17 Haziran 2016 Cuma

Sinemamız açılmamak üzere kapanmıştır

Tıfıl çağların okullu aşklarından birinde, bir sinema salonunda, ellerinizdeki sıcak sanki yüreği gibidir. Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran bütün hücrelerinizi; ''Ne yaparım ben şimdi,'' dediğinde Asya...

Selvi Boylum Al Yazmalım


Sinemanın, televizyonun etkisinde bir duraklama dönemine girmediği, insanların şık giyimlerle, kadınların özenle taranmış ya da kuaförden çıkmış saçlarla geldiği, sezonluk kombinelerin alındığı 70 li yılların başlarında; filmlerin ilk gösterimlerine (bir anlamda galasına) sahne olan cumartesi 18 seanslarından birinde, aileye o gün eksik birinin yerine eklenmiş bir ufaklık olarak izle-yeme-miştim filmi... Bu ambiyans her ne kadar egolarıma gaz verse de, ailenin sınıfsal bir sıçrama yapması arzusuyla yanıp tutuşan ''en amcamın'' tutkunu olduğu, az uzağımızdaki kalabalıkta duran; siyah saçlı, siyah elbiseli sevgili hayaline de abone olunduğunu hissedebiliyordum...

İtalyan Usulü Soygun


2001 ekonomik krizinin ortalığı karmakarış ettiği can sıkıntılı bir günde okulu asmış çocuk gibi işleri olduğu yerde bırakıp bir öğleden sonra sığındığım sinemada, tek başıma izlemiştim filmi... Benim, o gün müthiş bir terapi ile güven yükleyerek sinemadan hayata çıkışımı sağlayan, bana hissettirdikleri ve üzerimde yarattığı olumluluk etkisiyle unutamayacağım bir film olmuştu.

Cahil Periler


Kızlı erkekli konserde, bir yazımda ''kiminin bir konser salonunda bütün sıcaklığı ile omuzuma düşen baştaki içten, saf romantizmini... sevdim,'' diye söz ettiğim kız, özellikle benim yamacıma denk getirilmişti, ve gecenin geç bir vaktinde onu eve bırakma görevi de bana yüklenmişti. Bundan şikayetçi olmuş muydum? Tabii ki hayır. Uzun süre kalabalık bir grup halinde yürüdüğümüz konser çıkışında, o gün ve bugün hâlâ şehrin en güzel kadınlarından olan kişinin önerisiyle kapı zillerine basa basa yürümüştük, hem de camlara çıkıp bas bas bağıranları en masum cümlelerle başka kişilere yönlendirerek...

Konser, hayatımızda izlediğimiz ilk yabancı grup konseriydi. Ve siyasetin kanlı bıçaklı günlerinde aksi gibi karşıt görüşlü grupların hakimiyetindeki bir bölgedeydi konserin sahnelendiği sinema salonu... Ama gerekli önlemler fazlasıyla alındığı için, hiç giremediğimiz bu bölgede herhangi bir kazaya da uğramamıştık.

Evvel Zaman Önceki Bir Konser Gelince Akla


Sinema, karanlık salonda bir gerilim filmine nefesi tutulmuş insanları tıfıl bir fırlamalıkla, en arka koltuktan tahta koridora bırakılmış kola şişesinin yuvarlanırken çıkardığı tıkırtıyla hoplatmaksa... Okuldan tüyülmüş bir filmden çıkmış evinize giderken, bütün yürüyüşünüzü, evde yemek yiyişinizi, yatışınızı, dağın başında yaktığı ateşte fasulyesini pişirip kahvesini içen kovboya döndürmekse...

Dışarıda lapa lapa kar yağarken, bir sinema salonunda birbirinizin sıcağına sarılmış, filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay etmekse... Soğuğun sizi hâlâ sinema koltuğunda kalmış sıcaklıktan uyandırmasına izin vermeden, yine de üşümüş ve sokulgan adımlarla gittiğiniz kafelerde memleket üzerine bilmiş bilmiş tahliller yaparken; aslında aşkla sevdiğiniz, bunu her ikinizin de bildiği ama söyleyemediği sınırda sevgililerin, zamanı durdurmak isteyen nefes nefese sohbetleriyse... 

Bir an gelir fark edersiniz ki, bir zamanlar siz de bir oğulsunuzdur. Bir gün, sıcak bir el elinizde, karanlık bir sinemada tarifsiz duygularla bir ilk film izlemişsinizdir. Sonra, yıllar yıllar sonra, bir oğulun ellerinin sıcağı ve sığınmışlığı avuçlarınızdadır. Yan koltukta, karanlığın tedirginliğinde, o mekândan çıkma arzusuyla perdedekilerin renkliliği arasında sıkışmış bir kalbin attığını fark edersiniz. Yüreğinizde sıcacık bir şefkatle yüzünüze hüzünlü bir tebessüm çöker. ''Cinema Paradiso,'' budur işte!.. Hiç bitmeyen mutlu bir şarkı. Bugün, cüzdanıma yer etmiş notları ayıklarken elime iki kişilik bir bilet geldi; Konakplex, salon 2 , 7.sıra, yer no 7 ve 8... Üzerine 22.04.2006 Vahşi Doğa diye tarih atılmış... Bu, küçük oğulun sinemada ilk film izleyişinin bileti... Şimdi! Sadece aradan geçen iki yıl sonra; o çocuğun, kendi beğenilerini oluşturan bir kimlik olarak, kendi inisiyatifiyle bir sinema sitesinde profil oluşturup kendi filmlerine yorumlar yapıyor olmasından daha başarılı ne olabilir ki? Bir baba için...

Hiç Bitmeyen Mutlu Bir Şarkı 

Bir kaç kuşak için derin anıların mekânı, yerel gazetelerin Konak adını baz alarak 42 yıllık dediği aslında 60'ların başında Emek adıyla açılmış, bana tıfıl çağlardan itibaren çok şey öğretip hayatıma muhteşem anılar katan  Konak Sineması'na şükranlarımla...

27 Mayıs 2016 Cuma

İftarlık Gazoz

04/02/2016

Filmi izlerken çok iyi bildiğim bir dünyadayım. Olağanüstü bir Cem Yılmaz var perdede. En çok onunla ilgili cümleler kuruyorum. Büyük adam. Hokkabaz'dan sonra bir kez daha, dokunaklı, içe oturan, boğazda bir yumru ile kahkahalar arasında gidip gelinen muhteşem bir film. Olağanüstü bir sinema serüveni. Üstelik de Kars'tayız. Şehir Sinemasında. En keyifli akşamlar hanesinde bir çentik daha.

Hikaye çok  sağlam, gerçeğin ta kendisi. Tıpkı o yıllar. Afiş akşamlarının yaz kokulu saatlerinde gelip geçen polislerden sakınmak için saklandığımız duvar arkalarındayım. Okan Efe Parlar müthiş. "Abi sen sahi misin?" diyesim geliyor; o ağlarken, bunalırken, tereddütler yaşarken, nefsi ile mücadele ederken ve kan ter içinde kalırken... Berna rolünde Greta Fusco şahane. Adını hatırlayamadığım büyümüş Berna ise  mıhı çakıyor kesinlikle.

O tutuyor diye bırakamıyorsan orucu. Küçücük bedeninle çekiyorsan tüm ızdıraplarını. Bunun adı aşktır, abi. Hem de tüm efsanelerdekinden daha büyük bir aşk.

Görüntü yönetimi, oyuncu yönetimi, müzikler, filmin renkleri, mekanlar, döneme dair ayrıntılar, arada kalmışlıklar, insani çelişkiler, komiklikler ve hüzünler, ustalara saygı göndermeleri, muh-te-şem.

Ve anne rolünde Ümmü Putgül. "Ablam be içimizi ne dağladın." deyip başka da bir şey diyemiyoruz.

O ne final öyle! İki "sıradan" sahnede bir büyük aşk ve evlat acısı ancak bu kadar yüreklere yer ettirilebilirdi. Ettirdi. Göz uçlarına ancak bu boyutta damlalar dizebilirdi. Dizdi.

Sadece mimik ve simgelerle bitiyor film.

Biriktirilmiş ve de saklanmış, finalin yıldızı gazoz  kapaklarını görünce; göz kapaklarının önüne set koyabilenler, sözde çaktırmadı. Tutamayanlara helal olsun.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Dalga Köpüğü Kadar Hafif Şahane Bir Sabah

 Temmuz 2015

Uzun uyumuşum. Uyandığım saat mevsim normallerini epey geçmişti. İlk uyanma esnasında dışarı baktığımda güneş, erken vakitlerin biraz üzerinde bir yerdeydi ki normalde o saatlerde ben kalkar, kahvaltıya dalardım. Bu kez iyice relaks hale gelmiş beynim sayesinde, bi güzel kadını hayal ederek vurdum kafayı.

Derin uyumuş, güzel rüyalar görmüşüm. Uyandım ki saat o...oooooo olmuş.


Mutfağa daldım. Geceden bırakılmış bulaşıklara bu kez hiç dokunmadım. Çöp kutusu ağzına kadar doluydu. Onu toparlayıp dışarı çıkaracaktım ki ne göreyim; altından sızdırıyor. Sakinliğimi muhafaza etmeyi başardım. Önce bağlayıp dışarı aldım, sızdırma merdiven taşlarına da değince, yine aynı sakinlikle bi poşet daha geçirdim ve kendisini istirahate bıraktım. Bunla kalmadım; çöp kutusunu da deterjanla bi güzel yıkadım. Balkona atıp kuruttum. O esnada güvece giriştim.

Şimdi uzun uzun anlatmayacağım tabii ki. Ne kullandım, nasıl yaptım, kaç dakika fırında tuttum gibi. Çünkü, mektubun an itibari ile büyüklüğüne bakınca varacağı yeri tahmin edebiliyorum. Hafazanallah yani.

Bu arada kitap ile ilgili izlenimleri merakla bekliyorum. Yalnız sonuç ne olursa olsun, o kitabın reklamı ile karşılaştığımda, kapağından ve isminden aldığım hoşluğun, kafamda şekillendirdiklerinin tadını hiç bir zaman unutmayacağım, çok keyifli idi. Fakat bunda kurduğumuz gezi hayallerinin ve kalınacak yerlerin -hayali- görsellerinin etkisi büyük. Konstantiniye Oteli ya!

Çok keyifle yedim yaptığım güveci. Kurduğum hayaller ve güvecin değişik versiyonları üzerine tıp durumu alacağım.

Daha önceki paragrafta da belirttiğim üzere hiçbir fren sistemi an itibari ile beni durduramaz. Ancak ve ancak kendim kendime engel olabilirim ki o irade de sanki mevcut bende. Sadece devreye girmesi önemli. Bakacağız artık. Lakin bu gayretin sebebi şu tatil gününün tamamını ekran başında mektup okuyarak geçirtmemek içindir. Kaygılıyım yazarken vallahi.


Bu akşam ve sabah gördüm ki ve üzerine düşündüm ki ve hissettim ki ben yazı yazmayı çok istiyorum. Hayalimden bir sürü başlık altında bir sürü yazı yazıyorum ama bir sabırsız ve tembel yanım da var işte.

Güveç kaynayacak ben gevezeleştikçe. O nedenle sadece fotoları koyacağım ve bu arada bir de küçük not vereceğim: İlk lokmayı aldığımda, yumurta koymayı unutmuşum iyi mi. Sonra kırdım. Gecikmenin verdiği bir tık az pişme hali olsa da sonuç süperdi. Sanki sadece fotoğrafla bırakmayı planlarken epey sır da verdim, çenemi tutamayıp.

Buna özlemek diyoruz sanki, muhtemeldir ki çooooooooookkkkkkkkkkk geveze olacağım yakın bir günde.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP