30 Haziran 2012 Cumartesi

Alakasız Bir Fotoğraf


Bilir(mi)sin... Bir levhanın izine takılıp gidersin, virajlardan dönersin; yol yeni açılmış ve toprak taş karışımıdır, bazı anlarında "Uff ya bu da ne!" deyip dönmek istersin... tekerleğin biri uçurumun kenarını sıyırarak gitmektedir, karşıdan gelene yol vermek imkansız bir çiledir.

Ama içindeki ses, merak, farkındalık inat eder, sen yürürsün...

Tüm o engebelerden, her dönülen virajın ardındaki belirsizlikten ürksen de, devam etmek acayip bir keyiftir.

Sonra bir noktaya gelirsin, bakarsın ki oradan öte yol yoktur, yürümek gerekir, arabayı bırakırsın ki dönecek bir yer de yoktur.

Tek çare, geri vitese takıp dönecek bir yer bulana kadar gitmektir.

Yürürsün, inersin, dar yollardan geçersin...

Sonra.. evet sonra, o yola çıkarken hedefinde olanı, beklediğinden daha müthiş akanı görürsün.

Manzara, hava muhteşemdir ve herkesin bildiğini sandığı ve en iyisi zannettiğinin ötesindedir.

Kimsenin gitmeye cesaret edemediği, güzelliğini bilemediği kadar muhteşemdir zaman.

Onca yukarıdan kendini bırakıp, kendi saklısında kendi çizdiği yoldan akıp giden o derin vadideki suyun sesi gibi...

Mihriban'ın Bahçesindeki ocakta bekleyen; eşsiz bir patates köftesiyle, en keçi peynirinden, en ince ve çıtırından gözlemeye ve hatta en şahanesinden reçellerle, peynirlere, zeytinlere ve hatta domatesle salatalığa eşlik edecek çay gibi.

Her bir kare fotoğrafın çekimi esnasında birbirine dokunan ten gibi...

Adı gibi...

Kocamandır.

12 Haziran 2012 Salı

Bazen Balık Donakalır

Mezelerin ardındaki sırasını beklediği süreçte bazen sofradaki keyif öylesinedir ki; balık akla geldiği her anda ötelenir. Anını bekler.

Akşamın altısından sabahın altısına uzanan sürecin sonunda balığın yenememe meselesi; "masada masaymış ha" özelinde, ruhun topyekün ve daha güzel doymasından kaynaklıdır.

Muhabbet ve müzik yemeklere eşlik ettiğinde masada ne varsa kısa sürede silinip süpürülür, ama yemek ve müzik muhabbete eşlik ediyorsa zaman akar; balık ya pişirilmeden kalır ya da fırında tavuk halini alır ki meselenin özü budur.

Mumlar biter yenileri yakılır.
 Sabah ezanı okunurken, gün en güzel renklerine bürünürken,  balık sebze yatağında çoktan uykuya dalmıştır.  Dondurucuda yerini alır.

Birinci halde masanın sohbet kısmından hatırda kalacak tadlar olmaması sebebiyle sadece yemeklere ve rakıya yumulunmuş olur. Onlarla dostluk kurulup tadları çıkarılır.
Sabahında kurulan cümle genellikle şudur : "Ne vardı o kadar yiyecek, her şeyi peşpeşe dizecek..."
"Of başım, of midem!"

İkinci halde ise her daim baki kalan hoş bir sadadır.
Üstelik denizden güneş toplanır.
Sabah yatıldığında sabah uyanılır ki  yatak yorgan çoktan uçan halı olmuştur.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Sıçan

Bu sezon -hayatımda- ilk kez bir oyundan çıkmama sebep olan, yine hayatımda ilk kez "izleyeninki de can" noktasından bakarak bir oyunları hakkında eleştirel bir yazı yazdığım, benzer nedenlerle tanıdığım bir çok kişi tarafından hakkında ön yargılar oluşturulmuş İzmir Devlet Tiyatrosunun oyunu Sıçan: Bu yıl izlediğim gösteriler listemde kendine ön sıralarda ve hatta ilk beşte yer bulan, önümüzdeki sezon yakalandığı yerde mutlak izlenmesi gereken, şiddetle tavsiye edeceğim muhteşem bir oyun.


 "Birbirlerini yıllardır görmeyen, geçmişe ve ailelerine ait sorunları çoktan halının altına süpürmüş olan iki kız kardeş, yıllar sonra bir araya gelince, ailenin kirli çamaşırları trajikomik biçimde ortaya dökülür. Aile içi çekişmelere eğlenceli bir üslupla yaklaşan oyunda, ablanın evine dadanan “sıçan” ev içi hallerimizle adeta dalga geçer, ne denli komik aile sırlarına sahip olduğumuzu gözler önüne serer..." cümlelerini içeren ve bence gerçek değerini yansıtmayan, derinliğini hissettirmeyen hatta değerini düşüren tanıtım yazısının çok daha ötelerinde, son derece etkileyici ve izlemesi keyifli bir oyun Sıçan.

Bir kere işlediği konu kesinlikle birinci sınıf bir gözleme dayanıyor. Psikolojik analizleri müthiş ve bu psikolojiyle yetişmiş iki kız kardeşin davranış biçimleri "budur" dedirtiyor. İki karakter üzerinden insanın derinliklerini ve arızalarını ortaya koyarken oyun -aslında- bir dramı anlatıyor.

Bu halin dışa vurumu normalde insanlara komik gelse de ince ince düşünülmesi ve sorgulanması, hatta fark edilmesi gereken nüanslar da içeriyor. Kesinlikle altını çizeceğim bir nokta daha var ki yazar aslında dramatik bu hali o yapısıyla ortaya koymayıp da mizahı tercih ederek çok doğru bir yol seçmiş. Tüm esprileri düzeyli oyun, gerçek bir mizah şaheseri; "komikliklere" başvurulmadan da güldürülebileceğini, güldürürken düşündürülebileceğini, güncel ve popüler esprilere bile şıklık katılabileceğini gösteren, başarılı çevirisi ve kurgusuyla akıp giden enfes bir oyun bu.

Bazı yorumlarda bahsedildiği üzere oyun bir yüzleşmeyi ortaya koymuyor. Anne baba kızlar ilişkisinin kendine özel halinden yola çıkarak, sorunlu anne baba'dan oluşan ve bencil bir yapının içinden çıkan iki kız kardeşin hayattaki ve kendi evliliklerindeki gerçek hallerini ortaya koyuyor.

Birbirlerini kıyasıya yerken üçüncüye, -eş bile olsa- bir yabancıya karşı kurdukları ittifaklara, birbirlerinin eşleri üzerinden kendileri hakkında oluşturdukları şüphelere, büyük kardeşle küçük kardeşin seçtikleri eşlerin nicel ve nitel özelliklerine baktığınızda ve bunu hayattaki karşılıklarıyla kıyasladığınızda hiç de şaşırmıyorsunuz.

Oyunu izlerken çoğu zaman oyunun kalitesini ben mi abartıyorum diye sordum kendime... Bu şüpheyle salona baktığımda gördüğüm hava; bu sezonki en konsantre, en memnun ve izlediğinden son derece keyif alan bir seyirci görüntüsüydü. Üstelik İzmir Devlet Tiyatrosunun bu sezonki performansına benden daha kesin tavır almış insanlara oyunu tavsiye ederken, alacağım olası vebalden kaynaklı endişelerim de vardı. Ama gelen teşekkürler derin bir nefes almamı sağlamanın yanı sıra oyun hakkındaki düşüncelerimin sağlaması da oldu.

Oyuncular kesinlikle ve altını çizmeliyim ki çok başarılıydı. Özellikle iki kız kardeşi oynayan Özlem Başkaya ve Hande Gürler enfesti. Eşlerini oynayan Musa Zindan ve Özkan Gezgin müthiş tamamlıyorlardı onları.

Dekor Tasarımı Melih Karakurt’a, Kostüm Tasarımı Yıldız Köse İpeklioğlu’na ve Işık Tasarımı Zeynel Işık’a ait. Reji Asistanlığını H.Emre Başer’in üstlendiği, Justine Del Corte tarafından yazılmış, çevirisini  Barış Eren'in yaptığı, Sinan Pekinton tarafından sahneye koyulmuş güzel oyun Sıçan bir kez daha altını çizerek belirtmeliyim ki hemen listeye alınmalı ve önümüzdeki sezon asla ıskalanmamalı.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Sor Bana Pişman mıyım?

Aylardan Nisan Günlerden 26. Perşembe

Tam çıkmak üzereydim ve son bir keyif için süt ilaveli bir kahve yapmıştım. Kahveye şöyle bir bakmış, güzel olduğunu fark etmiş, unutulmazlarımdan biri olan; bir Ayancık dönüşünde Oğuzlar Petrol'ün yan bahçesinde içilmiş kahveyle kıyaslamıştım.

Kahvemi alıp klavyenin başına geldim. Posta kutumu açtım. Ve koyu renkli ismi gördüm. Sizce aklımdan geçen ilk cümle ne olmuş olabilir? Bingo'yu ben kullandım. Hatta gittiğim kuran kursunda öğrendiklerimi bile... ve ne hikmetse hep gökyüzüne bakıyordum.

İnanılmaz bir biçimde kahvenin ikincisini istedim, ki o gün de istemiştim.

O günkü nedenim tümüyle farklıydı; illet bir başağrısıyla uğraşmak zorunda kaldığım, midemin bulanma arzusuyla anamı ağlattığı, arabanın arkasına geçip yattığım, en abilerden ikisiyle birlikte yolculuk ettiğim, aslında çok da keyifli bir gündü. Ama dönüş yolundaki başağrısı mahfetmişti...

Yolda midemin içindekileri yolculamıştım. Oğuzlarda geleneksel molamızı vermiştik ve sütlü kahve istemiştim. Hala anlatabildiğime göre, o kahveyi döven bir kahve bugüne kadar olmamış demektir!

Ve bugün e-postayı okurken ikinci kahveyi istedim ne yalan söylim. Hatta onunla kalmadım. Hani müzikle yeniden sarmaş dolaş oldum ya ben; şarkılar geçiyor aklımdan, hatırlıyorum yavaş yavaş, onlardan biri de dank diye düşüverdi işte!

"Adı neydi, kim söylüyordu, üstelik blogda yayınlamış olmam lazımlar" arasında dolaşırken ben, en iyisi sor Google'a dedim. Aslında uğraşmazdım eminim... ama bırakamadım sonraya.

Nedense?

15 Mayıs 2012 Salı

Ben Bazen...

Aylardan Nisan Günlerden 12. Perşembe

Yine çok şey anlatmak isteyip de nereden başlayacağını bilemeyen bir şaşkınım an itibariyle...

Şöyle bir yöntem seçmeliyim sanırım "Anlat bakalım ne olup bitiyor sabahtan beri?"

Yani havanın haliyle  tezat bir keyif hüküm sürmekte bende; bunda, şu raporlama işinden sıyırmış, dolayısıyla "sabah şunu bir halletsem"in baskısından kurtulmuş olma halimin etkisi de olabilir...

-Bak köpeği salmayı ve yemeğini vermeyi unuttun şaşkın.!

-Valla elimdeki "lavaş içine serilmiş kelem yatağında üç peynirli ve tereyağı ile tatlandırılmış Tostadas Con Salchichas*"ımı bırakıp da  bir yere gidemem.

Tostadas Con Salchichas'ın tadını çıkarırken yüzüne konmuş ve muhtemeldir ki  onu terk etmeyecek tebessümle devam eder. Gün içinde karşı tarafı  üzecek bir iş için görüşme yapmayı da planlamaktadır. Belki de karşı taraf gerekli teminatları sunup yeni bir değerlendirme imkanı sağlayacaktır kendisine ki bu şu an için önemli değildir.

Sabah bilgisayarını açınca bugün bir şarkı ya da kısa film yollamak ister. Aklından geçenler vardır: Mesela Fikret Kızılok, sonra bir reklam filmi ki kendisi bu filmin fırlama halini çok sevmektedir, sonra başka biri... O ara uğraştırmamak için yazısının başlığını yollamak ister; yazı aslında aksiyonlu günler kapsamındaki diğer yazılarla bir bütünlük sağlamaktadır. Böyle düşünür.

Bir anda Vera'nın albümünün çıkmış olduğunu hatırlar ve aralarında bir yazısı dolayısıyla güzel bir bağ kurulmuş grupla ilgili ihmaline kızar. İlk iş olarak gidip albümü almayı ve üzerine bir yazı yazmayı planlar. Bir karara da varmıştır: Vera'nın albümünden- ki ilk albümleridir- bir şarkı yollamaktır bu.

Şarkıyı seçer aslında... ama şu garip tereddüt düşer içine. O tereddütten bağımsız, düz bir bakışla beğenmiş olmasına rağmen epey cebelleşir bir kaç yanıyla... Aslı ise gülmektedir kahkahalarla, ve saçlarını  okşamaktadır bu haylazca cebelleşmenin...

Sonra tereddüt yaratan şarkıdan vazgeçip başka bir şarkıda karar kılar... ama o şarkının klibi yoktur ve mecburen başta karar verdiği ama tereddüt yaşadığı şarkıya döner. (mecburen)



*Sucuklu Tost'un google translate ile ispanyolcaya çevrilmiş halidir.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP