4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kısacık Bir Ara Sıcak

Sanırız en güzeli ve en keyiflisi böyle oluyor: Başka bir sebeple blogun adını yazıp arama yapınca Pamukkale Şarapları'nın Twitter hesabında bir yazımızın paylaşıldığını gördük. Sayfayı açtığımızda geçen yıl aralık ayında yazılmış Bir Yudum Luz Casal başlıklı yazının bu yılın haziran ayının altısında sayfadan paylaşıldığını fark ettik. Yazı tümüyle şaraba atfen yazılmasa da üreticinin hesabında paylaşılmaya değer bulunması sevindiriciydi. Ama daha sevindirici olan ise yazının ilk olarak firmanın önemli adlarından ve aileden Selda Tokat'ın Twitter hesabında paylaşılmış olmasıydı.

Bu doğal olarak sevinçlerimizi zıplattı ve bunu La Paragas tarihine bir not olarak düşmek de keyifli oldu.

3 Temmuz 2012 Salı

Uyandıktan Sonraki 1 saat 39 dakikası

Dün gece hissettiği üzere mutlu ve huzurlu bir uykuya teslim olmuştur. Aslında teslimiyeti sevmeyen anarşist ruhu yine de bu esaretten mutludur. O kadar mutludur ki pürüzsüz bir uyku çeker. "Pürüz" sadece yüzünde kendine mutlak yer bulan ve gece boyunca orada en hayta haliyle takılı kalan tebessümdür.

Sabah olur. Normalde o saate kadar çoktan uyanıp, bir sürü işi halledip, kahvaltıyı aradan çıkarıp, bilgisayarın başında olurken bu kez yatağın içinde ve mırıl mırıldır. Enterasan bir biçimde aklına Rüzgar adlı şarkı düşmüştür. Gülümser, çünkü şarkının sözlerini bile bir iki cümle dışında bilmiyordur. Bu arada etraftan birisi kafayı uzatır ve endişeli soruyu sorar: Hasta mısın?

Pas güzeldir ve bunu asla affetmeyecektir: Evet, hastayım!

Gün yoğun geçecektir, bir görev dağılımı yaparlar ve cenaze işi ona kalır. Telaşlanır; mutlaka kahvenin yanına bir mektup ve şarkı yetiştirmelidir.

Çamaşırları makinaya atar, hızla köpeğinin işlerini halleder, kahvaltısını hazırlar. O arada suların kesilmekte olduğunu fark eder. Makina aklına gelir, sonra boşver der ve klavyenin başına oturur.

O klavyenin başına oturduğunda neler olacağı bellidir. Az öncenin tüm telaşları kendine delik arar. Şahane gülümseme gelir, ortalık dışarıdaki baharı çıldırtacak kadar aydınlanır. Biraz durur, dışarı bakar ve yepyeni resimler çizer. Mutludur.

Aslında sabah Yankele'nin albümünü koymuştur, hatta oradan bir şarkı yollamak fikri sabittir. Sonra Leman Sam'dan dinler şarkıyı, aslında bir yandan mektubu yetiştirme, en geç 10'da evden çıkma telaşı vardır ve akşam duaya da kalacağı için geç vakte kadar dönme ihtimali yoktur. Özleyecektir. Mesele budur.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Alakasız Bir Fotoğraf


Bilir(mi)sin... Bir levhanın izine takılıp gidersin, virajlardan dönersin; yol yeni açılmış ve toprak taş karışımıdır, bazı anlarında "Uff ya bu da ne!" deyip dönmek istersin... tekerleğin biri uçurumun kenarını sıyırarak gitmektedir, karşıdan gelene yol vermek imkansız bir çiledir.

Ama içindeki ses, merak, farkındalık inat eder, sen yürürsün...

Tüm o engebelerden, her dönülen virajın ardındaki belirsizlikten ürksen de, devam etmek acayip bir keyiftir.

Sonra bir noktaya gelirsin, bakarsın ki oradan öte yol yoktur, yürümek gerekir, arabayı bırakırsın ki dönecek bir yer de yoktur.

Tek çare, geri vitese takıp dönecek bir yer bulana kadar gitmektir.

Yürürsün, inersin, dar yollardan geçersin...

Sonra.. evet sonra, o yola çıkarken hedefinde olanı, beklediğinden daha müthiş akanı görürsün.

Manzara, hava muhteşemdir ve herkesin bildiğini sandığı ve en iyisi zannettiğinin ötesindedir.

Kimsenin gitmeye cesaret edemediği, güzelliğini bilemediği kadar muhteşemdir zaman.

Onca yukarıdan kendini bırakıp, kendi saklısında kendi çizdiği yoldan akıp giden o derin vadideki suyun sesi gibi...

Mihriban'ın Bahçesindeki ocakta bekleyen; eşsiz bir patates köftesiyle, en keçi peynirinden, en ince ve çıtırından gözlemeye ve hatta en şahanesinden reçellerle, peynirlere, zeytinlere ve hatta domatesle salatalığa eşlik edecek çay gibi.

Her bir kare fotoğrafın çekimi esnasında birbirine dokunan ten gibi...

Adı gibi...

Kocamandır.

12 Haziran 2012 Salı

Bazen Balık Donakalır

Mezelerin ardındaki sırasını beklediği süreçte bazen sofradaki keyif öylesinedir ki; balık akla geldiği her anda ötelenir. Anını bekler.

Akşamın altısından sabahın altısına uzanan sürecin sonunda balığın yenememe meselesi; "masada masaymış ha" özelinde, ruhun topyekün ve daha güzel doymasından kaynaklıdır.

Muhabbet ve müzik yemeklere eşlik ettiğinde masada ne varsa kısa sürede silinip süpürülür, ama yemek ve müzik muhabbete eşlik ediyorsa zaman akar; balık ya pişirilmeden kalır ya da fırında tavuk halini alır ki meselenin özü budur.

Mumlar biter yenileri yakılır.
 Sabah ezanı okunurken, gün en güzel renklerine bürünürken,  balık sebze yatağında çoktan uykuya dalmıştır.  Dondurucuda yerini alır.

Birinci halde masanın sohbet kısmından hatırda kalacak tadlar olmaması sebebiyle sadece yemeklere ve rakıya yumulunmuş olur. Onlarla dostluk kurulup tadları çıkarılır.
Sabahında kurulan cümle genellikle şudur : "Ne vardı o kadar yiyecek, her şeyi peşpeşe dizecek..."
"Of başım, of midem!"

İkinci halde ise her daim baki kalan hoş bir sadadır.
Üstelik denizden güneş toplanır.
Sabah yatıldığında sabah uyanılır ki  yatak yorgan çoktan uçan halı olmuştur.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Sıçan

Bu sezon -hayatımda- ilk kez bir oyundan çıkmama sebep olan, yine hayatımda ilk kez "izleyeninki de can" noktasından bakarak bir oyunları hakkında eleştirel bir yazı yazdığım, benzer nedenlerle tanıdığım bir çok kişi tarafından hakkında ön yargılar oluşturulmuş İzmir Devlet Tiyatrosunun oyunu Sıçan: Bu yıl izlediğim gösteriler listemde kendine ön sıralarda ve hatta ilk beşte yer bulan, önümüzdeki sezon yakalandığı yerde mutlak izlenmesi gereken, şiddetle tavsiye edeceğim muhteşem bir oyun.


 "Birbirlerini yıllardır görmeyen, geçmişe ve ailelerine ait sorunları çoktan halının altına süpürmüş olan iki kız kardeş, yıllar sonra bir araya gelince, ailenin kirli çamaşırları trajikomik biçimde ortaya dökülür. Aile içi çekişmelere eğlenceli bir üslupla yaklaşan oyunda, ablanın evine dadanan “sıçan” ev içi hallerimizle adeta dalga geçer, ne denli komik aile sırlarına sahip olduğumuzu gözler önüne serer..." cümlelerini içeren ve bence gerçek değerini yansıtmayan, derinliğini hissettirmeyen hatta değerini düşüren tanıtım yazısının çok daha ötelerinde, son derece etkileyici ve izlemesi keyifli bir oyun Sıçan.

Bir kere işlediği konu kesinlikle birinci sınıf bir gözleme dayanıyor. Psikolojik analizleri müthiş ve bu psikolojiyle yetişmiş iki kız kardeşin davranış biçimleri "budur" dedirtiyor. İki karakter üzerinden insanın derinliklerini ve arızalarını ortaya koyarken oyun -aslında- bir dramı anlatıyor.

Bu halin dışa vurumu normalde insanlara komik gelse de ince ince düşünülmesi ve sorgulanması, hatta fark edilmesi gereken nüanslar da içeriyor. Kesinlikle altını çizeceğim bir nokta daha var ki yazar aslında dramatik bu hali o yapısıyla ortaya koymayıp da mizahı tercih ederek çok doğru bir yol seçmiş. Tüm esprileri düzeyli oyun, gerçek bir mizah şaheseri; "komikliklere" başvurulmadan da güldürülebileceğini, güldürürken düşündürülebileceğini, güncel ve popüler esprilere bile şıklık katılabileceğini gösteren, başarılı çevirisi ve kurgusuyla akıp giden enfes bir oyun bu.

Bazı yorumlarda bahsedildiği üzere oyun bir yüzleşmeyi ortaya koymuyor. Anne baba kızlar ilişkisinin kendine özel halinden yola çıkarak, sorunlu anne baba'dan oluşan ve bencil bir yapının içinden çıkan iki kız kardeşin hayattaki ve kendi evliliklerindeki gerçek hallerini ortaya koyuyor.

Birbirlerini kıyasıya yerken üçüncüye, -eş bile olsa- bir yabancıya karşı kurdukları ittifaklara, birbirlerinin eşleri üzerinden kendileri hakkında oluşturdukları şüphelere, büyük kardeşle küçük kardeşin seçtikleri eşlerin nicel ve nitel özelliklerine baktığınızda ve bunu hayattaki karşılıklarıyla kıyasladığınızda hiç de şaşırmıyorsunuz.

Oyunu izlerken çoğu zaman oyunun kalitesini ben mi abartıyorum diye sordum kendime... Bu şüpheyle salona baktığımda gördüğüm hava; bu sezonki en konsantre, en memnun ve izlediğinden son derece keyif alan bir seyirci görüntüsüydü. Üstelik İzmir Devlet Tiyatrosunun bu sezonki performansına benden daha kesin tavır almış insanlara oyunu tavsiye ederken, alacağım olası vebalden kaynaklı endişelerim de vardı. Ama gelen teşekkürler derin bir nefes almamı sağlamanın yanı sıra oyun hakkındaki düşüncelerimin sağlaması da oldu.

Oyuncular kesinlikle ve altını çizmeliyim ki çok başarılıydı. Özellikle iki kız kardeşi oynayan Özlem Başkaya ve Hande Gürler enfesti. Eşlerini oynayan Musa Zindan ve Özkan Gezgin müthiş tamamlıyorlardı onları.

Dekor Tasarımı Melih Karakurt’a, Kostüm Tasarımı Yıldız Köse İpeklioğlu’na ve Işık Tasarımı Zeynel Işık’a ait. Reji Asistanlığını H.Emre Başer’in üstlendiği, Justine Del Corte tarafından yazılmış, çevirisini  Barış Eren'in yaptığı, Sinan Pekinton tarafından sahneye koyulmuş güzel oyun Sıçan bir kez daha altını çizerek belirtmeliyim ki hemen listeye alınmalı ve önümüzdeki sezon asla ıskalanmamalı.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP