21 Kasım 2017 Salı

Giderken Hatay,

 8 Kasım 2017


Bilet üzerinden sıkıntılı bir süreç yaşanmış olmasına rağmen ki kendisi başlı başına bir yazı konusu olacak; tüm aktarmaları zamanında, kusursuz bir makine düzeninde, THY'ye şükran duyulacak derecede aksaksız bir seyahat oldu, dönüşüyle birlikte.

Özellikle İstanbul Hatay arası, bugüne kadarki en keyifli uçuşlarımızdan biri olmayı başardı. Anadolu'yu bir ucundan diğerine günün en güzel saatlerinde, 10000 feetin üzerinde geçerken, ülke doğasının sunduğu manzaralar tartışmasız dünyanın en güzellerindendi. Üstelik bu kez uçağımızın koltuk araları fazlası ile rahat, koltuklarımız fazlası ile konforluydu. Sanki de  manzaraların ve de uçuşun keyfini dibine kadar yaşayalım diye özellikle seçilmişti uçak. Sandviç ve kahve hiç bu kadar keyifle eşlik etmemişti bir yolculuğa. Yoksa gideceğimiz şehirde yaşayacağımız keyfin fragmanı mı idi olan biten her şey?


Üç ay aradan sonra yenilenmesi biten pistimizde ilk uçuş günü, ki bu yenilenme nedeniyle bir gün ötelenmişti biletimiz. Bu da bir günlük kayıp olmuştu bizim için. Oysa biz önce Gaziantep lezzetleri için Gaziantep'e uçacak, dönüşümüzü de direk Hatay'dan yapacaktık. Sonra bundan vazgeçmiştik. Buna üzüldük mü? Tabii ki hayır. Hatta daha iyi bir karar olduğunu bile söyleyebiliyorum şimdi.

Aslında uzun uzun anlatılabilecek bir aksiyon da içeriyor gün. Bu bir gün önceden belli. Bu konuyu kendimize özel bir anı olarak, kısacık ip uçları ile tarihe not düşüyorum. Bu yazı serisinde daha fazla bahsetmeyeceğim bundan. Belki bir gün, bir Olay Yeri İnceleme'de yer alır, kim bilir!

Bir yolcumuz var başkente uçacak. Bir can arkadaş. Onu yolcu etmemiz gerek. Uçuşu bizden önce. Kahretsin ki Ankara'dan gelecek uçağı, Esenboğa'dan iki saat rötarla kalkacak ve biz önce uçmak zorundayız. Bu güzel değil.

Aklımız onda ve uçuyoruz.

Muhteşem bir kalkış, bir pamuk yumuşaklığında kesildi tekerler pistten. Kaptanımızı çok takdir ettik. İçimiz güven dolu. Yolun keyfini çıkaralım o halde. Günün ilk kahveleri ve kaşarlı sandviçler... Aktarma için Sabiha Gökçen'e vardığımızda, öyle güzel buluşuyor ki pistle tekerler. Hava pırıl pırıl.

Can arkadaşın rötarının iki saat daha uzadığını öğreniyoruz. Bu da güzel değil. 30 dakikalık yola 4 saat rötar! Telefonla sürekli iletişim hali her iki noktadaki arkadaşlar ve aile ile. Biz merkezli bir koordinasyon çabası. Oysa hafta sonu ne de güzel saatleri birlikte geçirmiştik Kuş Cennetinde; su basar ormanlarında şahane bir kahvaltı yapmış, bol bol fotoğraf çekmiş, toptancıya balık teslim anına denk gelmiş, göl içindeki bir adada yaşayan ve bizi evine davet eden Enver Abi ile tanışmış, günün finalinde de ennnnnnnnnnnn sevdiğimiz mekanlardan birinde, onun isteği ile deniz manzarası eşliğinde ve onun bayıldığı, şahane bir rakı keyfi yaşamıştık.


Dağların arasından süzülerek, adeta bir Hatay görsel şöleni sunularak alçalıyoruz Amik Ovası üzerindeki havaalanına. İlk izlenimim ve benzetmem, burası Tel Aviv gibi oluyor. Toprak kokusu, renkler, Ortadoğu coğrafyalarını çağrıştırıyor. Seviyorum havaalanını.

Yanında kocaman 13 TL levhası asılı olmasına rağmen, "onlar 18 biz kişi başı 20 TL" diyerek bizi aşırmaya çalışan "bıçkın" taksi şoförüne "13 yazıyor ya" deyip, es geçiyor ve Havaş'a konuşlanıyoruz. Varoşlardan şehre giriş biraz hayal yıkıcı oluyor ama havalanından çıktıktan sonraki "Türkiye'ye Hoş Geldiniz" yazısı sevimli geliyor. Ama sonraki günler, tanıdıkça şehri ve insanları, dönmesek mi derken buluyoruz kendimizi.

Köprünün başındaki durakta bırakıyor bizi kibar şoförümüz. Dönüşte kullanacağımız en yakın durağı da tarif ediyor bize. Şimdi istikametimiz otel. Sokak aralarında yürüme fikrindeyiz. İlk karşılaştığımız şu yukarıdaki şahsiyete bayılıyoruz. O ne duruş öyle! Artık adamımız o bizim.


Belki de bazı lezzetler ve mekanlar için, Hatay'ın neresinde kalırsanız kalın en çok kullanacağınız cadde bu. Üstelik bi akşam duyduğumuz müzik sesinin peşine takılarak gelip konuşlandığımız bankta dinlemeye doyamadığımız, övgü sözcüklerimizi bizzat beyan ettiğimiz ve önerilerde bulunduğumuz şahane sokak çalgıcılarının caddesi. Otel yolumuz. En sevdiğimiz, en karizmatik, şu yukarıdaki muhteşem Hatay'lının trafiğe kapalı caddesi... Saray.

Ve kısa sürede dışarılara, yerel lezzetlere, muhteşem ve daracık sokaklara atmak için kendimizi, geniş bir çevre turunun ardından, binasına ve düzenlenmesine bayılacağımız sevgili otelimizdeyiz.


Önce... sıcağı sıcağına bir kaç fotoğrafını çekmeliyiz ama. Balkonumuza bayılıyoruz. Mutlaka, akşamlardan birinde, o balkonda bir bira.. ya da şarap. Kesin karar. İçilmeli! Mini bar bağırıyor. Fiyatlar makul. Ve  o güzel akşamki bir fotoğraf, buralı bir arkadaştan gelen, bir binanın fotosu için dikkat çeken mesaja, öyle güzel bir cevap olacakmış ki...

Meğerse!

Şu an düşünüyor ve hayıflanıyorum ki, 10 Kasım akşamı, Cumhuriyetimiz için önemi büyük bu şehirde, üstelik o balkonda, sadece Ata'ya, bir kadeh rakı içmiş olmalıydık.

Kesinlikle!

Bu türden ritüelleri sevmeyen biri olsam da...


Devamı

17 Kasım 2017 Cuma

Hatay'dan gelmiş biberli ekmek buldum sabah masamda!





2 Haziran 2016 

Şefin harikalar yarattığı bir sabah oldu yine bayanım. Kendisine, "şefin usulüyle üç peynirli, İtalyan esintili Alanos Pizzası" adına verebiliriz şimdilik... Dün mü, önceki gün mü yaptığımı şimdi hatırlayamadığım yumurta şaheserlerimden biri esnasında planlamıştım bayanım, muhteşem oldu valla.

Kısaca özetlemeye çalışırsam; önce Sürmeli Ekmeğinin tabanını incecik kestim bayanım. Neredeyse bir tül gibi... Sonra, onu tost makinesine yerleştirdim. Azıcık kızarttım ve tabağa aldım. Sonracıma bayanım, üç peyniri hazır ettim. İnce doğradığım domatesleri içine fesleğen ve kekik koyulmuş zeytinyağında dinlenmeye bıraktım. Biraz fesleğen ve biraz kekiği de bir kenara ayırdım. Sonra ennn sevdiğim bayanım, tereyağını tavaya koyup erittim, belli bir noktaya gelince ki şefin marifetlerinden biri bunu saptamak, kızarmış tabanı tereyağına atıp, biraz ısladıktan sonra tekrar tabağa taşıdım.

Ardından, önce Sürmeli Peynirini attım aynı tavaya... tabii ki uygun incelikte ve uygun boyutlarda kesilmiş olarak. Onun üzerine zeytinyağında beklettiğim missss kokulu domatesleri yerleştirdim. Onun üzerine Kars Kaşarlarını, onun da üzerine tel tel ayrılmış Çeçilleri. Üzerini bir kapakla kapatıp -tabii ki- uygun ateşte bir kaç dakika kaynaşsınlar ve kolektif bir şarkı tuttursunlar diye bir süre beklettim onları.

Sonra bayanım, yani vakti zamanı gelince, bir yumurtanın önce beyazını koydum tereyağlı tavaya, sonra da sarısını. Pul biber, karabiber, kalan fesleğenler ve kekikleri de ekledikten sonra, çok kısa süre kapağı kapalı ama kısık ateşte pişirdim kendilerini... ardından da kapattım ocağın altını. Tabii ki yumurta sarısını rafadan bırakmayı ihmal etmeden.

Demlenlenmekte olan kahvemi fincana döktükten hemen sonra da açtım kapağı ve buluşturdum tereyağı değmiş, kararında kıtırlaştırılmış tabanın üstünde hepsini.

Ve ennnnn sevdiğim bayanım, bu renk ve koku cümbüşünün üstünde, tavadaki iyice aromalanmış tereyağını gezdirdim bir süre. Âlâ oldu bayanım valla. Yapacağım sana da.

Aldım bayanım listeme kitabı*, şu son bina bitsin koca bi sipariş vereceğim zaten.

Aynı sen desem mi demesem mi bilemedim şimdi araba konusunda. Ben valla çok güvende hissediyorum kendimi senin yanında. Tamam biraz arabanın önünden gidiyorsun bazen, daha bişi olmadan olacakmış gibi hissediyorsun, ama bu, sana alışınca insan, hiç de panik sebebi olmuyor bayanım. Biraz daha büyüyünce bunu da aşacaksın zira. Daha küçüksün be bebeğim.

Yerim ben seni be!

Sanki bugün bende yazma potansiyeli yüksek gibi bayanım, çok yazı kursam da kafamda, işler güçler nedeniyle yine yazamayacağım sanki. Gerçi kafada hazır epey yazı var ki biri yazıldı zaten, Gramofon. Sadece işlenecek. Diğeri sokaklar ki bu türü yazmak benim için kolay, bugünkü menünün tarifini yazabilirim ayrıca, ve de şu cenaze sürecinde Tırtıl'la sessiz ilişkimizi anlatan bir olay yeri inceleme muhteşem olur kanımca. Kurdum cümlelerin çoğunu aslında kafamda. En azından dört yazının tema'sı belli bayanım, bi gaza gelirsem yeni bir Kars yazısı yazma serüveni başlar bende.

Valla bayanım içimdeki yazma aşkı tavanda, ama hep şu inşaattaki işini eksik yapanlar yüzünden uzaklaşıyorum ekran karşısından. Lakin çalışma odam olunca, daha tecrübeli ve eskisinden daha motive bir "yazar " olarak, çok daha aktif bir blogger olacağım kesin. Üstelik daha çok gezme, yeme içme fırsatına sahip bir yazar bu. Bi de muhteşem bir motivasyonu var dibinde, aklında, kalbinde.

Bak yine heyecan yaptım ya!

Ne uzattım di mi ama?


*Hatay'dan gelmiş biberli ekmek buldum sabah masamda. 31 Mayıs 2016

 *Fotoğraf 10 Kasım 2017 Hıdırbey-Hatay

*Kitap: Ferzan Özpetek-Sen benim hayatımsın.

7 Şubat 2017 Salı

Kastamonu Pastırması İle Şahane Bir Lezzet Seyahati

Öncesi 

Eski ve yol üzerindeki kısmen yıkık konağın üst odasının tavan aralığından görülen ayın, soğuğun yarattığı pusla birlikte vampir filmlerindeki türden bir ürperti yarattığı saati epey geçmişken konaktan çıkıyoruz. Güneş en şefkatli hali ile anne örtmesi gibi usulca sarmalıyor Kastamonu'yu. Kale göz hizamızda. Zaten hangi noktasına gitseniz Kastamonu'nun, kale ile  aranızdaki ilişki sonlanmıyor.

Kale konusunda genel tavsiye  bir araçla dibine kadar gitme doğrultusunda. Bunda haklılık payı var. Bilinen ve tariflenen yolu kullanırsanız, özellikle kış şartlarında yokuşunu yürüyerek çıkmak gerçekten zor. İnerkenki halimizden biliyoruz. Lâkin şunu da biliyoruz ki sürüden ayrılıp da bilinen yolları kullanmadığımızda olağanüstü sürprizler bizi bekliyor.


Ama önce hayalini kurduğumuz ve planladığımız üzere sabah kahvaltısında yerel lezzetlerin önde gelenlerinden etli ekmeği tatmamız gerek. Açıkçası, değişik Kastamonu gelişlerinde tadına bakmışız. Bizde bıraktığı tat hiçbir zaman derin olmamış. Önceki hallerimizin gözünde bir tür gözleme kendisi. Ama bu kez şehirle ahbaplık kurmak için buradayız.

Kambur Köprüyü bir kez daha geçiyoruz. Nasrullah Camii Külliyesine geçtiğimiz bu köprü, aslında yapıldığı dönemde külliyenin bir parçası imiş. Konağımızın konumu itibariyle sıklıkla kullanmamız gerekeceğini henüz bilmiyoruz. Sağımız solumuz bedestanlar ve hanlarla dolu. Hedefimizde, bilinen en meşhur pastırmacı var. Milor'dan geçer not almış üstelik. Tabakoğlu. Gerçi Milor tarafından popüler hale getirildikten sonra aynı lezzette olduğu ve aynı işlemle, güneşte kurutularak üretildiği, konusunda şüphelerimiz var. Dedikodu yapıyoruz. Başka bir yer mi bakınsak acaba? Arıyoruz.


Sağımız solumuz pastırmacı. Aaaaa Bülbüloğlu'nun satış mağazasası da burada! Bu güzel, çekme helvalar buradan. Üretim noktasına gitmeye gerek yok. Ve Tabakoğlu göründü. Eğer tanıtım sonrasında turistlerin mutlak uğrak yeri olan bu mekanlar bozulduysa hepsi bozulmuştur. Ortak kanımız bu. O halde en güvenilir olana girelim. Doğramacı genç abi makineden hızlı, dükkanın bi köşesinde şahane bir şov sergiliyor. Helal olsun. Yakışıyor. Yeminle derim ki makine bu hızda kesemiyor pastırmayı. Bi de bu kadar ince. Bu arada bu mekanda kesim için makine kullanılmıyor.


Döndükten sonra  bi akşam rakı gecesi için ayırdığımız pastırmalardan biri ile gölge oyunu bile yaptık, bu yazı için. Aha bu kadar ince işte. Bi de dağılıp gidiyor ağızda... Sıradan pastırma bi şekilde yapışır ya ağzımızın orasına burasına damağımıza, bunlarda kesinlikle o yok. Muhteşem bir tat bırakarak eriyip gidiyor ağızda. Rakınız İzmir'in mavisi olsun ama. Vallahi çok yakışıyor.


"Günaydın, hayırlı işler. Bize iki kişilik pastırmalı ekmek içi için pastırma verir misiniz?" Bunu söyleyin, çünkü pastırmalı ekmek için hazırlanan pastırma çemensiz. Sonuçta gün boyu yürüyüp enerji harcayacaksınız değil mi! Ufak bi açıklama yapmam gerekirse pastırmalı ekmek, etli ekmeğin pastırma ile yapılanı. Abi nereden geldiğimizi sordu. Samsun deyince, "Siz pazar günleri pide yersiniz biz de bunu." deyiverdi. Sohbet güzeldi. Pazar günü açıklar ve asıl alışveriş o güne. Taşköprü sarımsakları da göz kırpıyor bu arada. İçimizi alıp, onların da önermesi ile ama zaten tercihimiz olan hemen yandaki Kaya Restoran'a geçiyoruz.


İlgi süper. Saat erken ve lokanta henüz boş. "Sizi üst kata alalım, ora daha sıcak." Ocağın başı da güzeldi ama! Pişen etli ekmekleri izlerken dibindeki bir masada yemek ve fırının kokusunu hissetmek daha keyifli olabilirdi.

Üst kata çıkınca ise bayılmaca. Kadim bir çarşıya ve kadim binalara üsten bakış. Bir zaman yolculuğu. Muhteşem. Çok uzatıyorum farkındayım. Oysa üç yazıda hallederim demişim Kastamonu'yu. Halt etmişim. Pastırmadan çıkacağım bile meçhul şu yazıda. Artçıları müthiş bir şehir. Derinliği olan bi şarap gibi. Bitimi muhteşem. İz bırakıyor.


Fırın kısmına bıraktığımız pastırmalar soğan ve baharatlarla karıştırılıyor, sadece hamur ve çaylar müessesenin.* Elbette malzemeleri kendileri de koyuyor etli ekmek yapan mekanlar ama bu yol daha keyifli. Pastırmalı ekmekler geldi. Muhteşemler. Seyretmelik. Tüm zamanlarda yediğimiz etli ekmeklerden daha tok ve daha çıtır ve  klasik gözleme hissiyatından uzak bi hamur. Pide ile gözleme arası bişey bu. Şahane. Adamlar yapmış abi! Bunda pastırmalı olmasının da rolü olduğunu kabul ediyoruz elbet. Çıtırlığa katkı. Uzun bir seyir. Üzerine hayranlık yorumları... Fotoğraflama ve yıllar yıllar öncesine ışınlanmış bir atmosferde ilk lokma ile kendinden geçip gitme. İşte bu. Şehrin en iz bırakan ve bu, bu şehre özgü dedirten bir lezzet. Unutulmaz bir çıtırlık. Muhteşem bi uyum; pastırmalar ile hamur ve üzerlerine sinmiş odun kokusu arasında. Usta işi bir sonuç.  Sıcak çay ve olağanüstü manzara eşliğinde kadim zamanlara gitmek ve güne başlamak adına şahane bir lezzet seyahati. Daha ne olsun.



*İki kişilik etli ekmek için pastırma 20 TL. çay, hamur, soğan, baharatlar ve pişirme 15TL.

Kale yolu yokuştur ama sürprizlere de açıktır ile devam edecek inşallah:))

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP