9 Kasım 2020 Pazartesi

Ne Güzel Bir Aşktın Seni Anlatabilir mi Sanıyordun

"En çok kimi özlüyorsunuz?" diye, sorsanız. İkimiz de aynı anda ve derinlerimizden fışkıran bir özlem tonunda ve aynı seslerle deriz ki: "Onu!"

Bambaşka bir aşktı aramızdaki. Bunu bilir, bunu söyleriz!

Dilim döner mi anlatmaya bilemiyorum. Ya da kelimelerim yeter mi yaşadığımız kısa ama derin ve elbette unutulmaz ilişkiden aldığımız keyfi. Onu da bilmiyorum!

Öylesine bir sevgiydi işte!

Öylesine dipsiz, öylesine şefkatli, sıcak, sımsıcak, tutkusuz, ama şefkatli! Fakat sanırım ve işin aslı tüm kelimelerin kifayetsiz kaldığı, anlatılamaz ama yaşanan çok mutlu an izlerinin de unutulmadığı ve unutulamayacağı, tüm görkemine rağmen Aşk ile kategorileştirmenin kıymetini tanımlayamayacağı çok, çok ama çok özel zaman yolculuklarından birinde, bilinmez bir gezegende çok güzel ama her türlü sadeliğine rağmen görkemli bir yaşanmışlıktı!

Sanırım içinde bulunduğumuz durumu ancak böyle anlatabilirim...





Aslında Onunla tanışmamız tümüyle tesadüf: En ısısız, en sahipsiz halinden beri bildiğimiz ve sürekli gittiğimiz bir güzergahtaki -saklı- bir rüyayla üstelik de gün ışığında yıllar yıllar sonra karşılaşmak başka hangi kelime ile izah edilebilirdi ki? Çünkü O, hep oradaymış! Çoğu zaman buradan ötesi manasız dediğimiz, "Şu yola sap," diyen adını bir anlığına görüp değer biçtiğim ve hiçten sayıp küçümseyici bir tavırla hatırlanmayacaklar hanesine süpürdüğüm, sahil boyu kentlerde bolca görüldüğünden ve bu yüzden, sırf adı yüzünden ve "Hem de burada ha!" diyerek burun büktüğüm yerdeymiş.

Ve meğerse O da  bir anı beklermiş!


Günlerden birgün, kadim zamanlardan beri takipçisi olduğumuz, yıllarca devlet eli değmemiş, balıkçıların ve avcıların göz nuru(!), değerinin henüz farkına varılamamış yıllarında cümle alem tarafından talan edilmiş yolu üzerindeki tabelalarından birinde görünce Galeriç Ormanları Yürüyüş Yolu  levhasını, merak ediyoruz. Bundaki en önemli etken Belediye'nin önceki yıllarda Çakırlar Korusuna* el atıp, doğal dokusunu hiç bozmadan oluşturduğu ahşap yolların bir benzeri ile karşılaşma umudu ve dolayısıyla bu kez ormanın içini, suların üzerinden dolaşabilme hevesiydi.

Gerçi ahşap yollar varsayımımızın yanılgısıyla yüzleşip, bilmeyenler için bilinir kılmak maksadıyla koyulmuş tabelanın itelemesiyle girip de  eski yol hali ile karşılaşmak şaşırtsa da; el atılmamış yıllarını bilecek kadar eskisi olan bize  dokunulmamışlığı daha bir hoş gelmişti ve muhteşem sakinliğin içindeki küçük çiftlikle yıllar geçirmiş halinin ana yoldan saklı doğallığı, bir yürüyüş yolu için daha cezbediciydi. Galeriç Ormanlarının bittiği noktanın ötesinde ve belediye eskilerinin sahipsizliği yüzünden işgal edilmiş, yıllar yıllar sonra Kıymetli Başkanlar döneminde el atılmış ve sürdürülen hukuk mücadelesi sonunda yıkım hazırlıkları aşamasındaki ve bizi hep rahatsız eden yazlıklardan oluşan ve biz için yok hükmündeki kondu mahalle nedeniyle bir kez daha, uzamadan geri dönmüştük o gün de.

Sonraki günlerden birinde "Ama orada sizin mutlaka görmeniz gereken bir yer var!" diye düşünen iyilik meleklerimizden birinin bilinç altımıza girerek bizi itelemesi sonucundaysa, saygı duyup vardır bunda bir hayır diyerek-
yıllar yıllar sonra- ilk kez devam ediyoruz.  İşgal yazlıkları eleştirerek devam ederken uzaktan gördüğümüz ama yanaşınca fark ettiğimiz naylon kaplı ve yıkıntı gibi duran derme çatma yerle karşılaşıncaysa zıp zıp zıplamaya başlıyoruz. Karşılaştığımız şey muhteşem ve onunla tanıştıktan sonra yaşayacaklarımızın güzelliğini ve her gittiğimizde aramızdaki aşkın yüceleceğini, henüz bilmiyoruz!



Denizin kıyısına sıralanmış masalar ve sandalyeler dikkatimizi çekiyor; özenli örtüleri ve masal halleriyle... Bilinçaltımızdaki sahnelerle eşleşip hayaller kurduyorlar  göz göze gelmeyle birlikte. 

Kıyıya dönmekte olan küçük bir balıkçı teknesiyse köpük dalgalarla oynaşta. 

 



Bakışları uzakta yüzleri rüzgarda bir kadın ve iki çocuk denizin kenarında.

Onların, yani balıktan dönmekte olan adamla kıyıdaki kadının gözleri konuşmaya başladı çoktan. 


 Şu tekne, kazasızca kıyıya bir varsa!


O ara iki evi geçiyor, gözlerimizi denizden alıyor ve sola çevirdiğimizde kafalarımızı, iki yolun köşe başında ve yola bahçenin içindeki, rüzgarın naylonlarla engellendiği derme çatmalıkla göz göze geliyoruz. Tam o andaysa zıplama katsayımız ve onunla senkronize olan coşkumuz göğe eriyor. Hep eski ve siyah Türk filmlerinde yaşanacak değil ya bu anlar...  




Park edip önüne, biraz da tereddütle süzülüyoruz içeriye. Bir eşik geçtik şu dünyadan ve burası bir başka alem. Aşk alevleniyor.  Önce oturuyoruz masalardan birine; biraz ilerimizdeki masada, belli ki mahalle sakinlerinden aksaçlı bir hanımefendi ve muhtemel ki torunlar, okeye dönmekte... Bizim aklımızsa bahçedeki masalardan birinde. Koyu siyah saçlarının bir kenarında, kısa sapı kulağının arkasında bir pembe gülle  siyah elbiseli bir hanımefendi çıkıyor, minicik mekânın minicik ve iki odanın mini mini köy bakkalı  tadında olanından. Güleryüzle... 

Hoş bulduk

Tanıştırayım: "Dolores!"


"İki kola lütfen." 

 



"Ve iki orta şekerli kahve lütfen." 

 







  Devam yazısı: Dışı mı Yakar İçi mi?


*Çakırlar Korusundan bahis linkteki yazının -Bazen'de "yazarım", arabaşlığından sonra.

6 Kasım 2020 Cuma

Ara Sıcak

 



Bakışları uzakta yüzleri rüzgarda bir kadın ve iki çocuk denizin kenarında. Onların, yani balıktan dönmekte olan adamla kıyıdaki kadının gözleri, konuşmaya başladı çoktan. 

Mesafe ruhlarında sıfır olsa da... Şu tekne, kazasızca kıyıya bir varsa. 

 

 İki evi geçiyor, gözlerimizi denizden alıyor ve sola çevirdiğimizde kafalarımızı, iki yolun köşe başında ve yola bahçenin içindeki, rüzgarın naylonlarla engellendiği derme çatmalıkla göz göze geliyoruz. Tam o andaysa zıplama katsayımız ve onunla senkronize olan coşkumuz göğe eriyor. Hep eski ve siyah Türk filmlerinde yaşanacak değil ya bu anlar... 

 




                                                   Ve iyi ki aklımıza nakş-edilmiş O Aşklar! 



                                                                         Pek Yakında!

30 Ekim 2020 Cuma

Biri Maceralı Biri Şiirsel İki Güzel Okuma

Alain Guyard; hayal dünyası üzerine araştırmalar yapan, üniversitelerde ve liselerde felsefe dersleri veren, bu eğitim programını kodese taşıyan; yazı dili zaman ve mekâna uygun ve de hiç tanımadığım bir yazar ki bu Türkçe'de çıkan ilk romanı.

Edepli bir kaç okumanın ardından  konu suç dünyası ve onun mekânı kodes olunca doğal olarak  kitabın dilindeki -evlere şenlik- argo kullanımı, terbiyeme dokundu! Okuduğum süre boyunca çevirmen Nazlı Ceyhan  Sümter'e -alışana kadar yadırgayıcı gelse de bünyeye- sakınımsız, başarılı ve sansürsüz aktarımından dolayı sürekli övgüler gönderdim.

Çok zevkli bir okumaydı. Karakterler ilginç, anlatım ve çeviri şahane, sürekli ters köşeye yatıran, sürprizler yapan, akıp giden, suç mu desem, polisiye mi desem, macera mı desem, düzen eleştirisi mi desem bilemediğim ama bayılarak okuduğumu ve çok eğlendiğimi bildiğim, bunun filmini yapsalar dediğim, yorucu olmayan eğlenceli bir ara sıcak diye nitelenebilecek ama hiç de hafife alınamayacak, entelektüel düzeyde bir avantür film tadında, güzel bir okumaydı!

İçki, kadın, suç örgütleri, uyuşturucu, seks, felsefe, güzel Fransız şehirleri, barlar, kulüpler, bahisler, karakterlerin geçmiş hikâyeleri, silah, gelenekler, Kant, Sartre, Schopenhauer, Marx, Sokrates ve diğerleri... hepsi Kodes'de! Okur da kitabın içinde... Üstelik bazı karakterleriyle Fransa hükümetinin bazı Afrika ülkelerindeki operasyonları üzerinden siyasal eleştiriler de yapan, bunları içeriğinden küçük bir kitaba pek güzel yerleştiren, dilimin ucuna gelmişken esirgemeyeceğim üzere fırlamanın âlâsı ve hergelenin önde gideni, sevilesi bir yazar Alan Guyard; dolayısıyla başkarakter Lazare Vilain!

Nasıl bir yazma ve tasvir becerisi ise okumuyor, sanki tüm mekânlarda; misal barlarda dumanaltı oluyor, Kodesdeki nemli, pis ve rutubetli kokuları dahi alıyorum.  Oysaki topu topu 264 sayfalık bir kitap. Sanki beni uykumun bir yerinde aldılar bahse konu anlatımların içine, yani mekânlara soktular, bir sürü tanıklıkla birlikte bir sürü insanla tanıştım, tüm dış mekânlarda bulundum, bahis oynadım, içtim, yedim sonra da bir baktım ki yatağımdayım. Küçükken babannemden dinlediğim, kulaklarına asılınca emir bilip hikayedeki karakterleri sabahına yetiştirecek Cin hikâyeleri gibi!

Yani, geniş bir skalada farklı türde kitaplar okumayı ve keşfetmeyi seven ben, Kodes'e bayıldım; çok zevkli bir okumaydı, bir kez daha altını çizersem... eyvallah! Fakat sizin kitap yelpazeniz nereden başlar nereye uzar bilemem ve yanıltıcı da olmak istemem açıkçası, biraz da bu nedenle kitaptan, arka kapağında da olan bir bölümü şöylece bırakıyorum:

"Seni canlandıran nedir, hocam? Seni, Lazara Vilain'i hayatta tutan? Bize neden bulaşıyorsun? Kimsin sen? Bunun bir eğlence olduğunu mu sanıyorsun? Hayatın bir oyun olduğunu falan... Hayır, hayat bir oyun değil... Bir savaş, bir sınıf savaşı ve benim kocam bu uğurda canını verdi(...)

Sana bir şey söyleyeyim mi... Bir züppe gibi daldın bu işe; herhalde sefaletin ön sıralarında oturmak tatlı geldi(...)

Bir burjuvaya dönüşüyorsun, olan bu. Yasadışı bir burjuvasın ama neticede bir burjuvasın."







Ve jale Sancak... Ve Tanrı Kent



"Jale Sancak işte; güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi; gözlemleri kudretli, kalemi masalcı, gözlemci ama eleştirel ve duygulu kadın... Bir de yumuşakça ve sevgiyle de anlatılabildiğini gösteriyor ya kendisi, tüm sert eleştirileri.... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında kendisi, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil!*"

 



                                                                             ...........


"Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edeyim sizlere....

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez kitap adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın ''Bu Gece Pera'da''sıdır bu.

Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekânlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi...**


 

Daha önceki yazılarımdan alıntıladığım cümlelerimden anlaşıldığı üzere ne kitabı çıksa, bazıları onun derlediği seçkiler de olsa alan, okuyan, Onun duygularına hayran bir okuruyum.

Onun dilinin sıcaklığından, kalbinin güzelliğinden ve hayatın köşe bucağından bulup çıkardığı kahramanlarından ve o hayatları duyarlı dokunuşlarla ve edebi bir gazeteci lezzetiyle hayatıma katıyor olmasından mesudum.

Bu mesud insan aslında 2017'de çıkmış ama kaçırdığı, ancak 2020'de başka bir yayınevinden çıkınca fark ettiği kitabı elbette hemen almış, Cola'nın buz ve limonla aromalanmış, bitince yeni bir bardağı çağıran son yudumu gibi sona bırakmıştı.

Bir başka kitaptan ona geçince başlangıçta o şiirsel dile ve kurmaca olmayan şiirsel hikâyelere adapte olmakta zorlandım. Ne zamanki onun hissiyatları ile aynı düzleme geldim, işte o zaman akıp gitti kitap.

Konu İstanbul, kahramanlarımız semtler ve o semtlerdeki küçük hayatların sarsıcı hikâyeleri.

Okurken; bildiğim, gezdiğim ve sevdiğim semtlerin küçük hikâyelerini onun gözünden okumak kaçınılmaz olarak gaza getirdi beni. "Ah İstanbul'da olsaydım şimdi!" dedim: Çünkü hikâyelerin izinde dolaşmak, bildiğim, gördüğüm semtlere biraz da nüanslı dokunmak istedim. İstanbul'da yaşayanlara özendim, "Onun anlatımı üzerinden şehri fotoğraflamak ne güzel olurdu," dedim.

Tanrı Kent, Kıyıya yüz süren dalgaları dinle, alt başlığı ile Hasköy; Birden üç el silah sesi, alt başlığı ile Nişantaşı; Kasette Müslüm Baba, jiletler aleste, alt başlığı ile Fener; Geyikler ırmaktan su içer duvardaki resimde, alt başlığı ile Gazi Mahallesi; Denizin türküsünü söyleyen eski iskele, alt başlığı ile Ortaköy; Buralarda potinler Gucci marka, alt başlığı ile Etiler gibi onsekiz semtindeki onlarca karakteriyle her biri sekiz on sayfayı geçmeyen öykülerde akıp gidiyorken: Arabesk aşklar, raconlar, eski hâlleri işgal etmeye başlayan yeni hâller, zaman içinde semtlerdeki küçük hayatların büyük hayatlara yenik düşmesi ile başlayan doku değişimleri, Nişantaşı'nın iki yüzü  arasındaki uçurumlar, Ortaköy karakterleri, Sulukule'de başkaya evrilen ve onu var eden dokunun kenara itilmesine ve yok olmasına neden olan rant hikâyeleri, yazlık sinemalarıyla birlikte film anonsları yapan araçların sokaklarından yok olduğu Kuzguncuk ve bunları oya gibi işleyen, kısa hikâyelerde kocaman sepya  fotoğraflar çekerek dünü yaşatırken, bakmadıklarımızı da görmemizi sağlıyor ve aynı zamanda bugünün renkli fotoğraflarını da kazıyor zihnimize, jale Sancak. 



Ve aslında; "Yüksekkaldırımdan yukarıya, genelev sokağına vuranlar, delikanlılar, ergenler, sancısı tutmuş adamlar... Yukarıdan, Galip Dede Cadde'sinden, bir kadının içinde kaybolma arzusuyla şahlanıp genelev sokağına inenler. Hiç gitmediğin, lakin yüreğinle anlamaya çalıştığın uzak, tenha, umursanmamış yalnızlığa mahkûm edilmiş şehirlerden kopup gelenler... Yılışık gülüşlerin bir kıyısında utanç, arsız bakışların arkasında hüzün ve öfke, pervasız sözlerde korku gizli." cümleleri ile sert bir giriş yaptığı ama olağanüstü güzel renklendirdiği Galata ile başlıyor bu okuma... ve sonrasında seline kaptırıp orasından orasına sürüklüyor, İstanbul'un!
.





*Yazarın onu tanımayanlar için iyi bir başlangıç olacak Uyanan Güzel adlı son romanı ile ilgili ve yazının ikinci paragrafından alınmış cümleler.

**"Bu Gece Pera'da"dan  bahisli yazıdaki filmden sonraki paragraftan.

22 Ekim 2020 Perşembe

Zorunlu Keşif

*Aşağıda linki verilmiş konser eşliğinde okumak tercihe bırakılmıştır!


Sonuçta bildiğimiz yumurta....

Kahvaltı işe başlama saatine yakın bir zamana denk gelirse ve zaman darsa, kolayıma gelen bir hızla, Annemin ve Babannemin deyimiyle Yağda Yumurta kurtarıcım olur. Kimilerinin sahanda yumurta dedikleri fast yemek yani...

Standart başlangıç ocak üzerinde önce boş döküm tavanın, sonra ilave edilen yağın ki tercih edileni tereyağıdır, kokusu ortalığa yayılana kadar ısıtılması...

Hatta biraz yanmadan yakılması, sonrasında yumurtanın kırılması makbüldür.

Beyazı pişmeli, sarısı ise ekmek dokunulunca dağılma derecesinde olmalıdır!

Bir kaç seferdir, kahvaltının acele halledilmesi gereken bir kaç sabahta yumurtayı önce beyazı gibi bir ayrım yapmadan doğrudan koyup sonra çatalla şöyle bir karıştırıp, üzerine de minik ve kübik kaşar dilimleri ekleyip biraz sonra tavanın altını kapatarak peynirlerin tavanın ısısında erimesini beklerken ve  kızarmakta olan dilim ekmekler tamam noktasına gelince ve yumurtanın krema tadındaki haline ve de aromalanmış yağına banarak yemeyi sevince... Bu sabah, daha hızlı halletmem gerekti kahvaltıyı ve sanırım bu da iyi oldu!

Tıpkı Arşimet'in suyun kaldırma gücünü bulması gibi tavayı önce boş haliyle ıstmak için ocağa koyduğumda ve orta gözü en kısıktan biraz fazla açtığımdan; haddinden fazla ısındı tava. Sonra yağı, -aslında tereyağı olmalı ama ben sızma zeytinyağını tercih ediyorum ve bu tat hoşuma gidiyor- koyup da altını kısmayı unutarak başka bir şeyle meşgul olunca, tava ufak çaplı bir isyanla ve çıtırdayan bir sesle, işe dalmış beni feryat figan çağırdı. Biraz telaşlandım elbette... Fakat yanaşıp da dinleyince anladım ki o kadar da abartılacak bir durum yok; sadece, durum gereği yeni bir kısa yola ihtiyaç var.

Tavayı aldım ocaktan ekmek tahtasının üzerine koydum ve O patlayan seslerle cızırdarken yumurtayı kırdım. Çatalla, beyazın ve sarının kendilerini ifade edebilecekleri ama aynı zamanda kolektif bir tat oluşturacakları şekilde, hızlı ama narince karıştırdım ve hâlâ cızırdamakta olan tavaya küçük ve kübik dilimlenmiş kaşarları yaydım.

Kahve için vakit yoktu, onu bu ritüele katamadım ama sonuç muhteşemdi ve böylece bir kaza sonucunda oluşmuş kremamsı ve nüanslı bu tat, kişisel literatürümde yerini almış oldu.

Güzel bir işbaşı ve elde kahve kokusu...

Güneş muhteşem!

Açıkta bir yük gemisi... Deniz pırıl pırıl. Sol taraftan iki beyaz balıkçı teknesi bu kareye kafa uzatıp, usulca dahil oluyorlar.

Kıyıda sessiz ve uysal birer çocuk oynaşlığında dalgalar... 

 



Odaya yayılansa  Anja Lechner- François Couturier ikilisinden harika bir müzik!*
 

 



*Yaklaşık birbuçuk saatlik enfes bir konser içinse buradan lütfen: Anja Lechner-François Couturier.



 


16 Ekim 2020 Cuma

Kadınları Anlarmış Gibi Yapma Sanatı

“Tanrının kendilerine verdiği tırnakları beğenmeyip, takma tırnak edindiler. Tanrının verdiği göğüsleri beğenmeyip silikon taktırdılar. Tanrının anatomik yapılarına göre verdiği popoyu beğenmeyip, cerrahi müdahalelerle kendilerine yeni popolar yaptılar. Tanrının verdiği boyla yetinmedikleri için topuklu ayakkabılarla gezdiler. Tanrının verdiği göz rengini beğenmeyenler, lens takıp kendi seçtikleri renkle dünyaya baktılar. Diyeceğim o ki Tanrı bile kadınları memnun edememişken biz kim oluyoruz da onları memnun edebileceğimizi düşünüyoruz.”



Demiş; 37 yıl Zimbabve'yi yöneten Diktatör Robert Mugabe. Selahattin Duman da bunu almış ve bence eleştirel bir cinlikle kitabın arkasındaki tanıtım yazısının içine koymuş. Sunuşu okurken "Halt ediyorsun," dedim mi hatırlamıyorum. Belki tanıdığım kadınlar üzerinden hareketle bakmış ve yazarın genellediğini düşünerek bunu bir aşağılama olarak yorumlamış olabilirim! Muhtemelen okudukça yumuşama ve yazarın asıl amacını anlama, ve belki de kendisine hak verme ihtimalim olabilir!

Benim en sevdiğim köşe yazarlarından biridir Duman. Birçok gazeteci gibi yeni Türkiye'de sütunundan kovulmuş, o kovulunca sabah çayım neşesiz kalmış, yokluğunu hep hissetmişimdir.

Sıkı okuyucusuydum. Güncel olaylara mizahla dokunması, özellikle de Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyet ya da Uzun Boylu Asabi Şahsiyet tanımlaması, politik taşlama türündeki yazıları ve bazı cümlelerin içine yerleştirdiği Osmanlıca kelimeler, eskinin önemli şahsiyetleri ve olayları üzerinden güncele -özgün üslubuyla- tatlı tatlı çakmaları  kahkahalar attırır, güne iyi başlamama sebep olurdu. Yazdığı gazetenin alıcısı değildim ama Sanayi Sitemizde komşular arası güzel bir ilişki vardı ve birbirimizle gazete takası yapardık.

Bu kitapla rastlaşana kadar yazarla aramızda uzun süreli bir kopukluk oldu, gazetelerde rastlamıyordum. Kitabı okumaya başlayınca merak edip nette aradım ve Haftalık Gazete'de yazdığını görünce de sevindim.

Kitaplaysa Eganba'da kitap seçerken rastlaştık; merakım kadınlar üzerine bir şeyler öğrenmek değildi, çünkü konunun kitabını yazmasam da başıma açılan bir felaket olarak -epeyi- evvel zaman önce mimlenmiş, o mim sayesinde de içimi dökmüş, sonuçta da, gariptir ki kadın okuyucuların hak verdikleri, en sevdiğim yazılarımdan* birini yazmıştım.

Kitabı çoğunlukla gülümseyerek okudum, "Usta formundasın," dedim sıklıkla. Fakat bazen aşırı buldum, zorlamayla yazılmış hissi veren bir kaç yazıyı sevmediğim gibi seviyesinden rahatsız oldum, "Buna kadınlar müdahale etmediler mi acaba?" diye düşündüm, Duygu Asena göndermeli tatlı yazılarını hatırladım. Muhtemeldir ki bir kaç kadın yazarla bir kaç polemik yaşanmıştır sandım, sonra da köşesinden düşen yazarı ben unuttum ki kimler unutmamıştır, dedim.


Kısa sürede biten, akıcı ve keyifli bir okumaydı, diye düşündüm finalde. Bazı yazıları kabaca ve abartılı bulmuştum, tamam. Ama düşününce, "Dünya benim tanıdıklarımdan, savunduklarımdan ve tanık olduklarımdan ibaret değil ki," dedim. "Bir kayırmacılık içgüdüsüyle objektif bakamadın belki efendi," diye sorguladım kendimi. Yeni bir devirdi ve ne yazık ki saygı, eğitim ve ilişki kalitelerinin düştüğü bir zaman diliminde yetişmek zorunda kalmış; kullandıkları dil, davranış biçimleri farklı, niteliksiz yayın organları ve sosyal medya üzerinden sunulan örneklerle yaşayan, buna özenen insanlar da vardı. Ve bu bir kısım için, özendikleri ve öykündükleri kişilikler fenomendi!

İşte o zaman standartımın dışına çıkarak, aslında gördüğüm ve bildiğim davranış biçimleri üzerinden düşünmeye, bu gerçeklikleri tanıklıklarımla eşlemeye başlayarak yazara kızmaktan vazgeçtim. Bildiğim Selahattin Duman hem nalına hem mıhına vuran biriydi ve bu kitabın ana fikri de kadındı, diye düşünülse de aslında erkeğe de çakıyordu. Başyapıt muammelesi yapılacak bir kitap değildi sonuçta. Ama komik gerçekliklere bir resmi geçit yaptırırken, görmezden geldiğimiz, belki hayatımızda yer vermediğimiz ama varlıklarına tanık olduğumuz -eskide pek olmayan- zaman hallerini de iyi bir gözlemci vasfıyla sıralıyordu yazar. Okuyucuya, yani bana bir tatil tadında, ciddi iki kitap arasında ve şu sıkıntılı pandemi sürecinde, kafayı takmadan ve yormadan çokça eğlenceli bir zaman yaşatıyor, bolca da güldürüyordu.

Evleneceğin kız ille de kır düğünü diyorsa... Sosyal medyaya takılan kızın yakasını ko gitsin... Ayağının bir numara küçük olduğunda ısrar eden kızlar... Angelina Jolie dudağı yaptıran kızlardan kaç... Bilgi yarışmaları kızlara yasak olsun, kültür kızlardan korunsun... Koçyiğitlerden biri festival kızının eline düşmeyegörsün... Master yapmaya doymayan kızlar "para tuzağı" gibidir... Kuaför çıkışı görmediğin kızla sakın evlenme... gibi başlıklara sahip, gülümsetirken fark ettiren 40 civarı, bir kaçı en azından bana sayfa doldurmak için hızla yazılmış tadı veren -yazarın deyimiyle- risale var 236 sayfalık kitapta. Yeniyetme bir delikanlının pek tatlı şımarıklığında, büyümüş de küçülmüş yaşlarımın bilgiç hallerinden birinde olsam muhtemeldi ki bayılırdım ve ne kitap ama kategorisine çıkarır, arkadaş buluşmalarında kitaptan edindiklerimi bir güzel de satardım! 

 

Ama şimdi; "Erkekler evlenmeden önce; evlenecek erkek çocukları olan anneler hemen; açık vermek istemeyen kızlar da istedikleri zaman okusun ve bu kitaptaki uyarıları alacak erkeklerden önce pozisyon belirlesinler," diyerek, bu kitabı satın alsınlar gibi bir öneri de bulunmayacağım tabii ki.

Benimkisi, kendi akıp giden zamanıma enn kitaplarım mertebesinde olmayan ama güldüğüm ve gazete yazılarını sevdiğim bir yazarın kitabını katmak, ondan söz ederken zamandaki bir başka dünyanın farkına varıp gerçekliğini kabul etmek, düşünmek ve eğlenirken -yazarak- paylaşmanın tadını çıkarmak.

  Hepsi bu!



*Mim-Kadın ne ister?


*Haftalık Gazete, Sebahattin Duman yazıları.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP