24 Ocak 2023 Salı

Babil bir başyapıt mıdır?


Film bittiğinde ve izlemeye başladığım andan itibaren, senaryosu 10 yılı aşkın bir zaman diliminde yazılan ve yanılmıyorsam dört saati bulan süresiyle izleyiciyi koltuğuna çakan, Ennio Morricone müziği ile bulutların üzerine taşıyan ve ben için unutulmaz bir başyapıt olan 1984 yapımı Sergio Leone filmi Bir Zamanlar Amerika, ruhumun derinlerinden çıkıp yan koltuğumda yerini alıyor.

Filmi onunla izleyecek olmak muhteşem bir duygu.

Robert De Niro’nun olağanüstü oynadığı, 1930'lar sonrası ABD'de geçen ve mafyanın yükselişinin ana hikâye olduğu Bir Zamanlar Amerika, ABD’nin toplumsal dönüşümlerini de gözler önüne serer. Ve film dönemi sallayan bir baş yapıt olmasına, izleyicisinin gönlünde ödüllere boğulmasına, Cannes Film Festivali'ndeki dünya prömiyerinde yoğun ilgiyle karşılanıp, uzun süre ve ayakta alkışlanmasına rağmen, Cannes ve Oscar'dan eli boş dönmüştü! Oysa bu satırların yazarı genç ve arkadaşları ve elbetteki dünyanın dört bir yanındaki sinemaseverler tarafından ise kalpten ödüllere boğulmuş, kendisini unutulmazlar katına taşımış ve daha olgun ve artık tecrübeli bir yaşta olan Buraneros'un, biraz sonra izleyeceği Babil nedeniyle anmadan geçemeyeceği bir başyapıt olmuştu!



Doğrudan film diyenler; sizi, Korsaj Üzeri Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama! alt başlığına alabiliriz, buyrun lütfen!

*


11 seansı için 10'a varmadan çıkıyorum evden. Çok erken saatte ufak çapta atıştırsam da bir şeyler yemem gerek. Bir mekânda oturmayı düşünmüyorum ama film sonrası için bir düşüncem var. Hava kapalı gözükse de mont ihtiyacı duyurmuyor, kendisi sırt çantasının omuz askısında uyumaktan hoşnut. An itibari ile koyu fikrim Lavazza ya da David People'da film üzeri koyu bir kahve. O halde enfes ürünler yapan Salih Usta'ya bir selam çakalım.

Şefim beni görür görmez iki mi diye soruyor, gülerek bir diyorum ve kesmemin yanına bir de minik, yuvarlak pide şeklinde, kenarları kısmen yüksek, ortasındaki patates kaşar karışımıyla fırınlanmış, kenarları susamlı simit hamurundan yapılan ve oldukça kışkırtıcı üründen ekletiyorum.

Günün güneşsiz rengini seviyorum. İstasyon'a çok keyifle yürüyorum. İşe ve okula giden kalabalıkların sokaklardan çekildiği sakin saatler. İstasyonda beklemenin ve trenin keyfini de çıkarıyorum, hatta indiğim istasyondan denize ve gözleri mahmur AVM'ye yürümenin tadını da... Velhasıl işi asmış bir avareyim!

Güvenlik görevlisi genç kadının gülümseyen hoş geldinizini aynı tatla yanıtsız bırakmıyorum. Sıfır kilometre, göz alıcı, spor, pırıl pırıl, sarı bir Opel Astra AVM'nin giriş katında ve hemen bir kaç metre ötemde sergileniyor. 40+ yaşlarında bir Sarışın; beyaz ve çok şık, üst bir kaç düğmesi çözük gömleği ve dar, mini siyah eteği, siyah, yüksek ve ince topuklu ayakkabılarıyla sabaha güneş katıyor.

Üst kata çıkıyor, Mudo'da tur atıyor, bir kaç şeye bakıyor, hoş geldiniz diyen ve güzel gülümseyen kıza gülümsüyor ve hoş bulduk diyorum. Ve şimdi en üst katta ve gişenin önündeyim ama fuayede kimse yok. Salon kapıları açık ancak insanı ara ki bulasın. Biraz bekliyor sonra alan dışındaki ofislerine yürüyorum ve genç kadın benimle birlikte gişeye geliyor. Saat 12'den önce olduğu için ki bu da aslında garip bir uygulama, indirimli biletimi alıyorum. Şimdi terastayım...

"Bir çay söylesem mi?"

Diye düşünürken vazgeçiyorum. Çünkü çantamda kesmem ile Max'im ve suyum var! Susamlı ve patates-kaşarlı mini pizzamı ise AVM masalarından birinde etrafı izleyerek götürüyorum.





Korsaj Üstü Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama!


Filme bir kaç dakika daha var. Fuaye usulca ve çocuklarla kalabalıklaşmaya başlıyor ve bu beni şaşırtıyor; daha sonra, akşam, hem filmden hem de bir plandan söz edeceğim Enn Sevdiğim Kadın'ın hatırlatmasıyla kalabalığın ve çocuk anne öbeklerinin yarı yıl tatili nedeniyle olduğunu anlayacağım. Benim salonsa benim için, yani laparagas.blogspot.com'un sinema muhabiri için kapatılmış. Son temizlik işlerini yapan genç adam hoş geldiniz, diyor; çok tatlı bir gülümseme ile... İşte bu tür insanlar çalıştıkları yerlerin yüz akları, kolay gelsin diyor ve teşekkür ediyorum. İşini bitiriyor ve iyi seyirler demeyi de ihmal etmiyor. Bu ülkem adına bir umut ve zımba gibi gençler geliyor tezime bir çentik daha...


Açılış sahnesi eğlenceli ve çok hoş bir film bu sinyalini çakıyor: Çok sevimli bir hayvanın taşınması söz konusu. Filmin ana karakterlerinden biri olacağı kesin bir genç adam, Meksikalı. Çılgın çöl sıcağı. Birbirine bağlanmış, öndekinin arkadakini çektiği iki araç ve benim diyen bir yokuş; biraz da koptu kopacak heyecanı.

Sonra gümbür gümbür müzik ve neden filmin adının Babylon olduğunu anlayacağımız sahneler. Film 18 +, unutmadan hatırlatayım!

Beni hemen kaptı. Tabii ki 18 + sahneler ile değil: Çok emek verildiği, büyük bir prodüksiyon olduğu ve nefes almaya bile fırsat vermeyen ritmi, dönem yaratımı, büyük oyunculuklar, absürtlükler, öğrenmeler ve bilginin aktarımındaki akışkanlığı ile... Işıkların 11'de söndüğünün, fragmanlar ve reklamları hesaptan düşsek de salondan ayrılış saatimin 14:30'a yaklaştığını yeri gelmişken -bir uyarı mahiyetinde olmamakla birlikte- yine de şuraya not düşeyim.

Filmin tüm süre boyunca beni alıp salmadığının, bazı kitaplarda ve filmlerde koptuğum ve gözlerim filmde ya da kitap da olsa da aklımın hülyalarda olduğu anlardan bir tane bile yaşamadığımın altını da kalınca bir çizeyim. Çünkü muhteşem bir kurgu, sürekli hareket, insan kalabalıkları, müzik.. müzik.. müzik ki her biri bir diğerinden enfes. Aynı anda bir çok filmin çekildiği platolar. Sinema dünyasından insan kesitleri, emekçiler. Çağın imkansızlıkları. Şöhrete giden yollar. Aşk, seks, içki, kokain, kumar... ne gerekiyorsa bu çılgın filmde var.

Brad Pitt muhteşem ama kadın oyuncu Margo Robbie de muhteşem. Li Jun Li adıyla nam, şarkıcı Lady Fay Zhu ise görmezden gelinecek bir karakter asla değil. Filmin hemen başında tanıştığımız Meksikalı Diego Calva bir aşık. Ama bence filmin mesajı; yine bence en vurucu sahnesinde kadın gazeteci rolündeki Jean Smart'ın, filmdeki adıyla Elinor'un, Brad Pitt'in canlandırdığı Jack Conrad'a ettiği sözler! Muhteşem!

Tüm olumladığım hallere rağmen, ne gerek vardı dediğim, ve film hakkında övgüler yazan zihnimi bir anda ters yüz eden halleri de var filmin ki izlemeye tahammül edilebilir mi emin değilim. İşte tam o anlarda tüm olumlu düşüncelerim tüyme hazırlıkları yaparken ve ben olumsuz fikirler üretimimi durduramayıp, o olumsuzluklar bağlamında filmi küçülterek yazmayı düşünürken, ardından gelen bölümler her seferinde satın alıyor beni; ve kötü yazmaktan vazgeçiyorum. Çok uzatmaya niyetli değilim aslında, sonuçta neredeyse dünya turu attıran, film içinde film yaratan, insan kalabalığı olan, aksiyon yatağı, alkole ve uyuşturucuya bulanmış bu filmi tüm detaylarıyla yazmaya kalkarsam başaramayacağım ve ipin ucunu kaçıracağım ve yazıyı okunmaz kılacağım. Kesin!.

Antrakta o kadar keyifliyim ki, aslında Mor Ve Ötesi'nin filmi Tamiri Mümkün'nde aklımdan geçirdiğim ama ne yazık ki konser başlamış olduğundan ve onca katı inip çıkmayı sahneler kaçıracağım sebebiyle göze almayıp vazgeçtiğim eylemi, benden sonra filmi bu AVM'de izleyen Enn Sevdiğim Kadın ve en can arkadaşının yaptıklarını öğrenince yapmamış oluşuma üzülmemiştim, aksine onunla aynı haşarılıkları düşünme ve yapma tavrımıza sevinmiştim.

Bu filmde içki su gibi.

İnsanın içi çekmiyor mu, haşarılık damarlarından akmıyor mu? Akıyor...

Bu filmin hakkı diyor mesela iç sesim: Viski!

Zamlardan hareketle eşşek yükü para ödenmeyeceğine göre, son Gürcistan dönüşünde stok artıran kardeşten, mataralara transfer fikrim şahane...

Sırf bu nedenle henüz filmi izlememiş ama kastımın kim olduğunu hemen anlayacak birine, filmi izlemiş olmama rağmen, "Var mısın?" demeden duramıyorum...

Derken sürpriz bir finale varıyoruz. Aradan yıllar yıllar geçmiş ve biz izleyiciler geçen yılların farkında olmadan hooop diye stüdyoların, film platolarının olduğu yere gelmişiz. Yenilenmiş ve bilmediğimiz yapılarla donanmış ve neredeyse hatırlanmayacak kadar uzun yıllar öncemizde kalmış alana yıllar sonra girmiş, müzeleri dolaşmış, sinema salonunda sessiz sinema yıllarından filmler izlerken koltuğumuzda... Tanıdığımız birinin ki yan koltuğumuzda oturuyormuş mesela, gözünden akan yaşları mânâlandırabilmişiz!

Sonuç: Babil insanı dünyadan kopartıp olumsuz hiç bir düşünceyi süresi boyunca zihninde döndürtmeyen, buna fırsat vermeyen bir ritme sahip ve şu sıkıntılı dünyadan kısa bir kaçışa imkan sunan çok görkemli bir sinema eğlencesi yaratsa da... Çok ödül alma ihtimali var olsa da... Ben için bir eğlencelik ve öykünülmüş olsa da, ona bir selam çakılsa da asla Bir Zamanlar Amerika düzeyinde değil! Ama çağın gereklerini yerine getiren, zamanın ruhuna ve alıcısına uygun sıkı bir film olduğu da gerçek...

Hislerim yazımdaki üslubu kolay anlaşılmaz, hop hop zıplar, ordan biraz buradan daha az, oradan biraz çok yaparak istemim dışında şekillendirdiğine ve ben de onun bu tavrına itiraz etmediğime göre... Memnunum demek ki geçirdiğim zamandan! Ve jenerik akarken çalan final müziğinde keyiften çakıldığım koltuğumla vedalaşamıyorum; son isim geçip müzik susana kadar...




22 Ocak 2023 Pazar

Kadın Eliyle Mıh Çakan Bir Filmdir Korsaj



Çünkü bu tatta bir filmi ancak özgürleşmiş ve hayata böyle meydan okuyan bir KADIN yapabilirdi.

Huzurlarınızda...

Ve Alkışlarınızla...

Marie Kreutzer!




Doğrudan film yorumu diyenler, sizi Şimdi Salona Geçebilirim alt başlığına alalım lütfen!

*
13:50 seansı için çıkıyorum evden. Güneş pırıl pırıl ve kış ortasında yaz. İnce bir triko, elbette kot pantolon, evet bu ayakkabılar diyen fikre saygı ve mont sırt çantasının omuz askısından geçirilmiş durumda. Çifte kavrulmuşsa iptal. Çünkü diğer filmin süresi yatıya kalmalık ve üstelik bulunduğum noktaya uzak, bizim mahalleye yakın AVM'de.

İçimdeki his de konuya müdahil. Uyarıyor: "Korsaj'ın tadını dolu dolu yaşayıp sindirmeden, bir duygusal temadan maceraya geçiş yapma. Elinde çok geniş bir duygu skalası olacak. Üstelik rengarenk! O tadın üzerine başka bir film koyma ama planında olan ve geçen hafta film çıkışı kapanışa denk geldiği için yapılamayanı kesinlikle yap; filmin tadına çok yakışacak çünkü!"

Tüm uyarılar cebimde İstasyona doğru yürüyorum. Önce yemek işini halletme kararı çıkıyor bünyeden ve Adem Usta'ya dalıyorum. Şimdi trendeyim. Ve şimdi Migros'ta klasik sinema alışverişinde... En üst kat, gişe, yine zamlanmış bilet! Ama korkulacak gibi değil... Başka Sinema başka, o bir sanatsever ve izleyici dostu...

46 TL olan biletler 50 TL olmuş.



Gün pırıl pırıl. Yine kendime bir ayar, küçük makine ile gelme tembelliğim yüzünden. Max'imi açıyorum. Limonlu ve Hindistan cevizli keklerimi tek tek çıkarıyorum. Arada bir kalkıyor, kalite kaybı olmasını umursamadan makinenin elverdiği ölçüde zum kullanarak fotoğraflar çekiyorum. Kış ortasında piknik yapan anne ve çocuklara bayılıyorum. Seçtikleri nokta muhteşem ki fazla insan kategorisinden olduğunu hissettiriyor anne bana... Mert Irmağı'nın tam denizle buluştuğu, nedense bana İrlanda tadı veren noktadalar...


Şimdi Salona Geçebilirim



Hayatımın ayrılmaz bir parçası olan D-3'ü bir çoğunuz tanıyorsunuz. Ancak çok mütevazıdır kendisi ve bugüne kadar görünmek istemedi. Başka sinemalar ve başka salonlarındaki koltuklar bu derece entelektüel bir birikime sahip olmadıkları için ve ayrıca daha popüler filmlerle haşır neşir olduklarından fotoğraf çektirmeye ve paylaşılmasına bayılırlar. Ama D.3 başkadır. Önündeki koridor nedeniyle konforludur, perdeyi tam ortalar ve salon ne kadar dolarsa dolsun, onunla olmak diğer izleyicileri arkada bıraktığı için salonu kapatmışım hissi yaşatır bana. Üstelik sol yanımızdaki engelli dostlarımız için ayrılmış iki koltuk hiçbir zaman dolmaz, tıpkı perde bitimindeki boşluktan sonra başlayan dört sıra gibi. Bu nedenle arkadaş olabileceğimiz, filmleri konuşabileceğimiz komşularımız olmamıştır bugüne kadar! Düşündüm de tekerlekli sandalyelerin çıkabileceği rampa mı yoktu acaba?

Bu konuyla ilgileneceğim!

Enfes bir açılış sahnesi ile başlıyor film. Can alıcı müzikler... Muhteşem doğa ve çok ama çok başarılı dönem tasviri. Mekân seçimleri olağanüstü.




Ama bir kadın var ki o da olağanüstü: Yıl 1877, yer Viyana ve huzurlarınızda;

Bavyera Düşesi, Avusturya İmparatoriçesi ve Macaristan Kraliçesi Elisabeth Amalie Eugenie!

Nam-ı gerçek:

Vicky Krieps!





40 yaşında kadının yaşlı ve işi bitmiş sayıldığı bir dönem. Oysa 40 yaş ve artı bir kadının en güzel çağı. Sadece bir yemek masasında saatler boyu, ama saatler boyu oturup şarabınızı yudumladığınız anda bile ne sohbete doyabilirsiniz ne de onun gözlerinde kaybolmaya. Sonrasına değinmek bile istemem! Çünkü rüya gibi o zaman dilimlerini anlatmaya benim kelimelerim yetmez. Ama, ne edersiniz ki filmin çağının gerçekleri başka. Bu durumu bir yanıyla kabullenmek zorunda kalsa da yine de isyanı terk etmeyen, hayatın komutasını tüm çevresel dayatmalara rağmen elinde tutmaya çabalayan ancak zorluklarını ve dönemsel gerçekliklerini de yaşamak zorunda olan bir kadın. Ve o kadını olağanüstü bir resital güzelliğinde canlandıran ve bence filmi tek başına götüren ve o kadını bir film karakterinden daha öte ve kalıcı bir noktaya taşıyan ve gerçek kılan, Vicky Krieps.

Film başlangıçta bünyemde biraz sıkıntı yaratsa da ki okurlar bilecektir, bünyemin bir yerinde henüz tespit edemediğim ve dolayısı ile onaramadığım bir arıza var ki o da şudur: İyi filmleri tıpkı iyi anlar gibi yaşarım ben, bünyeye o keyif öyle bir kazınır ki, yeni gelen keyfin yer edinebilmesi için biraz zamana ihtiyaç vardır. Ve o sıra içimdeki bir ukala çıkmayı bile düşünür salondan ancak baskın yanım sorunu çözer. Evet o ukala yine burun büktü başlangıçta ama sonra... evet sonra... itiraf edemese de ben gibi sessizliğinden ve gözlerini perdeye teslim etmesinden anladım ki benden bile çok filmin içinde, yaşıyor ve başta Camille'nin alttaki şarkısı olmak üzere, kraliçenin parmaklarından çıkan Für Elise yorumuna, kraliçenin hayata duruşuna, asla yadırgatmayan pervasızlığına ve elbette Vicky'nin oyunculuğuna bayıldı.


Ve tavsiye eder ki yardımcı kadın karakterlere, Marie'nin döneme dair detaycılığına, oyuncu yönetimine ve elbette görsel bir şölen olduğu kesin mekân ve kostüm seçimlerine... ve tüm bunların bir bütünü kusursuzca tamamlayan unsurlar olduğuna ve final sahnesinin ekstra ekstra akışına dikkat!

Erkeklerse bildiğiniz gibi...

Hep odun!




19 Ocak 2023 Perşembe

DİYALOG

Tam bir Momentos'dan al haberi durumu benim için ve şahane bir andayım. Parça müthiş. Yaşım geri sardı, ilk Queen plağımdan bugüne doğru geliyorum şarkıyı dinlerken, şarkı bittiğinde hangi yaşa varacağımı merak ettim, işime gelmeyen bir yaş dönemi olursa hile yapıp bir daha dinlerim, sonra bir daha... bir daha... bir daha... Şu an net 15-16'yım ve plakçıdan Bohemian Rapsody'yi alıyorum. Arka yüzü ise Sweet Lady.* Sanırım bugün sayende Queen ile takılacağım. Teşekkürler Sevgili Dostum.



Ne harika bir hediye oldu değil mi Queen severlere, çok etkilendim, heyecanlandım. Bir şarkı prova kaydına ya da dostlarının arasındayken söylediği nağmelere razıydım... ondan yeni bir ses duymak için. Sesi, bildiğim tüm hisleri ezerek öne çıkıyor ama onun ne olduğunu bulamıyorum, bu yüzden hep taze, hep merak edilesi oluyor.



Bohemian Rhapsody'yi ilk dinlediğimde olduğum yere çakılı kalmış, 'ne dinliyorum ben' diye düşünmüş, büyülenmiştim. Bence onun üstüne çıkan beste pek az bu türde. Bugün istediğimiz yaşta olalım gün boyu Sevgili Buraneros. Eşlik ettiğin için teşekkürler.

Zaten hep 17 değil miyiz Sevgili Momentos.




Haklısın Sevgili Dostum ama nazar değmesin diye pek telâffuz etmiyorum.




Bu yazı Sevgili Momentos'un  Pazar Günü Müziği'ndeki Queen paylaşımından kaynaklı olarak, onun bloğundaki yorumlaşmamızdan oluşturulmuştur. Ve orada arka yüz şarkısı olarak -ezberden- söz ettiğim These are the days of our live yanlıştır, doğrusu fotoğraflarda da görüleceği üzere bu metindeki Sweet Lady'dir ve plak 1976'dan beri benimledir..


16 Ocak 2023 Pazartesi

İyi Planlanmış Bir Gün


Merakım özellikle veya sadece sinema ve filmler derseniz ve arzu ederseniz, sizi Çifte Kavrulmuş Ben Buna Derim başlığına alalım!


Cumartesi günü için hazırım. Hava bahar tadında ve pırıl pırıl, güneş kışkırtıyor. Huzur tavanda ve her şey yolunda. Kısa bir plan yapıyor ve kendimi akışa terk ediyorum. Sinemaya gidilecek, film net, aceleye gerek yok ve 17:45 seansı uygun. Film sonrası keyifler belli. Bitirilemeyen kitap ve bir kitap daha sırt çantasına... 16:30 civarı yolcu yolunda gerek.

Yol keyifli. Maç günü ve film çıkışını denk getirmemek gerek. Terasta kahve, kitaptan bir kaç sayfa, akabinde boşalmış stadyum ve sakinlemiş trenler.

AVM'de ve Migros'tayım. Klasik sinema alışverişi. Gişedeyim ve sıra var. Filme ise çok az süre. Yetişmem zor. Benim kız yok. Üst kata çıkıyorum, bir tur atıyor ve rastlaşıyorum. O sakinleştiğini söylüyor ve iniyorum gişelere, normal şartlarda az kişi, bir bilet kesmekle bitse iş süre yeterli ancak, mısır içecek ister misiniz sorgu suali, koltuk seçme konforu, kuyrukta bir kişi yerine ailece bekleyen ve her kafadan ayrı koltuk sırası çıkan kararsızlıklar nedeniyle sıranın film başlamadan bana gelme olasılığı sıfır. Filmimin başladığını ve izin veririlerse biletimi şıp diye alacağımı söylememe rağmen kısa kuyruğun ilk sırasındaki şahıstan itiraz geliyor. Üstelemeye, filmi geç saatte izlemeye, boşa vakit harcamaya gerek yok.

Ve program iptal.

İstasyondayım. Trenler sık geliyorlar ama taraftar doluluğunda, bir kaç tren sonra sakinleşiyorlar ve trendeyim...



Gün Pazar

Şu an 17:30 için biletim cepte, çünkü dün biraz oyalanmış, kısa kuyruk boşalınca bugün içinki biletimi almıştım; üstelik gişedeki genç kızın hatırlatması ile sinema puanlarım kullanılmış, bilet de bedavaya gelmişti.

Günün akışını belirlemiş durumdayım. İlk durağım bir pastane, o nedenle Cumhuriyet Meydanı istasyonunda ineceğim ve Leylak Dalı öğretmenimizin Pastaneli Post* başlıklı yazısına yazdığım yorumdaki "Şimdi sizin yazınızı okuyunca uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü fırsat yaratamadığım bir pastaneye salep içmeye gideceğim yarın; 1924 kuruluş yılı ve ben kendimi bildiğimden beri aynı yerde," diye kendisinden bahsettiğim pastanede epeyi zaman sonra salep içeceğim. Parkın içinden geçerek yürüyorum. O sırada aynı yorumda adını vermeden söz ettiğim ama artık belli bir neslin anılarında olup da var olmadığı köşeye gelince, Şato Pastanesi'nin ruhuna, tıfıl çağlarımda yaşattığı keyifler için bir selam çakmayı ihmal etmiyorum ve Birtat'dayım.


Parkın içinden fotoğrafını çekerken 1926 tarihini fark ediyorum. Karşıya geçiyorum ve parkı gören bir masaya oturuyorum.

"Bir salep lütfen."

Salep olmadığı yanıtı şaşırtıyor beni. Genç adam geçmişi hatırlıyor mu acaba? Aslında ikinci kuşağı arkadaşlarım, muhtemel ki bu genç de üçüncü nesil çocuklardan biri. O halde limonata diyorum, o da yok. Soğuk nedeniyle diye çok absürt bir yanıt alıyorum ve üstelemiyorum. Masaya bir Trileçe istiyorum ki o da bizim geleneğimize sonradan giren bir gözde. O ara içeri giren müşterilerde dikkati çeken bir özellik var, aynı kuşağın gençleri olmamız. Birtat ortamının tadını onlar ve buraya özgü geleneksel pastalar sayesinde alıyor, bir cevizli ve bir de üzeri toz şekerli pastadan paket yaptırıyor ve illaki salep diyerek yeni hedefime, sevdiğim noktalardan birine doğru yürümeye başlıyorum.



Promosyon Çağı

Gün sakin, güneş pırıl pırıl ve insanlar dış masaları tercih etmişler. Her zamanki masama yerleşmeden önce iç kısma geçiyor, "Salep yazıyor ama var mı?.." diye soruyorum çünkü olması gereken yerde olmayınca bir acaba bünyede türemiş durumda! Cevap olumlu olunca "Bir salep lütfen," diyorum ve masama oturuyorum. Üzerine sıkıntılı cümleler yazdığım kitabım Çocuklar İçin Bach masanın üzerinde, bitirmek için azimliyim. Salebim gelince de toplu bir fotoğraf şart oluyor. Bol tarçın döküyorum ve pastaları ve artı görevi tamamlanmış Bach'ı sırt çantasına yerleştirip, salep eşliğinde yeni kitapla başbaşa kalıyorum.

Şimdi gardayım. Şu Amasya'da bir hafta sonu hayalimi yaz gelmeden gerçekleştirmek istiyorum ve tren saatlerinin güncel durumunu bilmem gerek. Film saatime biraz daha var ve bir istasyon geçtikten sonra AVM. Bilet cepte rahatlığı ile parkta biraz daha kitap okuyorum. Sonra tren, ve AVM. Bu kez bir klasiği tarihime kayıt düşmüyor ve atıştırmalık almıyorum. Çifte kavrulmuş için kuyruktayım ki sakin saatler... Günle ortaklaşmaya kararlıyım ve ortaklığımızın muhteşem bir tatla süreceğinden ve unutulmazlarımızdan biri olacağına neredeyse eminim. Bu inançla sinema katına çıkıyor, biraz teras keyfi yapıyor, sonra içeri geçip filme kadarki sürede kitabıma devam ediyorum.

Ve o sırada yemek işini aradan çıkarmam gerektiğini fark ediyorum. Mc Donald's'dayım ki bizim burgerciler türediğinden beri uğramadığım bir yer lakin biletle verilmiş bir promosyonum var! Tatsız bir atıştırma ama bir de atasözümüz vardır ki o baldan tatlıdır der! İğne atılsa yere düşmeyecek bir halde yemek katı, bir masa buluyorum şükür ki, birine oturuyor, diğer sandalyeler için aranmakta olan beyefendiye alabilirsiniz hepsini diyerek sırt çantamı masanın üzerine, burger tepsimin önüne koyuyorum. Vallahi de hem kalabalığın hem de zevksiz burgerin tadını çıkarıyorum ve salondayım ve elbette bir hafta sonra D-3'ümle sarılıp kucaklaşıyoruz.



Çifte Kavrulmuş Ben Buna Derim


Salonda beş kişi oluyoruz, bugün kalabalığız yani! Arka sıramda iki tatlı genç kız, üst sıralardan birinde de bir çift, önümdeki geniş koridordan sonraki, eskilerde duhuliye dediğimiz ama tabii ki o yıllardaki gibi koltukları sırf tahtadan olmayan dört sıranın en sonunda da bir beyefendi oturuyor; kötü niyetli ben onun kazayla bu filme geldiğini düşünüyor!

Film başlıyor, 16+ ibaresi var ki bu şiddet içerdiği manasında... Perdede kırmızı rengin hakim olduğu, canlıların bir görünüp yok olduğu, gerilim yaratan bir müzik eşliğinde ve klip tadında görüntüler geçidi var. Etkileyici bir açılış ve sıklıkla karşılacağımız kırmızının tonu muhteşem. Çok hoş bir kadın var, ve Aİ; iki ana karakter diyebiliriz. Elbisesi kırmızı, duruşu ve kendisi pek hoş!

Film ilerlemeye başlıyor, o sırada bende de bir sıkıntı başlıyor. Nereden düşürdün bizi bu filme diyen bir ben yine meydanı boş buluyor. Hani tecrübem olmasa ona katılıp atacağım kendimi dışarı. O zorladıkça çıkmak için beni, elimin tersiyle çakasım geliyor. Lakin kendisi baskın da bir karakter, dolayısıyla ona uymak istemeyen ben, kuyruğumu kısmış durumdayım.

Derken ve görüntüler netleştikçe anlıyorum ki aslında bir ihtiyaç olan ama benim ukalamın sıkıldığı bu önsöz: bizi enfes bir filme hazırlıyormuş, ve sabreden dervişleri de murada erdiriyormuş.

Aİ anadan oyuncu olarak doğmuş kesin. Ben oyuncuyum diyen bir yığın eşşek görmüş şahsım, bu eşşeğin önünde saygıyla eğiliyor. Altını çizeyim ki "Bu neydi şimdi?" denecek, bir yere bağlanamayacak sahneleri var filmin! Son zamanda izlediğim filmler nedeniyle kurduğum bir de cümle var ki o da şu: Bu bir sinemasever filmi, film sever değil! İşte bu film katmerlilerinden biri; tatlı gişecimin Başka Sinema filmleri için pek tatlı bir edayla kurduğu cümlesindeki sanat filmi vurgusu gibi.

Her biri enfes, klip tadında, doğayla ortaklaşmış sahnelerdeki dron çekimleri beni benden almakla kalmadı Pawel Mykietyn elinden çıkma müziklerin görkemiyle her seferinde tüylerimi diken diken yaptı, yönetmen Jerzy Skolimowski'yi çok alkışladım, Isabelle Huppert ile karşılaşmak pek hoştu. Kontrolü tümüyle duygularıma kaptırmıştım ve ben tümüyle devre dışıydım. Hayatımın en keyifli akşamlarından birini yaşarken muhteşem bir görsel şölene de  keyifle  tanıklık ediyordum; olağanüstü bir sinema keyfiydi aldığım. Başlangıçta bu ne şimdi, bu kim, ne iş bu gibi sorular yaratan tüm sahneleri bünyemin derleyip toparladıktan sonra yaptığı sunumla filmin bana anlattığı her şeyi kavramış olduğumu da fark ediyordum.

Lakin tüm bunlara, yaşadığım keyfe, geçirdiğim akşama ölüp bitmeme rağmen günaha girmek de istemiyorum; şiddetli bir aşkla izlediğim, zevkten kaç köşe olduğumu hatırlayamadığım bu film için ne yazık ki şiddetle öneririm değil, öneririm kelimesini bile kullanmıyorum! Ve şimdiden ilan ediyorum ki, yıl ne gösterir bilmiyorum ama... laparagas.blogspot.com'un 2023'ün en iyi film ödülünün şu anki favorisi olduğunu biliyorum. Ve bir kırmızının tonu bu kadar mı güzel ve fotojenik olur deyip önce noktayı koyuyor ve ardına da filmden bir müziği, yüksek sesle dinlenmesi tavsiyesiyle şuraya bırakıyorum.



Salonu terk ederken kızlara soruyorum, çok beğendiklerini biliyorum ama altını nasıl çizecekler merak ediyorum. Bense fikrimi şu cümlelerle ifade ediyorum: Hayatımda ilk defa bir filmin müziklerinin başrolü paylaştıklarına tanık oluyorum.



En Sevdiğim Grupla Oluşan Keyfi Katmerleme

Altıncı salondan son isim perdeden yok olduktan ve ışıklar yandıktan sonra çıkıyorum. Şimdi istikamet 10 nolu salon. Filme 15 dakika kaldı ve telefonumda da bir arama var. Kardeş. Arıyorum, maçı izlemeye gelmiyor musun diye soruyor. Sinemadayım ve şimdi ikinci filme yürüyorum diyorum.


Koltuk numaram bu kez D-5. Aslında perdeyi ortalayan D-6 ancak Öğle Güneşinde Yıldızlar için geldiğim akşam o koltuk geriye doğru yatan bir arıza içindeydi ve zorunlu olarak 5'e geçmiştim; o nedenle de bu kez D-5'i almıştım lakin koridoru yürürken görüyorum ki D-5 artık bir ceset, yaslanma kısmı gövdeden ayrılmış ve boylu boyunca yatıyor. Arka sıramda genç bir çocuk var, durumu anlatıp bir de espri yapınca çok gülüyor. Kendi olduğu sırayı öneriyor ama ben koridor aralığı geniş olduğu için burayı seçiyorum, dolayısıyla bacaklarım özgürleşiyor; teşekkür ediyorum ve 4'e oturuyorum.

Konser başlıyor. O kadar keyifli ki... aslında salonun boş olmasına seviniyorum; enfes bir filmin ardından konseri kapatmışım tadıyla sadece bize söylüyor olmaları şahane bir keyif ve muhteşem bir kayıt. Şarkılar bir bir akıyor, müthiş bir dinginlik coşkuyla ortak ve keyif bundan çok hoşnut; coştukça coşuyor.

Bildik sahne performansı ise dolu bir stadyum keyfiyle artıkça artıyor. Dans grupları enfes, rol çalmadıkları gibi varlıkları grubun önüne asla geçmiyor; şarkılara eşlik serbest; önce varlığımdan rahatsız olurum diye çekindiğini hissettiğim genç arkadaşımla sohbet ediyor ve ona dilediği gibi hareket edebileceğinin sinyallerini yolluyorum ki ikinci yarıda şarkıları mırıldanmaya başlıyor. Bana hayatında kendini en dingin hissettiğin ve çok keyif aldığın hangisi diye sorulsa enfes bir film tadının ardından izlediğim bu konser diyeceğim kesin. Tabii bu keyif bana bir hamle de yaptırıyor ve arada gidip, -elbette promosyon- orta boy mısırlarımı alıyor, koltuğumda biraz daha yayılıyor ve keyfime keyif katıyorum. O sırada çıkış için aklım senaryoyu yazıyor. Konser sonrası Magnolia... Sevgili Şule'den referansla çilekli ama... Bu hayal içindeyken konser bitiyor, AVM'nin kapanmasına 10 dakika var. Hızlı hareket ediyorum ve üst kattan Cookshop'a bakıyorum. Son bir kaç kişi çıkıyor, kata indiğimde ışıklar bir bir sönüyor, çilekli Magnolia da bir başka sefere kalıyor.

Ve bu yazı da enfes konserin son şarkısı ile bitiyor!



*Pastaneli Post

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP