1 Eylül 2024 Pazar

Zeki Çevik Aynı Zamanda Ahlâklı

Acar muhabirimiz Buraneros oturduğu yerden bildiriyor...



31.Ağustos.2024-Samsun/Paris


Güne dünyadan habersiz uyanıyorum. Enn Sevdiğim Kadın bir nikâh töreni için arkadaşları ile birlikte Ankara'da.

Benim görevlerim var. Öğleni geçtim ve son kontroller; anahtar cüzdanımda ve trendeyim.

Saat dörtte Benny, yani Benedik için eve gidilecek, yemeğine takviye yapılacak, içme suları tazelenecek...

O ara da kendisi ile iki lafın belini kırıp kadınlar hakkında, erkek erkeğe konuşacağız. Fakat bir sorun var ki kendisi çok zeki ve canı istemezse sadece izler, ve şu hissi verir insana: Sen bu saatte nerden çıktın şimdi? Bunun manası ben evde kafama göre takılıyordum, senle laf kalabalığına gelemem.

An itibariyle yemek masasının sandalyesinin altında. Tüm iyi niyetli çabalarıma cevapsız. Sadece bakışıyoruz. Oysa dün ben koltuğa geçmiş, o da yemek masasının altından çıkıp, kanapenin arkasından geçerek sofrasına ulaşmıştı ve yemeğini gayet güzel yemişti.

Bugün nedense havalı. Oysa bu akşam onunla kalacaktım. Gerçi benim taş kafa durumu anlamadı ve jeton bende geç düştü! Muhtemelen Benny kız arkadaşını davet etmişti, yüksek tabureye çıkıp sık sık dışarı bakıyordu. Bir ara perdenin arkasında pencerenin önünde görünce ve kendisi azıcık araladığım pencereden dışarıya uzaktan gelecek birini bekler gözlerle bakarken; hiç düşünememiştim, kız arkadaşını eve "atacağını".

Sonra pencereyi kapatıp kendi haline bıraktım onu, bir süre köşe kapmaca oynamanın ardından vedalaştım ve çıktım evden.


Bizim istasyonda indim ve o ara aniden fikrim seslendi: "Hadi, uzun zamandır gitmedik, Hasan Abi'ye mantı yemeye gidelim." Üzerine atladım desem yeridir. Sanki canıma can eklendi. Ufak adımlarla yürüdüm, kapıdan süzüldüm ve bulvara bakan masalardan birine oturdum ve masama yaklaşan tatlı kıza bir mantı lütfen dedim. Yoğurda sarımsak ister misiniz, diye sordu kibarca. Elbette dedim, sarımsaksız mantı bizden değildir diye ekledim ve gelen soslu ve yakılmış yağ gezdirilmiş mantımın üzerini nane ve pul biber ile süsledim.


Eve vardığımda günün ruhları dürtükleyen saatleri başlamıştı. Kolamı açıp bardağıma doldurdum ve televizyonun kumandasına bastım. Futbol maçlarını izliyordum. Sonra fikrimi ele geçirdi bünye ve komuta bir anda ona geçti. Hiç aklımda olmadığı gibi bilgim de yoktu. Ve kendimi Paris'te Dünya Paralimpik Oyunları'nda buldum. Kadınlar Okçuluk Müsabakaları başlamıştı ve ülkemiz adına yarışan genç kadın Öznur Cüre Girdi idi. Özgüveni yüksek, olağanüstü güleryüzlü ve sempatik bir genç kadın.

Ve muhteşem bir genç adam, şahane bir coach!

İkili arasındaki iletişim muhteşem. Yarı final atışları, rakip İngiliz Jodie Grinham. Muhteşem bir kadın, hamile ve yarışma sırasında doğarsa bebek şaşırmam, o derece yani.

O sırada öyle bir an var ki anlatılabilir gibi değil ve ben kafamı hâlâ taşlara vuruyorum, böyle bir an olacağını hesap edip de o anın fotoğrafını çekemediğim için. Keşke biraz profesyonel bakabilseydim ve o anın gerçekleşebileceğini hesap etseydim diye akşamdan beri kendimi yiyorum. Finale gidecek olanı belirleyecek oklar atılıyor, çekişmeli ve Bizim Kız ülkemizin ilk madalyasından 16 yıl sonra, kendisinin ilk dünya şampiyonasında finalde. Jodie, çok tatlı kadın, olgun ve bebeği karnında bir yarışmacı. Tebrik için Öznur'a yanaşıyor. Öznur'un başı onun karnıyla hiza durumda. Kafasını uzatıyor, muhteşem bir an, dudakları karındaki bebeyi öpüyor. Sonra Jodie ile sarmaş dolaş. İranlı Fatemeh Hemmati finalde Öznur'a çekişmeli bir süreç sonunda üç puanla kaybederken, Öznur aynı zamanda hem dünya hem paralimpik rekorunu yeniliyor. Oysa üçünün fotoğrafına baktığımda kaybeden yok, gördüklerim Kadın!

Ve İstiklal Marşımız, tiribünlerde bayrakları ile yurttaşlarımız, Paris'de enfes bir zaman, uzakta Eyfel Kulesi. İnsanın içine huzur akıtan, yüzünde sevinçli gülüşlerle gözlerinde nem oluşturan, tümüyle insan ve sıcacık bir akşam.

27 Ağustos 2024 Salı

1977'den Ve 16+1 Yaşında Bir Liseliden Kırkbeşlik


*Viens dans ma vie, Franck Gérald, John O'Brien-Docker ve Kai Warner tarafından yazılıp bestelenmiştir. İranlı Kürt şarkıcı Marjan'ın seslendirdiği halk şarkısı "Kavir-e Del'in" aranjmanıdır. Pekkan'dan hemen sonra 1976'da Kai Warner's Orient Express adlı müzik grubu tarafından "Fly Butterfly" adıyla seslendirilmiştir.

Şarkı ilk kez 1976 yılının sonunda Philips Record tarafından Fransa'da yayımlandı, ardından Türkiye'de ses getirince birkaç ay içinde 1977'de Türkiye'de piyasaya sürüldü ve 50 bin satışı geçerek, Türkiye'de yabancı dilde en çok satan plak hâline geldi

Hey dergisi Mayıs 1978'de dağıttığı Yılın Müzik Oskarları töreninde Yılın Yabancı Şarkısı dalında "Viens dans ma vie'ye" ödül verdi. Ayrıca Philips Records da satış başarısı münasebetiyle şarkıcıya Altın Plak ödülü takdim etti.









*Metin Vikipedia'dan alıntıdır.

*Paylaşım, Sevgili Dostum Momentos'un blogundaki haftalık müzik tanıtımı postlarından esinlenerek oluşturulmuştur.

*Ayrıca Sevgili Elisabeth Vogler blog yazısının sonunda Animals'ın yine o yıllara ait bir şarkısını paylaşarak benim de fikrimi tetikleyen, ancak, ne yazık ki o plağın gittiği yerden gelmemiş olması nedeniyle fotoğrafını çekip paylaşamadığım 45'liği içinse üzgünüm:(

25 Ağustos 2024 Pazar

Bak Nasıl Da Eğleniyorlar

Enfes bir sabah, deniz pencereden salona doluyor. Çiçekler, ağaçlar ve yağmur; yaşama katılmam için fena halde tahrik ediyorlar.

Elimde bir kitap, filtre kahvem hazırlanırken bahçeye ve denize paralel kanepeye uzanıyorum. Doğa nefes veriyor, dalgalar kulağıma çeşit çeşit notalar üflüyor.

Suphi Varım, polisiyelerin enn nahif yazarı.

Sanki bir amatör.

Pek çok okura dudak büktürebilir, lakin ben çocuk hevesli üslubunu seviyorum.

Yağmur şiddetleniyor. Şekersiz kahve kokusu denizin dalgaları ile birlikte hızla eve ve hayata dolmaya devam ediyor. Denize ve yeşilliklere bakan Fransızın iki kanadı da açık. Kahvem ses veriyor ve her zamanki yerini alıyor ve kitabın dünyasına iyice dalıyorum.

Yudumlarım usulca, yağmur kıvamında ve tüm çiçekler, ağaçlar ve yapraklar zevkten dört köşe. Uzun soluklu kahve içimi devam ediyor. Okuma eylemi ki çoktan kitapla birlikte Fransızın önüne konuşlanmış durumdayız. Uzun yeşillikler ve uçsuz bucaksız denizle aramızda artık kimse yok. Enn Sevdiğim Kadın'ı merak ediyorum. Enn can arkadaşı ile birlikte bir üzümün ve şarabın peşine, Merzifon'a gidecekler... di!

Hımmmm... Merzifon Karası!

Yağmur ona engel olmaz biliyorum, üstelik bayılır ve ne güzel ki kafasına koyduğunun peşini asla bırakmaz.

Enfes bir cumartesi.

Enfes bir sabah.

Aramıyorum, bir ihtimal gitmemişler de olabilir diye düşünüyorum, ona dair enstantanelere gülümsüyorum.

Kahvem sabrıma hayran, ben de usul yudumlarımla birlikte ona. Kitap sevimliliğini koruyor. Ve artık ıslaklığın üzerine güneş usul usul sıcaklığını serpiştiriyor. Muhteşem bir coşku ve cümbüş var doğada.


Enn Sevdiğim Kadın'ın ve enn can arkadaşının gitmemiş olabileceklerini düşünüyorum. Aramıyor makul bir saati bekliyorum. Kitapla ilişkimiz güzelliğini koruyor. Pencere önü kahvem hâlâ sıcak olmasa da farklı bir aromaya erişmiş durumda. Onunla birlikte kanepeye dönüyorum. Televizyon açılabilir. Gönlüm film izleyelim diyor. Hava hâlâ serin ve güneş ıslak. Yaşam hoş, deniz sakin.


Kitaba bir süre daha devam ediyorum. Sonra birden kendime sinemadaymışım rolü biçiyorum ve portalda film aramaya başlıyorum. İşte bu, dedim. Tek referansım afiş. Sonra tıklayıp açıyorum afişi. İçimden sevinçli bir ooooooo yükseliyor. İçgüdülerime şükürlerimi sunuyorum, çünkü beni yanıltmayacaklarını biliyorum.


jenerikle birlikte film kapıyor beni.

Kahveyi tazelesem mi diye düşünüyorum.

Son bir kaç soğuk yudum var.


Film gittikçe sarıyor. Adrien Brody'i var, ilginç bir karakter, absürt ki filmin geneline bir tatlandırıcı. Saorise Ronan'a bayılmış durumdayım, kadın titizliğinde notlar alan disiplinli ve de sevimli bir polis memuru, henüz taze. Sam Rockwell bir komiser, komik ve şaşkoloz. Mark Chappell tarafından yazılmış enfes bir senaryodan yönetmen Tom George önderliğinde hayat kazandırılmış, Amerikan-İngiliz ortak yapımı enfes bir "kara" komedi. Tam bir sinemasever filmi, Agatha Christie'ye bir saygı selâmı.

Üstelik ritmini bir saniye bile düşürmeyen bir görsel şölen.

Lakin altını çizmek istediğim bir durum da söz konusu: Ben bayıldım eyvallah, fakat çoğunluk tarafından sevilmeme olasılığı da var! Ki bana uyarak filmi izlemek isteyip, izleyip, o esnada bu da ne şimdi denilme olasılığı da var. O nedenle şiddetle önermiyorum! Şahsıma sayılsın istemem de açıkcası.

Fakat emin olduğum bir şey var; sinemasever bir karaktere yönelik. Film boyunca bunu O kesin sever deyip durdum.

Sevgili Okul Arkadaşım, sonunda yanılır mıyım bilmiyorum.

Yanılsam da ne gam!

Sanki siz bu filmi -eğer izlemediyseniz- seversiniz diye düşünüyorum.

Ve günün beslenme finalini ise olmazsa olmaz mekânlarımdan Afiyet'de yapıyorum ki ona varmadan öncesinde enfes bir kaşarlı açık pideyi götürüyorum, Barış Pide'de; elbette en tatlı garsonumla sohbeti eksik bırakmadan...

20 Ağustos 2024 Salı

2010'da Vallahi Yazmışım

Günışığında Fenerimin Vurduğu Yerlere Bakasım Geldi




Yüzüne bakıldığında; ideolojik öfkelerini, peşin hükümlü görüşlerini, düz ve saplantılı amaçlarını görmenin mümkün olduğu... Sabit ve ideolojik önyargılarının dışına çıkamayan dar bir dünya görüşüne sahip, adalet sisteminin tüm kurumlarıyla ideolojik hesaplaşma niyeti aşikar, kavgacı, faşizan duruşlu, yüzü gülmez, militan tavırlı birini adalet bakanı yaparsanız, ortaya çıkan tablo hiç de sürpriz olmaz.

Bir de:

Sürekli hukukun üstünlüğünden söz edip, batı standartlarını tüm kurum ve kurallarıyla ülkemize getireceğiz denilirken...

Gözlemciler tarafından, HSYK'daki müsteşarın varlığı bile yargının siyasallaşması olarak değerlendirilip kuruldan alınması konusunda ülkemiz aleyhine rapor yazılırken...

Karara umursuz bir tavırla bakarak ve müsteşarın varlığıyla yetinmeyip, yargı mensupları tarafından seçilen üyeleri de meclise seçtirme uğraşı içinde olunurken...

Lehinize olanlarla, hasım gördükleriniz aleyhine çıkan kararlarda, ve başta ergenekon olmak üzere işinize gelen her durumda hukukun üstünlüğüne vurgu yapıp, davanın işleyişini ve insan hakları ihlallerini eleştirenleri, yargının bağımsızlığı vurgusunu yaparak hukuka saygıya davet ederken...

Sıklıkla ve altını çizerek, 'Türkiye bir hukuk devletidir' cümlesini, kendi tavırlarınızı eleştirenlere ve hak aramak için eylem yapanlara karşı sloganlaştırıp göze sokarken...

Şu anki tabloya, 'bu bir yargı darbesidir deyip' yargının siyasallaştığı vurgusu yapılmasının; karşıdan bakıldığındaki görünüşü ne olabilir ki?


Ne yazık ki bu ülkede; mevcut anti demokratik durumlardan (seçim barajı dahil) yararlanıp iktidara gelenler kendi durumlarını daha da pekiştirmek için, daha önce eleştirdikleri her yetkiyi daha da artırarak kullanıyor.

Ne yazık ki yine bu ülkede, barajın üstünde kalıp meclise girmiş her siyasi parti, muhalefette bile olsa, barajı aşamayanlar sayesinde milletvekili sayısını artırdığından dolayı barajın rakip ekarte ettiren durumundan memnunluk duyuyor.

Ve ne yazıktır ki; her siyasal parti bir gün o barajın imkanlarını kullanarak tek başına iktidar olmanın hayaliyle yaşıyor. Tıpkı YÖK sisteminin cumhurbaşkanına verdiği yetkiler kendi düşünceleri doğrultusunda kullanıldığında sessiz kalanların, o yetki bir başkasına geçtiğinde bağırıyor olmaları gibi...

Tüm bu siyasal işleyişe baktığımda, ülkenin durumunu bir gerçelik olarak kabul ediyor, bir eleştiriyi yaparken de tek başına iktidarı suçlamak açıkcası vicdanıma ters geliyor.

Türkiye'ye şöyle bir baktığımda; ruhunda ve iç işleyişinde demokrasi anlayışı ve örneği olmayan, demokrasiyi, demokratlığı içselleştirememiş, oturdukları koltuklardan bir türlü kalkamayan parti liderleri ve sivil toplum yöneticelerine sahip bir ülke görüyorum.

Futbol kulüpleri dahil, sivil resmi tüm kurumların başındaki insanların kendilerini peygamber yetkileriyle donattığı, ağızlarından çıkanların kullar tarafından itiraz edilip tartışılamadığı bir statüler ülkesi burası.

Evlerimizin içinde çocuklarımıza; otoritelerimize karşı söz söyleme hakkı tanıdığımız, kendi yanlışlarımızı kabul ederek onların fikirlerini de değerli saydığımız, onları kendi iradeleri olan bireyler olarak görüp en azından görüşlerine değer vererek tartıştığımız günler geldiğinde; gündemimizi fazlasıyla meşgul eden bu çağdışı kavgaların hiçbiri de olmayacak sanırım.

Benim umudum var.

Görsel La Loba'nın 'step by step' adlı fotoğrafıdır.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP