak muhteşem bir duygu.

Robert De Niro’nun olağanüstü oynadığı, 1930'lar sonrası ABD'de geçen ve mafyanın yükselişinin ana hikâye olduğu Bir Zamanlar Amerika, ABD’nin toplumsal dönüşümlerini de gözler önüne serer. Ve film dönemi sallayan bir baş yapıt olmasına, izleyicisinin gönlünde ödüllere boğulmasına, Cannes Film Festivali'ndeki dünya prömiyerinde yoğun ilgiyle karşılanıp, uzun süre ve ayakta alkışlanmasına rağmen, Cannes ve Oscar'dan eli boş dönmüştü! Oysa bu satırların yazarı genç ve arkadaşları ve elbetteki dünyanın dört bir yanındaki sinemaseverler tarafından ise kalpten ödüllere boğulmuş, kendisini unutulmazlar katına taşımış ve daha olgun ve artık tecrübeli bir yaşta olan Buraneros'un, biraz sonra izleyeceği Babil nedeniyle anmadan geçemeyeceği bir başyapıt olmuştu!



Doğrudan film diyenler; sizi, Korsaj Üzeri Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama! alt başlığına alabiliriz, buyrun lütfen!

*


11 seansı için 10'a varmadan çıkıyorum evden. Çok erken saatte ufak çapta atıştırsam da bir şeyler yemem gerek. Bir mekânda oturmayı düşünmüyorum ama film sonrası için bir düşüncem var. Hava kapalı gözükse de mont ihtiyacı duyurmuyor, kendisi sırt çantasının omuz askısında uyumaktan hoşnut. An itibari ile koyu fikrim Lavazza ya da David People'da film üzeri koyu bir kahve. O halde enfes ürünler yapan Salih Usta'ya bir selam çakalım.

Şefim beni görür görmez iki mi diye soruyor, gülerek bir diyorum ve kesmemin yanına bir de minik, yuvarlak pide şeklinde, kenarları kısmen yüksek, ortasındaki patates kaşar karışımıyla fırınlanmış, kenarları susamlı simit hamurundan yapılan ve oldukça kışkırtıcı üründen ekletiyorum.

Günün güneşsiz rengini seviyorum. İstasyon'a çok keyifle yürüyorum. İşe ve okula giden kalabalıkların sokaklardan çekildiği sakin saatler. İstasyonda beklemenin ve trenin keyfini de çıkarıyorum, hatta indiğim istasyondan denize ve gözleri mahmur AVM'ye yürümenin tadını da... Velhasıl işi asmış bir avareyim!

Güvenlik görevlisi genç kadının gülümseyen hoş geldinizini aynı tatla yanıtsız bırakmıyorum. Sıfır kilometre, göz alıcı, spor, pırıl pırıl, sarı bir Opel Astra AVM'nin giriş katında ve hemen bir kaç metre ötemde sergileniyor. 40+ yaşlarında bir Sarışın; beyaz ve çok şık, üst bir kaç düğmesi çözük gömleği ve dar, mini siyah eteği, siyah, yüksek ve ince topuklu ayakkabılarıyla sabaha güneş katıyor.

Üst kata çıkıyor, Mudo'da tur atıyor, bir kaç şeye bakıyor, hoş geldiniz diyen ve güzel gülümseyen kıza gülümsüyor ve hoş bulduk diyorum. Ve şimdi en üst katta ve gişenin önündeyim ama fuayede kimse yok. Salon kapıları açık ancak insanı ara ki bulasın. Biraz bekliyor sonra alan dışındaki ofislerine yürüyorum ve genç kadın benimle birlikte gişeye geliyor. Saat 12'den önce olduğu için ki bu da aslında garip bir uygulama, indirimli biletimi alıyorum. Şimdi terastayım...

"Bir çay söylesem mi?"

Diye düşünürken vazgeçiyorum. Çünkü çantamda kesmem ile Max'im ve suyum var! Susamlı ve patates-kaşarlı mini pizzamı ise AVM masalarından birinde etrafı izleyerek götürüyorum.





Korsaj Üstü Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama!


Filme bir kaç dakika daha var. Fuaye usulca ve çocuklarla kalabalıklaşmaya başlıyor ve bu beni şaşırtıyor; daha sonra, akşam, hem filmden hem de bir plandan söz edeceğim Enn Sevdiğim Kadın'ın hatırlatmasıyla kalabalığın ve çocuk anne öbeklerinin yarı yıl tatili nedeniyle olduğunu anlayacağım. Benim salonsa benim için, yani laparagas.blogspot.com'un sinema muhabiri için kapatılmış. Son temizlik işlerini yapan genç adam hoş geldiniz, diyor; çok tatlı bir gülümseme ile... İşte bu tür insanlar çalıştıkları yerlerin yüz akları, kolay gelsin diyor ve teşekkür ediyorum. İşini bitiriyor ve iyi seyirler demeyi de ihmal etmiyor. Bu ülkem adına bir umut ve zımba gibi gençler geliyor tezime bir çentik daha...


Açılış sahnesi eğlenceli ve çok hoş bir film bu sinyalini çakıyor: Çok sevimli bir hayvanın taşınması söz konusu. Filmin ana karakterlerinden biri olacağı kesin bir genç adam, Meksikalı. Çılgın çöl sıcağı. Birbirine bağlanmış, öndekinin arkadakini çektiği iki araç ve benim diyen bir yokuş; biraz da koptu kopacak heyecanı.

Sonra gümbür gümbür müzik ve neden filmin adının Babylon olduğunu anlayacağımız sahneler. Film 18 +, unutmadan hatırlatayım!

Beni hemen kaptı. Tabii ki 18 + sahneler ile değil: Çok emek verildiği, büyük bir prodüksiyon olduğu ve nefes almaya bile fırsat vermeyen ritmi, dönem yaratımı, büyük oyunculuklar, absürtlükler, öğrenmeler ve bilginin aktarımındaki akışkanlığı ile... Işıkların 11'de söndüğünün, fragmanlar ve reklamları hesaptan düşsek de salondan ayrılış saatimin 14:30'a yaklaştığını yeri gelmişken -bir uyarı mahiyetinde olmamakla birlikte- yine de şuraya not düşeyim.

Filmin tüm süre boyunca beni alıp salmadığının, bazı kitaplarda ve filmlerde koptuğum ve gözlerim filmde ya da kitap da olsa da aklımın hülyalarda olduğu anlardan bir tane bile yaşamadığımın altını da kalınca bir çizeyim. Çünkü muhteşem bir kurgu, sürekli hareket, insan kalabalıkları, müzik.. müzik.. müzik ki her biri bir diğerinden enfes. Aynı anda bir çok filmin çekildiği platolar. Sinema dünyasından insan kesitleri, emekçiler. Çağın imkansızlıkları. Şöhrete giden yollar. Aşk, seks, içki, kokain, kumar... ne gerekiyorsa bu çılgın filmde var.

Brad Pitt muhteşem ama kadın oyuncu Margo Robbie de muhteşem. Li Jun Li adıyla nam, şarkıcı Lady Fay Zhu ise görmezden gelinecek bir karakter asla değil. Filmin hemen başında tanıştığımız Meksikalı Diego Calva bir aşık. Ama bence filmin mesajı; yine bence en vurucu sahnesinde kadın gazeteci rolündeki Jean Smart'ın, filmdeki adıyla Elinor'un, Brad Pitt'in canlandırdığı Jack Conrad'a ettiği sözler! Muhteşem!

Tüm olumladığım hallere rağmen, ne gerek vardı dediğim, ve film hakkında övgüler yazan zihnimi bir anda ters yüz eden halleri de var filmin ki izlemeye tahammül edilebilir mi emin değilim. İşte tam o anlarda tüm olumlu düşüncelerim tüyme hazırlıkları yaparken ve ben olumsuz fikirler üretimimi durduramayıp, o olumsuzluklar bağlamında filmi küçülterek yazmayı düşünürken, ardından gelen bölümler her seferinde satın alıyor beni; ve kötü yazmaktan vazgeçiyorum. Çok uzatmaya niyetli değilim aslında, sonuçta neredeyse dünya turu attıran, film içinde film yaratan, insan kalabalığı olan, aksiyon yatağı, alkole ve uyuşturucuya bulanmış bu filmi tüm detaylarıyla yazmaya kalkarsam başaramayacağım ve ipin ucunu kaçıracağım ve yazıyı okunmaz kılacağım. Kesin!.

Antrakta o kadar keyifliyim ki, aslında Mor Ve Ötesi'nin filmi Tamiri Mümkün'nde aklımdan geçirdiğim ama ne yazık ki konser başlamış olduğundan ve onca katı inip çıkmayı sahneler kaçıracağım sebebiyle göze almayıp vazgeçtiğim eylemi, benden sonra filmi bu AVM'de izleyen Enn Sevdiğim Kadın ve en can arkadaşının yaptıklarını öğrenince yapmamış oluşuma üzülmemiştim, aksine onunla aynı haşarılıkları düşünme ve yapma tavrımıza sevinmiştim.

Bu filmde içki su gibi.

İnsanın içi çekmiyor mu, haşarılık damarlarından akmıyor mu? Akıyor...

Bu filmin hakkı diyor mesela iç sesim: Viski!

Zamlardan hareketle eşşek yükü para ödenmeyeceğine göre, son Gürcistan dönüşünde stok artıran kardeşten, mataralara transfer fikrim şahane...

Sırf bu nedenle henüz filmi izlememiş ama kastımın kim olduğunu hemen anlayacak birine, filmi izlemiş olmama rağmen, "Var mısın?" demeden duramıyorum...

Derken sürpriz bir finale varıyoruz. Aradan yıllar yıllar geçmiş ve biz izleyiciler geçen yılların farkında olmadan hooop diye stüdyoların, film platolarının olduğu yere gelmişiz. Yenilenmiş ve bilmediğimiz yapılarla donanmış ve neredeyse hatırlanmayacak kadar uzun yıllar öncemizde kalmış alana yıllar sonra girmiş, müzeleri dolaşmış, sinema salonunda sessiz sinema yıllarından filmler izlerken koltuğumuzda... Tanıdığımız birinin ki yan koltuğumuzda oturuyormuş mesela, gözünden akan yaşları mânâlandırabilmişiz!

Sonuç: Babil insanı dünyadan kopartıp olumsuz hiç bir düşünceyi süresi boyunca zihninde döndürtmeyen, buna fırsat vermeyen bir ritme sahip ve şu sıkıntılı dünyadan kısa bir kaçışa imkan sunan çok görkemli bir sinema eğlencesi yaratsa da... Çok ödül alma ihtimali var olsa da... Ben için bir eğlencelik ve öykünülmüş olsa da, ona bir selam çakılsa da asla Bir Zamanlar Amerika düzeyinde değil! Ama çağın gereklerini yerine getiren, zamanın ruhuna ve alıcısına uygun sıkı bir film olduğu da gerçek...

Hislerim yazımdaki üslubu kolay anlaşılmaz, hop hop zıplar, ordan biraz buradan daha az, oradan biraz çok yaparak istemim dışında şekillendirdiğine ve ben de onun bu tavrına itiraz etmediğime göre... Memnunum demek ki geçirdiğim zamandan! Ve jenerik akarken çalan final müziğinde keyiften çakıldığım koltuğumla vedalaşamıyorum; son isim geçip müzik susana kadar...




22 Ocak 2023 Pazar

Kadın Eliyle Mıh Çakan Bir Filmdir Korsaj



Çünkü bu tatta bir filmi ancak özgürleşmiş ve hayata böyle meydan okuyan bir KADIN yapabilirdi.

Huzurlarınızda...

Ve Alkışlarınızla...

Marie Kreutzer!




Doğrudan film yorumu diyenler, sizi Şimdi Salona Geçebilirim alt başlığına alalım lütfen!

*
13:50 seansı için çıkıyorum evden. Güneş pırıl pırıl ve kış ortasında yaz. İnce bir triko, elbette kot pantolon, evet bu ayakkabılar diyen fikre saygı ve mont sırt çantasının omuz askısından geçirilmiş durumda. Çifte kavrulmuşsa iptal. Çünkü diğer filmin süresi yatıya kalmalık ve üstelik bulunduğum noktaya uzak, bizim mahalleye yakın AVM'de.

İçimdeki his de konuya müdahil. Uyarıyor: "Korsaj'ın tadını dolu dolu yaşayıp sindirmeden, bir duygusal temadan maceraya geçiş yapma. Elinde çok geniş bir duygu skalası olacak. Üstelik rengarenk! O tadın üzerine başka bir film koyma ama planında olan ve geçen hafta film çıkışı kapanışa denk geldiği için yapılamayanı kesinlikle yap; filmin tadına çok yakışacak çünkü!"

Tüm uyarılar cebimde İstasyona doğru yürüyorum. Önce yemek işini halletme kararı çıkıyor bünyeden ve Adem Usta'ya dalıyorum. Şimdi trendeyim. Ve şimdi Migros'ta klasik sinema alışverişinde... En üst kat, gişe, yine zamlanmış bilet! Ama korkulacak gibi değil... Başka Sinema başka, o bir sanatsever ve izleyici dostu...

46 TL olan biletler 50 TL olmuş.



Gün pırıl pırıl. Yine kendime bir ayar, küçük makine ile gelme tembelliğim yüzünden. Max'imi açıyorum. Limonlu ve Hindistan cevizli keklerimi tek tek çıkarıyorum. Arada bir kalkıyor, kalite kaybı olmasını umursamadan makinenin elverdiği ölçüde zum kullanarak fotoğraflar çekiyorum. Kış ortasında piknik yapan anne ve çocuklara bayılıyorum. Seçtikleri nokta muhteşem ki fazla insan kategorisinden olduğunu hissettiriyor anne bana... Mert Irmağı'nın tam denizle buluştuğu, nedense bana İrlanda tadı veren noktadalar...


Şimdi Salona Geçebilirim



Hayatımın ayrılmaz bir parçası olan D-3'ü bir çoğunuz tanıyorsunuz. Ancak çok mütevazıdır kendisi ve bugüne kadar görünmek istemedi. Başka sinemalar ve başka salonlarındaki koltuklar bu derece entelektüel bir birikime sahip olmadıkları için ve ayrıca daha popüler filmlerle haşır neşir olduklarından fotoğraf çektirmeye ve paylaşılmasına bayılırlar. Ama D.3 başkadır. Önündeki koridor nedeniyle konforludur, perdeyi tam ortalar ve salon ne kadar dolarsa dolsun, onunla olmak diğer izleyicileri arkada bıraktığı için salonu kapatmışım hissi yaşatır bana. Üstelik sol yanımızdaki engelli dostlarımız için ayrılmış iki koltuk hiçbir zaman dolmaz, tıpkı perde bitimindeki boşluktan sonra başlayan dört sıra gibi. Bu nedenle arkadaş olabileceğimiz, filmleri konuşabileceğimiz komşularımız olmamıştır bugüne kadar! Düşündüm de tekerlekli sandalyelerin çıkabileceği rampa mı yoktu acaba?

Bu konuyla ilgileneceğim!

Enfes bir açılış sahnesi ile başlıyor film. Can alıcı müzikler... Muhteşem doğa ve çok ama çok başarılı dönem tasviri. Mekân seçimleri olağanüstü.




Ama bir kadın var ki o da olağanüstü: Yıl 1877, yer Viyana ve huzurlarınızda;

Bavyera Düşesi, Avusturya İmparatoriçesi ve Macaristan Kraliçesi Elisabeth Amalie Eugenie!

Nam-ı gerçek:

Vicky Krieps!





40 yaşında kadının yaşlı ve işi bitmiş sayıldığı bir dönem. Oysa 40 yaş ve artı bir kadının en güzel çağı. Sadece bir yemek masasında saatler boyu, ama saatler boyu oturup şarabınızı yudumladığınız anda bile ne sohbete doyabilirsiniz ne de onun gözlerinde kaybolmaya. Sonrasına değinmek bile istemem! Çünkü rüya gibi o zaman dilimlerini anlatmaya benim kelimelerim yetmez. Ama, ne edersiniz ki filmin çağının gerçekleri başka. Bu durumu bir yanıyla kabullenmek zorunda kalsa da yine de isyanı terk etmeyen, hayatın komutasını tüm çevresel dayatmalara rağmen elinde tutmaya çabalayan ancak zorluklarını ve dönemsel gerçekliklerini de yaşamak zorunda olan bir kadın. Ve o kadını olağanüstü bir resital güzelliğinde canlandıran ve bence filmi tek başına götüren ve o kadını bir film karakterinden daha öte ve kalıcı bir noktaya taşıyan ve gerçek kılan, Vicky Krieps.

Film başlangıçta bünyemde biraz sıkıntı yaratsa da ki okurlar bilecektir, bünyemin bir yerinde henüz tespit edemediğim ve dolayısı ile onaramadığım bir arıza var ki o da şudur: İyi filmleri tıpkı iyi anlar gibi yaşarım ben, bünyeye o keyif öyle bir kazınır ki, yeni gelen keyfin yer edinebilmesi için biraz zamana ihtiyaç vardır. Ve o sıra içimdeki bir ukala çıkmayı bile düşünür salondan ancak baskın yanım sorunu çözer. Evet o ukala yine burun büktü başlangıçta ama sonra... evet sonra... itiraf edemese de ben gibi sessizliğinden ve gözlerini perdeye teslim etmesinden anladım ki benden bile çok filmin içinde, yaşıyor ve başta Camille'nin alttaki şarkısı olmak üzere, kraliçenin parmaklarından çıkan Für Elise yorumuna, kraliçenin hayata duruşuna, asla yadırgatmayan pervasızlığına ve elbette Vicky'nin oyunculuğuna bayıldı.


Ve tavsiye eder ki yardımcı kadın karakterlere, Marie'nin döneme dair detaycılığına, oyuncu yönetimine ve elbette görsel bir şölen olduğu kesin mekân ve kostüm seçimlerine... ve tüm bunların bir bütünü kusursuzca tamamlayan unsurlar olduğuna ve final sahnesinin ekstra ekstra akışına dikkat!

Erkeklerse bildiğiniz gibi...

Hep odun!




19 Ocak 2023 Perşembe

DİYALOG

Tam bir Momentos'dan al haberi durumu benim için ve şahane bir andayım. Parça müthiş. Yaşım geri sardı, ilk Queen plağımdan bugüne doğru geliyorum şarkıyı dinlerken, şarkı bittiğinde hangi yaşa varacağımı merak ettim, işime gelmeyen bir yaş dönemi olursa hile yapıp bir daha dinlerim, sonra bir daha... bir daha... bir daha... Şu an net 15-16'yım ve plakçıdan Bohemian Rapsody'yi alıyorum. Arka yüzü ise Sweet Lady.* Sanırım bugün sayende Queen ile takılacağım. Teşekkürler Sevgili Dostum.



Ne harika bir hediye oldu değil mi Queen severlere, çok etkilendim, heyecanlandım. Bir şarkı prova kaydına ya da dostlarının arasındayken söylediği nağmelere razıydım... ondan yeni bir ses duymak için. Sesi, bildiğim tüm hisleri ezerek öne çıkıyor ama onun ne olduğunu bulamıyorum, bu yüzden hep taze, hep merak edilesi oluyor.



Bohemian Rhapsody'yi ilk dinlediğimde olduğum yere çakılı kalmış, 'ne dinliyorum ben' diye düşünmüş, büyülenmiştim. Bence onun üstüne çıkan beste pek az bu türde. Bugün istediğimiz yaşta olalım gün boyu Sevgili Buraneros. Eşlik ettiğin için teşekkürler.

Zaten hep 17 değil miyiz Sevgili Momentos.




Haklısın Sevgili Dostum ama nazar değmesin diye pek telâffuz etmiyorum.




Bu yazı Sevgili Momentos'un  Pazar Günü Müziği'ndeki Queen paylaşımından kaynaklı olarak, onun bloğundaki yorumlaşmamızdan oluşturulmuştur. Ve orada arka yüz şarkısı olarak -ezberden- söz ettiğim These are the days of our live yanlıştır, doğrusu fotoğraflarda da görüleceği üzere bu metindeki Sweet Lady'dir ve plak 1976'dan beri benimledir..


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP