27 Mayıs 2016 Cuma

İftarlık Gazoz

04/02/2016

Filmi izlerken çok iyi bildiğim bir dünyadayım. Olağanüstü bir Cem Yılmaz var perdede. En çok onunla ilgili cümleler kuruyorum. Büyük adam. Hokkabaz'dan sonra bir kez daha, dokunaklı, içe oturan, boğazda bir yumru ile kahkahalar arasında gidip gelinen muhteşem bir film. Olağanüstü bir sinema serüveni. Üstelik de Kars'tayız. Şehir Sinemasında. En keyifli akşamlar hanesinde bir çentik daha.

Hikaye çok  sağlam, gerçeğin ta kendisi. Tıpkı o yıllar. Afiş akşamlarının yaz kokulu saatlerinde gelip geçen polislerden sakınmak için saklandığımız duvar arkalarındayım. Okan Efe Parlar müthiş. "Abi sen sahi misin?" diyesim geliyor; o ağlarken, bunalırken, tereddütler yaşarken, nefsi ile mücadele ederken ve kan ter içinde kalırken... Berna rolünde Greta Fusco şahane. Adını hatırlayamadığım büyümüş Berna ise  mıhı çakıyor kesinlikle.

O tutuyor diye bırakamıyorsan orucu. Küçücük bedeninle çekiyorsan tüm ızdıraplarını. Bunun adı aşktır, abi. Hem de tüm efsanelerdekinden daha büyük bir aşk.

Görüntü yönetimi, oyuncu yönetimi, müzikler, filmin renkleri, mekanlar, döneme dair ayrıntılar, arada kalmışlıklar, insani çelişkiler, komiklikler ve hüzünler, ustalara saygı göndermeleri, muh-te-şem.

Ve anne rolünde Ümmü Putgül. "Ablam be içimizi ne dağladın." deyip başka da bir şey diyemiyoruz.

O ne final öyle! İki "sıradan" sahnede bir büyük aşk ve evlat acısı ancak bu kadar yüreklere yer ettirilebilirdi. Ettirdi. Göz uçlarına ancak bu boyutta damlalar dizebilirdi. Dizdi.

Sadece mimik ve simgelerle bitiyor film.

Biriktirilmiş ve de saklanmış, finalin yıldızı gazoz  kapaklarını görünce; göz kapaklarının önüne set koyabilenler, sözde çaktırmadı. Tutamayanlara helal olsun.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Dalga Köpüğü Kadar Hafif Şahane Bir Sabah

 Temmuz 2015

Uzun uyumuşum. Uyandığım saat mevsim normallerini epey geçmişti. İlk uyanma esnasında dışarı baktığımda güneş, erken vakitlerin biraz üzerinde bir yerdeydi ki normalde o saatlerde ben kalkar, kahvaltıya dalardım. Bu kez iyice relaks hale gelmiş beynim sayesinde, bi güzel kadını hayal ederek vurdum kafayı.

Derin uyumuş, güzel rüyalar görmüşüm. Uyandım ki saat o...oooooo olmuş.


Mutfağa daldım. Geceden bırakılmış bulaşıklara bu kez hiç dokunmadım. Çöp kutusu ağzına kadar doluydu. Onu toparlayıp dışarı çıkaracaktım ki ne göreyim; altından sızdırıyor. Sakinliğimi muhafaza etmeyi başardım. Önce bağlayıp dışarı aldım, sızdırma merdiven taşlarına da değince, yine aynı sakinlikle bi poşet daha geçirdim ve kendisini istirahate bıraktım. Bunla kalmadım; çöp kutusunu da deterjanla bi güzel yıkadım. Balkona atıp kuruttum. O esnada güvece giriştim.

Şimdi uzun uzun anlatmayacağım tabii ki. Ne kullandım, nasıl yaptım, kaç dakika fırında tuttum gibi. Çünkü, mektubun an itibari ile büyüklüğüne bakınca varacağı yeri tahmin edebiliyorum. Hafazanallah yani.

Bu arada kitap ile ilgili izlenimleri merakla bekliyorum. Yalnız sonuç ne olursa olsun, o kitabın reklamı ile karşılaştığımda, kapağından ve isminden aldığım hoşluğun, kafamda şekillendirdiklerinin tadını hiç bir zaman unutmayacağım, çok keyifli idi. Fakat bunda kurduğumuz gezi hayallerinin ve kalınacak yerlerin -hayali- görsellerinin etkisi büyük. Konstantiniye Oteli ya!

Çok keyifle yedim yaptığım güveci. Kurduğum hayaller ve güvecin değişik versiyonları üzerine tıp durumu alacağım.

Daha önceki paragrafta da belirttiğim üzere hiçbir fren sistemi an itibari ile beni durduramaz. Ancak ve ancak kendim kendime engel olabilirim ki o irade de sanki mevcut bende. Sadece devreye girmesi önemli. Bakacağız artık. Lakin bu gayretin sebebi şu tatil gününün tamamını ekran başında mektup okuyarak geçirtmemek içindir. Kaygılıyım yazarken vallahi.


Bu akşam ve sabah gördüm ki ve üzerine düşündüm ki ve hissettim ki ben yazı yazmayı çok istiyorum. Hayalimden bir sürü başlık altında bir sürü yazı yazıyorum ama bir sabırsız ve tembel yanım da var işte.

Güveç kaynayacak ben gevezeleştikçe. O nedenle sadece fotoları koyacağım ve bu arada bir de küçük not vereceğim: İlk lokmayı aldığımda, yumurta koymayı unutmuşum iyi mi. Sonra kırdım. Gecikmenin verdiği bir tık az pişme hali olsa da sonuç süperdi. Sanki sadece fotoğrafla bırakmayı planlarken epey sır da verdim, çenemi tutamayıp.

Buna özlemek diyoruz sanki, muhtemeldir ki çooooooooookkkkkkkkkkk geveze olacağım yakın bir günde.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Sürmeli Köyü

Orda Bir Köy Var

Ekolojik tarım ve tohum takas şenliği ile yerel yemekler yarışması vardı geçen pazar günü. Şenlikliydi köy. Usule uygun çaldı davul zurna. Pazar yerinde her zamanki ürünlerin yanı sıra ev yapımı yiyecekler de vardı. İzinliydi bu konuda tezgahlar, hem şenlik hem de yemek yarışması nedeniyle. Bayıldık mesela en sevdiğimiz tezgahlardan birindeki kıymalı böreğe, peynirli maydanozlu poğaçalara, elmalı pastalara, tuzu varla yok arası kıyır kıyır çörek otlu küçücük simitlere ve de hayatımızda yediklerimizin en güzellerinden biri olduğu konusunda mutabakata vardığımız asma yaprağından sarmaya. Oturduk korudaki standart masamıza, söyledik çaylarımızı.


Biz bu köye, bu köyün pazarına, hatırşinas ve de güleryüzlü insanlarına bayılıyoruz. Geçen yılki Cumhuriyet Bayramı ertesinden beri hiç bir pazarı eksik bırakmadan buradayız. Pazar kahvaltılarımız o günden beri ağırlıkla köyde. Üç farklı gözlemenin yanına tereyağlı yumurta, bi de semaver çay ekledik mi ne âlâ. Arada bir kahvaltı tabağı da alırız mesela. İçinde gözleme, reçel, peynir, zeytin, tereyağı, mevsim yeşillikleri, pişmiş ya da tercihinize göre sahanda yumurta olan bir menü. Domateslerimizi, salatalıklarımızı, biberlerimizi de getiririz yanımızda. Malumu üzere burası doğal ve organik ürünler cenneti, yaz sebzeleri yaza. Kışın çay ocağının sıcağında.. baharla birlikte de küçük korunun kadim ağaçlarının altında keyiflidir Sürmeli Köyü'nde kahvaltı.


Korunun bir ucunda ateş değirmeni var mesela; koruya da adını veren Hasan Aga ismi ile müsemma.  Öğretmen, aynı zamanda da fotoğraf sanatçısı olan Hüseyin Turgut'un- ki kendisi de o köyde doğmuş büyümüş- Orda Bir Köy Var adlı fotoğraf sergisini görmek için gittiğimizde köyün kahvesine, sormuştuk "Nedir bu ateş değirmeni?" diye.  En efsane Sürmeli fotoğrafını çeken en bayıldığım yol arkadaşımın o gün,  "Sait Faik gibi çıkmışsınız hocam" dediği Kazım Hoca yanıtlamıştı soruyu: Meğerse Amerikalıların Marshall planı çerçevesinde hibe ettikleri bir değirmen türüymüş kendisi. Mazotla çalışıyormuş, bacasından çıkan ateş nedeniyle böyle kalmış halk arasında adı. Sohbete katılan ve de sergi fotoğrafları tümüyle onların portrelerinden oluşan kahve efradının gözlerinden işitmiştik bizzat o günlerin tadını. Çok tatlıydılar. Nasıl da heyecanla katıldılar.


Bu değirmenlerden diğerinin adı ise yazık ki torunlardan gelen -inatçı- bir talep nedeniyle değiştirilmiş. Bu hafta yeni adla görünce, üzüldük açıkçası. İçimiz acıdı. Kurucusu dede yerine değirmenle hiç alakası olmayan oğlunun adı vardı artık tabelada. Bu durumu, orada olması gereken adı tarihe kayıt düşmeyi de boynumun borcu bildim. Bizim için orası gerçek kurucusunun lakabı ile güzel. Muhteşem bir hoşluk ayrıca. Hemen okulun yanında olması itibari ile de ilk sınıflarındaki çocuklar için ne güzel, ne hoş, ne tatlı bir rastlantı.


İnanılması zor ama, köye ait en efsane fotoğrafı da bizden biri çekti. Pazara katılan bir kaç köylü dışında kimselerin gelemediği karlı günlerden birinde. Hafif bir rampayı çıkarken yolun sağında gördüğümüze inanamadık önce. Bu coğrafyanın belli bir kaç yeri dışında ve özellikle doğal ortamda görülmesi pek mümkün değil de ondan. "Geyik!" dediğimde gözler sağa çevrildi. Hafif bir tümseğin üzerinde, yoldaki aracın geçmesini bekleyen yaya gibi duruyordu. Biz de durduk. Göz göze geldik. Olağanüstü şaşkındık. Biraz da ürkeklikten, rekora giden üç adımcı aralıklarıyla geçti yolu, atlayıverdi çitin üzerinden. Şu alemde telefonunu en hızlı o çekebilirdi ve çekti. En bayıldığım yol arkadaşım benim. Efsane fotoğrafların sahibi.


Bir de köyün Kirkittepesi var. Ne var ki bunda demeyin, bir dinleyin. Yamaç paraşütçüleri için efsane bir nokta. Sertifika almak için atlayış yapmaları gereken dört yamaçtan biri. Paraşütçü olmayanlar için de muhteşem bir manzara. Eski bir Rum köyü Sürmeli. Dolayısı ile Yunanistan'dan gelen mübadillerin köyü. Geldiğimiz ilk gün dolaşırken köyü ne hissettiysek aradan geçen 7 ay sonra da aynı hisleri taşıyoruz. Seviyoruz yani Sürmeli'yi. Çok seviyoruz hem de!


Yolda gördüğünüz herkes selamlıyor sizi. Hoş geldiniz diyor gülümseyen gözlerle. Taş evine ve bahçesine bayıldığımız evin sahibesi teyze çay içmeye çağırmıştı mesela bizi. Bahçesindeki 80 yıllık inciri göstermişti gururla. Neredeyse 100 yıllık bir başka şahane eve bakmak için gittiğimizde taze çırpılmış ayranlar gelivermiş, yumurta ve pansiyonculuk üzerine sohbet ederken de evin oğluyla, anneden gelen tereyağlı yumurta teklifini teşekkürlerimizle kabul etmemiştik..


Geniş ve yeşil alanlarda, dere boylarında, korularda ve sürprizler sunan yollarda güzel bir hafta sonu geçirmekse arzunuz Sürmeli'de olmalısınız. Çocuklarınızın yaşama, canlıya, doğaya dokunmaları, keyifli kahvaltıların yanı sıra sağlıklı ürünlerle beslenmeleri adına da olağanüstü fırsatlar sunuyor Sürmeli.

Köyün herhangi bir yerinde bir ağacın üzerinde ya da bir çalılığın kenarında alemin en sevimli sincapları ile karşılaşmanız mümkün. Özellikle yavru sincapları bir şey yerken izlemek eğlenceli. Bir balıkçıla rastlarsanız tarlalardan birinde, sakın şaşırmayın. Üstelik leylekler de geldi. Havada görün!

Gözleme evinde pişmiş sıcak, tereyağlı gözlemelerle güzel bir  kahvaltı, temiz bir hava, sağlıklı ve de eğlenceli bir hafta sonu için her şey var burada. Lezzetli yoğurtlar, misss gibi tereyağları, pastaymışçasına buzdolabına dalıp sürekli atıştırma hissi duyacağınız peynirler, taze sağılmış sütler, şahane köy ekmekleri, salçalar, turşular, erişteler, reçeller, taze köy yumurtaları, pırıl pırıl sebzeler, şahane köy tavukları almak için, ekolojik tarımın aşama aşama ilerlediği, sürekli eğitim alan, üniversitenin desteklediği köylülerin pazarına gelin. Asla pişman olmayacaksınız.


Ekolojik Yaşam Bisiklet Derneği şenlikteydi, geçen hafta sonu. OMÜ Bafra Meslek Yüksek Okulu öğrencileri tohum takas standı kurmuşlardı.  Laf aramızda biraz da hemşehri sınıfına terfi etmenin avantajıyla protokolden bile önce tadıverdik yöresel mutfağın yemeklerini. Çaktırmadan. Sağolsunlar. Mamalika ve kaçamak bilmediğimiz yemeklerdi. Polentaya benzer bir hamur ve ona eşlik eden salçalı yumurtadan oluşan kaçamak muhteşemdi.

Ve.. ve.. ve Hüseyin Abi. Şahane adam. Şenliğe katılan Vali, komutanlar ve belediye başkanlarının hepsinden daha protokol adamı. Yukarı köylerden birinden gelmiş şenliğe. Giymiş takım elbisesini. Elinde çiçeği ile kırmadı ricayı verdi pozunu. Günün adamıydı. Oy birliğimizle.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP