13 Ağustos 2011 Cumartesi

Performans Alanos

Önceki gün, ailemizin kabesi evimizin güney batı tarafındaki bahçeyi arkadaki inşaat faliyetlerinden ayırmak üzere oluşturulmuş platformda, bir kısım "sanatçı" ve "aktivist" canlı bir performans gerçekleştirdi!

Performansın amacı ve mesajı; bir takım kamu mallarını, kampları ülkenin farklı bölgelerinden gençleri getirip gezdirmek, tatil yaptırmak ya da yakın bir dönemde yapıldığı gibi "genç çiftçi eğitim kampı" benzeri etkinliklerde kullanmak yerine satarak, toplumun ortak malı olmaktan ve kullanımından çıkaran, üstelik bu alanlarda bulunan 30-40 yıllık ağaçların kesilmesine, yakındaki ve önemli kuş cennetlerinden birine göç eden kuşların heryıl ziyaret ettikleri bir alanın, yuvalarının ve yeşilin yok edilmesine olanak yaratan ülke yöneticilerineydi.

Performans için bir ön hazırlık yapmamış, doğaçlamayı tercih etmişlerdi sanatçılar. Önce bir durum değerlendirmesi yaptılar. Sonra içlerinden gelen öfke, iyilik, coşku gibi duygularına protest bir tavır ekleyerek, sprey boyalar vasıtasıyla panolarda restmetmeye başladılar mesajlarını!

Bu performansta kullanacakları malzemelerin sponsorluğunu da aile fertlerinden Mehmet Bey üstlenmişti.

Yoğun konsantrasyonlarına bir otobüs eylemiyle vücüt bulacak güncel bir protestoyu da katan sanatçılar; 68 hippi kuşağına saygılarını da sunarak... içsel tepkilerinin dışavurumunu sanatçı duyarlılığının doğal yansıması resimlerinin yanı sıra, duruş ve kıyafetleriyle de ortaya koydular!



Süreç boyunca yoğun bir emek, kollektivist bir karakter ortaya koyan sanatçılar hem performansı canlı izleyen aile fertlerine, hem de akşam yapıtlarını ince ince inceleyip takdirlerini beyan eden ailenin diğer fertlerine mesajlarını iletmeyi başarmanın yanısıra, bahçenin güney batı yakasına da renk kattılar.



Akşam, performansın sergilendiği alana bakan masada yenilen ve sanatçıların katılımıyla zenginleşen yemek; ailenin tüm çocuklarının ota-böceğe-çiçeğe, dalından kopartılan böğürtlene, hayvana, yaprağa, meyvaya dokunarak büyümüş olmalarının geleceğe yansıması üzerinden yapılan, bölgenin adının Alanos olduğu döneme ve anılara giden bir muhabbetle ve keyifle sürdü. Devlete hakim olan zihniyetin bazı alanları parselasyonla bölüp imara açmasının yarattığı rantın -bireysel olarak karşı durulsa da- sonunda teslim olunmak zorunda kalınan haline bolca tebessüm edildi. Ve iki yandaki iki kamu alanının -satılmasıyla- yerlerine yapılacak site, iş alanları ve 5 yıldızlı otelle oluşacak ranta insanların direnemeyeceği ve bunun doğallığı üzerine sözler sarfedildi. Ta ki her espri yapmaya kalkışılan anda Mussano'dan çıkan " Ölü taklidi yapın" cümlelerine, çocukların ölü taklidi yaparak katılmalarına kadar...

(Laf aramızda -an itibariyle- sanatçıların olan bitenle ilgili bir dertleri yoktu... onlar ileride kendi çocuklarıyla anılarını -kendilerine kalacak yeni binalarının bahçesinde- paylaştıklarında farkına varacaklardı olan bitenin.. ve anlatırken ballandıracaklardı kendi dönemlerini... Sanırım!)

(Bir kova ve fırça ile duvarlara sloganlar yazılan günlerin hevesiyle fırsattan yararlanıp, sprey boya keyfiyle yazdığım" Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe" sloganım ise, biranda koyu bir Samsunspor taraftarı olan Tırtıl'ın zulmüne uğradı. Tesellim: "Babam ne güzel ve hızlı yazıyor" kelimeleriyle, kısa pantolonlu militan günlerde polislerden saklanabilmenin temel gerekliliği olarak kazanılmış hızla yazabiliyor olma becerimi farkedip, takdir ediyor olması oldu.)


*Performans sürecini yansıtan klipteki müzik Zaz'dan Les Passant

9 Ağustos 2011 Salı

Oy İstiyoozz.. LÜTFEEEN

Hayatım boyunca bu tip işlerden, yani çevremdeki birileri için ya da onların istekleri doğrultusunda birilerinden ricacı olmaktan hep uzak durmaya gayret ederken; bir yandan da "herkesin bir fiyatı vardır" tezini savunmuş biri olarak hayatımın baskı altında kaldığım ender hallerinden birindeyim bir kaç gündür.

Derin nefesimi aldım, terlemem geçti ve bütün cesaretimi toplayarak söylüyorum: Sizlerden oy vermenizi istiyoruz.

Bu noktaya nasıl geldim kendime şaşıyorum açıkcası. Bir haftadır üç kişiden oluşan şahane çetenin manevi baskısı altındayım. Lafı eveleyip geveliyorum ve bir türlü dilimin altındaki baklayı çıkaramıyorum farkındaysanız! Aslında arada çıkardım da çıkarmamış numarasına yatıyor gibiyim sanki...

Herkesin bir fiyatı var diyerek bir genelleme yaparken (sadece) maddi bir karşılık değildi sözünü ettiğim, bazen manevi bedeller karşılığında da insanlar prensiplerinden vazgeçebilirler. İşte ben tam da bu haldeydim. Asla kıramayacağım üç şahane: Zeynep, Naz ve Tırtıl; 9,10,11 Eylül tarihlerinde İstanbul'da düzenlenecek UNIROCK FESTİVALİNİN açılış gruplarını belirleyecek oylama için benden kendi destekledikleri gruba oy vermemi istiyorlar bir süredir. Ben oyumu verirken demişim ki bir de; isterseniz bir blog yazısı da yazarım. Aslında verdim bu sözü. Yani benim fiyatım da ödendi! Ama dedim ya şu bir şey istemek durumu iki arada bir derede bırakıyordu beni. Sonra (birkaç gün) durup düşündüm; kendi hür irademle bir karar vereceğim ve gereğini ona göre yapacağım dedim.

Türün baba gruplarını zaman zaman dinleyen biri olarak grubu inceledim, dinledim, şarkılarına ve kendilerine bakıp, "hiç bir baskı altında kalmadan" bir karar verdim. Lise öğrencisi gençlerden oluşan (içlerinde Zeynep'in kuzenin de bulunduğu)Tekirdağlı bu grubu gerçekten sevdim. Sonra bir kez de türe daha yakın olan Mussano'ya danıştım; o da "okeydir, müzikleri iyi" dedi, ve siteye girip oyumu gönül rahatlığı ile kullandım.

Şimdi.. sizden ricamız: Şarkılarını ve onları, heyecan ve tutkuyla ortaya koydukları emeklerini severseniz, festivalde açılış gruplarından biri olabilmeleri için oyunuzu onlara yani KATRAN KABİR'e vermeniz.

Uff yaa! Yani şu linkten girip oyunuzu KATRAN KABİR'e ve kural gereği iki gruba daha verir misiniz? LÜÜTFEEN:)

Ha, Naz'dan gelen son dakika bilgisine göre her gün siteye girilip bir oy verilebiliyormuş:)

5 Ağustos 2011 Cuma

Final Cut


"Bazen biletler sizi yalnızca bir yerlere ulaştırmaz, yeni insanlarla tanışmanızı sağlayıp kaderinize yön verir. Bazense vedalaşmanın bir aracıdır." "Erasmus öğrencilerinin hayatları kelebekler gibidir" demişti birgün Erasmuslardan bir tanesi. "Ama bu hiçbir şey yaşamadıkları anlamına gelmez!" Eve döndüğümde, Polonya'ya ayağımı basmadan önceki günün bana çok uzak göründüğünü farketmiştim. Halbuki bu aralık topu topu 5.5 aydı. Bana hissettirdiği ise unuttuğum anılar hariç 5.5 yıl! Erasmus'ta 1 gün bile çok uzun bir süre.. O "1" günün içinde bile sizi hayat boyu idare edebilecek büyüklükte bir anılar yumağı oluşturabilirsiniz. İşte bu şanslı hikayelerden birisi, benim çok yakınımdaki Erasmuslardan birine ait. Onun özel izniyle yayında:  

"Veda"dan yaklaşık 2.5 ay önce: İki günlüğüne Türkiye'den Berlin'e tatil için gelen ailenin yanına gidip hasret giderip vedalaştıktan sonra, Olsztyn'e dönüş için Berlin Garı'ndan bir bilet alınır. Bilet Polonya'nın kuzeyinde, Alman sınırında önemli bir kent olan Szczecin aktarmalıdır. Ancak birşey unutulmuştur: Mart ayının son haftasındaki, artık hepimizin ezberlediği klasikleşen işlem yapılmamış, kol saati 1 saat ileri alınmamıştır. Bu durumun bedeli ağır olur ve tren kaçar. Umutlar, Olsztyn'e en yakın bir diğer bağlantı noktası olan Kutno trenine kalır. Aksilikler bununla bitmeyecektir. Lehçenin zorluğunun yanına bir anlık dalgınlık ve tereddüt eklenince daha Kutno'ya varmamışken Konin'de inilir. Yapılan hatanın farkına geç varılması yüzünden giden trenin ardından bir süre çaresizce bakıldıktan sonra oluşan karamsarlık bulutları, yardımsever Polonyalılar sayesinde dağılır. Bir sonraki Kutno treni için bir bilet bulunur ve herşey orada başlar. Bir sonraki istasyon Kolo'dur. İşte burada trene "o" biner.

"O" hayatta nadiren bulunandır. Aradığınızda elde edemeyeceğiniz, yalnızca kaderin karşınıza kendiliğinden çıkarabileceğidir. Saatler ileri alınmasa, tren kaçmasa, yanlış istasyonda inilmese "o"nunla karşılaşamazsınız! "Tekrar hata yapmamak için yanımda oturanlara Kutno'ya ne zaman varacağımızı sordum; ancak içlerinde İngilizce bilen yoktu. Kolo diye bir yerde trene "o" bindi, karşı çaprazıma oturdu. Yardımıma yetişen de "o" oldu. "Ben de orada ineceğim, beraber ineriz" dedi. Böylece tanıştık."

 Polonyalı genç kızlar, yabancı akranlarıyla tanışırken ilk başta çekingen davranabilir. Bu durum "o"nun karşılaşıp iletişime geçtiği yeryüzündeki ilk yabancıysanız daha da zor bir hal alır. Ancak tren yolculuğu bu kilidi kırmak için yeterli bir süredir ve arkadaşlık böylece başlar.  

Ara Olaylar: Okuduğu kent olan Torun'a davet, birlikte yapılan şehir turu: Şehrin altı üstüne getirilir, tarihi yerler, barlar, sokaklar, caddeler el-ele, kol-kola karış karış gezilir. Final bir gece kulübünde sabaha kadar dans ederek yapılır, ardından bir arkadaşın evinde birlikte uyumanın keyfi..  

Sonuç: Hayatınızda o güne kadar geçirdiğiniz en mutlu anlar ve kaçınılmaz olarak "bağlılık"..  

Rövanş Olsztyn'de: Göl kenarı, iskele, orman, bira, arkadaşlar. Birlikte verilen eğlenceli pozlar, şaklabanlık. "O" yeni yabancılarla tanışır. Tedirginlik.. Öğrenilen Türkçe kelimeler, Türkçe bir küfrü onun ağzından duymanın mazoşist keyfi. Barın aksi gibi 2'de kapanması. Halbuki Torun'da 5'e kadar eğlenilmişti. Memnuniyetsizlik. "O" dansa devam etmek ister: "Benim sınavlarım bitti. Dans etmek istiyorum, Kruwa!" (Polonyalı bir genç kız, eğer uygun ortam varsa 8-10 saat boyunca hiç durmadan dans edebilir. Bu birçok kez denenmiştir.) Olsztyn'den yolculadıktan birkaç gün sonra "O"nsuz gidilen bir konser. Yapılan bir anlık hata, eski sevgili ve Facebook'un azizliği... Herşey berbat oldu!

Veda'dan iki gün önce ani bir kararla sabahın köründe trene atlanıp, günü birlik "o"nun yaşadığı kasabaya, herşeyin başladığı yerlerden biri olan Kolo'ya gidildi. Halbuki "Gelme" demişti. Yine de bir umut gidildi. Tren garında her zamanki sıcakkanlılığı sayesinde "idare eder" bir karşılama oldu, ancak bir soğukluk hissediliyor. Birlikte geçirilen çok kısa bir zaman.

Polonyalılar planlı-programlı insanlar; eğer "gelme" derlerse bu gerçekten işleri olduğu içindir. Sebep belki de budur. "Olsun abi Polonya'yı anlamama yardımcı oldu bu gezi. Adamların 20.000 nüfuslu kasabasında bile alışveriş merkezi var, pub var! Burada her yerleşim yerinin kendi ekonomisi var, büyük kentlere yığılma yok." Avuntu.. Pardon ama çok safsın, sen oraya alışveriş merkezi için değil "o"nun için gitmiştin! Üniversite 1. sınıf öğrencisi, kızıl saçlı, tatlı suratlı, iyi niyetli, neşeli, gelecekte muhtemelen çok başarılı bir pedagog olacak o kız için! "Bu hikaye böyle bitmemeli. Poznan'da son kez buluşacağız. Fazla vaktim olmayacak. Yani tam bir Final Cut!"

 Final Cut: Sabahladık. Önceki gece İtalyan arkadaşlarla Old Town'ın güzel bir barında yapılan Martini'li vedalaşmanın etkisi hala sürüyor. Martini veda için iyi bir tercih.

Yine trendeyiz: Sabah 07.18 Olsztyn Zachodnia-Poznan Glowny. Regionalne, yani kompartımansız hızlı tren. Saat 12.40'ta Poznan-Berlin treni, 16.30'da Berlin-İstanbul uçağı var. "O"nu son kez görmek için 1 saat bile vakti olmayabilir. Atılan mesaj: "Saat 12'de saat kulesinin önünde buluşalım". İyi de sen 12'de oraya varıp varamayacağını, herşeyden geçtim Old Town'ın yerini bile bilmiyorsun ki! Herşeyden geçtim, Berlin treni kaçarsa, uçak; uçak kaçarsa, uzun bir süreliğine tekrar Avrupa topraklarına ayak basma şansı kaçabilir! Vizen doldu çünkü.

Tren'de uyuma şansı yok. Hem kompartımansız trenin dezavantajı, hem de sürekli bağırıp çağıran, Poznan'a öğretmenleriyle birlikte geziye giden ortaokullu talebelerle aynı vagondayız. 11'30 Poznan Garı. Herşey için son 1 saat.. Old Town'a nasıl gideceğiz? Hemen tren garının önünden kalkan bir otobüsle. Otobüste oturan alımlı bir kadın bize çatpat İngilizcesi'yle yardımcı oldu. Şansa otobüs 5 dk içinde kalkacak. İnşallah Old Town çok uzakta değildir. Kadın bu durakta inmemizi söyledi. Görünürde saat kulesi falan yok! Old Town ne tarafta? Yardımcı olan genç bir kız. Bavullarla koşmak zorundayız. Saat 11.45.. 7-8 dakikalık bir yürüyüşün ardından Saat Kulesi'nin önü. Buluşmaya ve hergün olduğu gibi saat 12'yi vurduğunda inatlaşmaya başlayan keçilere 5 dakika var. Çiçek! Çiçek unutuldu! Çiçeğin anlamı Polonyalı bir kadın için, tıpkı olması gerektiği gibi derindir. Hayatında hiç çiçek almamış birbirinden güzel kızlar olduğunu düşünürsek, gerçekten önemli bir hediye.

Saat 12.00: Çiçek tamam, keçiler hazır ve "o" geldi. Yorgun ve mahcup. Artık romantizmin son saniyeleri. Yarım saat sonra herşey bitecek. İnsan 1 gün içinde boyut değiştirebileceğine inanamıyor. Şimdi "o"nunla Poznan'ın göbeğinde romantik anlar yaşıyorsun. Yarınsa bu saatlerde aylardır uyumadığın kendi yatağında "o"nu düşünmekten yine uyuyamayacaksın. Şimdilik bunun bir önemi yok. Hayatın tadını çıkarmaya bak.



 Keçilerin şovu bitti. Şimdi gara dönme zamanı, Berlin trenine yalnızca yarım saat var. Binilen yanlış bir otobüs. Tramway destekli bir yolculuk. Takıldığımız kırmızı ışıklar. Geçsek ceza yeme ihtimalimiz var ve böyle birşey olursa çok daha fazla vakit kaybederiz. "Bavulları bize bırak, koş git biletini al!" Bavullarla 2 nolu peronun önündeyiz. Varşova'dan kalkan Berlin Express göründü. Tam o sırada sevinç çığlıklarıyla biletini sallayarak bize doğru koşmaya başladı. Ayarlasak böyle bir zamanlama olmaz. Alfabelerin önemi yok, hep birlikte çekilen derin bir "ohh". Trene binerken son kez kucaklaşıldı ve son öpücük. Herşey ayarlanmış gibi, trenle başlayıp trenle bitiyor. Tren'in ardından "o"nun gözlerinden ellerindeki çiçeklere süzülen yaşlar. Güneş gözlüklerimi çıkarıp, ona taktım. İlginç. Normalde güneş gözlüğümü pek kullanmam. Ama nasılsa herşey önceden ayarlanmıştı!

*Müzik: The Final Cut- Pink Floyd

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP