31 Ekim 2009 Cumartesi

Dedikodu...


Meşguliyetsiz zihin; şeytanın atölyesidir.

Northern Exposure dizisinden tesadüfen.
Görsel: Jasona Levesek (widelec.org)

29 Ekim 2009 Perşembe

Akıl Krizi

Telefonum çaldığında yorgun gecenin aydınlanmasına çok az kalmıştı. Güne gebe saatin, o taze soğuklu diken diken haline montumu giyerken, bir insan düşünmeye başladım. Olay yerine vardığımda denizden henüz çıkarılmış kaskatı bedenle göz göze geldim. Yüzüne baktım. Kopkoyu bir bıkkınlık ve yenilmişliğin derinindeki, masum, zayıf ve sıcacık tebessüme takıldım: Ağız dolusu küfürleri tıkalı kalmıştı kadere öfkelerin ardında, ve lanetler yüklenmiş okkalı bir küfürdü bıyık ucu tebessüme yüklenmiş olan...

Ipıslak ve deniz kokulu bedeni sola doğru çevrildiğinde, gözleri; umutsuzluk, yitiklik ve lanetler yağdıran isyanlarla tan kızılı bir ufka bakıyordu. Bir anda, o kocaman ve kaskatı bedenin gevşediğini, çözüldüğünü farkettim. 112 doktorunun bedene saygı yüklü yana çevirmesiyle yutulan onca suyun seline kapılan kelimeleri, ayaz ayaz ve tane tane döküldüler. En öndeki kelimeleri büyük bir titizlikle toparladım. Hayata isyan cümlelerinin öfke sözcüklerini yaşamın çöplüğüne saldım. O tebessümde saklı her bir kelimeyi yan yana dizdim. Olay yeri inceleme ceset torbasına yerleştirirken kocaman kalpli gencecik bedeni, ben kelimelerden kocaman bir iz çıkardım.

çakmağını burada unutmuşsun benim kalbimde sende kalmış.Şimdi sigaranı neyle yakacaksın...Sigara içmeden duramazsın sen.Bir an önce gelip çakmağını al.Sakın birisine aldırma sen gel.Mesele sadece çakmak, yoksa başka bir şey yok...

Birde benim ev niye bu kadar boş ve içime niye bu kadar derin bir özlem düştü...Ve ben niye özlemeninde ne kadar güzel birşey olduğunu yeniden farkettim.Ve niye evin herköşesinde çok... çok... çok... güzel bir koku var.ve niye ben eve sinmiş bu kokunun çıkmasından bu kadar korkuyorum...ve niye mutfak tezgahının üzerindeki tabaklar, bardaklar,çatallar kullanılmış poşet çaylar bu kadar dekoratif ve güzel duruyor.Ve niye aklımda bir lezzet içimde bir hoşluk yüzümde bir tebessüm varken aynı zamanda da hüzün var...Ve niye beynimin bir köşesine arada bir uyanıp bana doğru
bakan ve gülen iki şirin göz var...Ve niye onlar için endişe duyduğum sorumluluk hissettiğim insanlar hanemdeki sayı arttı...Ve niye bu iş günümün tamamında ben neye baksam gözlerim hiç birşey görmeyecek gibi bir his var içimde.(Bunun cevabını biliyorum sanırım sadece; çünkü beynimin başka meşguliyeti olacak hep aynı kişiyi düşünecek... gün boyu onun zorluklarına eşlik edecek; ) Diğer niyeleri sen anlarsın ve bana da anlatırmısın ? ama dizlerine yatırarak ve saçlarımı okşayarak...

Fotoğraf: Neslihan Öncel
http://neslihanoncel.blogspot.com/

24 Ekim 2009 Cumartesi

Spyro Gyra


Evvel zaman önce militan bir tıfıl, yeni yetme bir anarşist iken... Yani; 0 zamanın dillere yapışmış pek popüler sözcüğü entellektüel olma halinin tıfıllık dilinden ifadesiyle entel takılınılan yıllarda, sözcüğü üzerimize bir kimlik olarak yapıştırıp ya da öyle tariflenmeyi, her ne kadar birikimimizin ve düzeyimizin çok çok ötelerinde bir yerde olmasına ve üstelik de bunun farkında olmamıza karşın pek severken... Kızlar cenahının da feminizmle, dolayısıyla feministlikle kendilerini süsledikleri etiketlerin, öykünmeci ve taklitçi bir ergenlikle üzerimize yapıştığı o zamanlarda; adını telafuz edebilmenin ve kasetlerini kol altına sıkıştırıp hava atmanın keyfini şahane şahane çıkarmama sebep olan bir gruptur kendileri...

Rock'tan başka tür müzik dinlemeyi anarşist tavrıma aykırı bulduğum yaşlardan evrilmeye başlayıp kendimi daha büyümüş de küçülmüş yıllarıma taşırken, ve bu açılım esnasında öncelikle Caz'a dümen kırmaya başladığımda, yaptıkları füzyonla Yavuz Aydar'ın efsane programı Stüdyo FM sayesinde gündemimde yer bulan grup, çok doğal olarak da etrafa caka satabilmenin mihenk taşlarından biri olmuştu.

Duydum ki; dün ve önceki gün İstanbul Jazz Center'da iki konser vermişler... Bu haberle akıl defterimden çıkan grubun albümlerine gidince ellerim, gönlümde doğal olarak kaydı o yıllara...

Kendilerine özel bir soundları vardır onların. Jay Beckinstein'in saksafonu alır götürür sizi Caz'dan Funk'a oradan R&B'ye ve Pop'a... Temel anlamda ve genelde bir Pop Jazz çizgisine oturtulsa da grup, benim için Spyro Gyra(spayro Cayra) müziği Spyro Gyra müziğidir. Özgündür. Bir kalıba sokulamaz ve başka türlü tariflenemez diye düşünürüm kendimce.

Onları dinlerken bazen, birbirinin benzeri şarkılar duygusuna kapılabilirsiniz dinlediklerinizin. Hatta dinlediğinizin asansör müziği olduğunu düşünüp burun da kıvırabilirsiniz. Dedim ya, Spyro Gyra müziği öyle bir füzyondur ki; her bir parçanın neresinden bakarsanız orasını görürsünüz.

20 milyondan fazla albüm satmış, 7 Grammy ödüllü Spyro Gyra: ömür boyu hiç sıkılmadan dinlenebilecek ve hiç eskimeyecek neşeli bir müziğin adıdır. Ve sanırım, müzik tarihinin en hatırlanacak ve izleri asla silinmeyecek gruplarından biridir. Bunlar onların yaptığı müziğin geniş kitleler tarafından sevildiği ya da sevileceği ya da bilindiği anlamında ortaya atılan iddialı cümleler değildir. Ama müziğe gerçek anlamda ilgi duyan herkesin haklarını teslim edeceğine olan güvenle, onların müzik adına ortaya koyduğu katkıya, emeğe ve samimiyete duyacağı saygının sözcükleridir. Bende çok özel bir yeri vardır üç şarkılarıyla tanıtmaya çalıştığım grubun; ruhumun ve kendimin büyümesine yaptıkları katkılardan dolayı...

De La Luz

Morning Dance

Funky Tina

Brubaker

Amerikan Sineması'nın, sosyal sorunları yansıtan filmleri bile; aksiyonu, gerilimi, kısaca sinemanın ilgi çektiren klişelerini kullanarak anlatma tarzının iyi örneklerinden biridir Brubaker...

Filmin özellikle yeni izleyecek olanlarda (sonradan çekilmiş olmalarına rağmen) izledikleri bir çok hapishane filminin benzeriymiş duygusu yaratması olasıdır. Ama sinemalarda oynadığı yıl itibariyle çok ses getirmiş, gerçek bir olaya dayalı bu film özellikle, öykünecek kadar çok sevdiğim film karakterlerinden biri olan idealist cezaevi müdürü Brubaker'ın, cezaevi koşullarında insan onuruna yaraşır, insan haklarına saygılı iyileştirme çabalarının yanısıra; genelde politikanın, statükonun bozulmasına izin vermeyen dirençleri ve oyunlarıyla mücadele etmek zorunda kalışını da anlatır.

Filmin finalinde binlerce mahkumun, aynı ritmde ve gittikçe yükselen bir sesle alkışlayarak onu uğurlamaları; tüyleri diken diken eden, çok dramatik, hüzünlü, gidene duyulan saygıyı derin bir sevgiyle ifade eden çok güzel, ama çok güzel veda sahnelerinden biridir sinemanın...

Aslında film; suç ve ona verilen cezanın boyutlarını, sistemin zaten yasalarla cezalandırarak mahkum ettiklerinin cezaevi koşulları içinde ekstradan ve onurlarını ellerinden alır düzeyde hırpalamasının ne kadar adil ve medeni bir tavır olduğunu sorgularken, politikanın muhafazakar kanatları için mahkum özelinde insan değerinin ne olduğunu da ortaya koyar.

Sıkı bir sistem eleştirisi yapan filmin oldukça da ilginç ve heyecanlı bir başlangıcı vardır. Ve bu heyecan film boyunca sürer. Bulunabileceği konusunda şüphelerim olan bu film, eğer bulunabilirse, haftasonu için muhteşem bir seçim olabilir.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Wolfsburg...

Wolfsburg; fabrikada çalışmaktan arta kalan zamanda futbol oynayan işçiler ve onlar için kurulan bir şehir... Beşiktaş'ın bu gece 21.45'te karşılaşacağı Şampiyonlar Ligi'ndeki rakibi Wolfsburg'un macerası işte böyle başladı. Fabrikanın adı: KdF-Wagen'di... Daha sonra Beetle'ıyla (Türkiye'de kaplumbağa) ünlü olacak Volkswagen yani! Fabrikayı ise yine ünlü bir isim Adolf Hitler, her Alman vatandaşını bir araba sahibi yapmak amacıyla kurdurtmuştu. (1938) İleride buradan bir futbol takımının çıkıp, Bundesliga şampiyonu olacağınıysa muhtemelen düşünmüyordu. Wolfsburg, şehri ve futbol takımı ile yarattığı sinerjiyle dünyadaki belki de tek takım. Dev bir otomobil firması, onun çalışanlarının yaşadığı bir şehir ve içini dolduran 30.000 kişinin hepsinin birbirini tanıdığı bir stadyuma sahip futbol takımı. Bu üçgende değişenler ise doğal olarak işçilerin yerini profesyonel futbolcuların alması ve fabrikanın giderek büyüyerek futbola daha çok yatırım yapması oldu. Wolfsburg'un ilk kez manşetlerde yer alması bundan bir kaç sezon önce tanıdık bir isim Eric Gerets'le oldu. (Galatasaray'a gelmesi de bu başarı sayesinde olmuştu.) Ligi uzun süre lider götüren takımın yıldızları ise Bulgar sol açık Martin Petrov'la Arjantinli D'Alessandro'ydu. İlginç olansa bu ikisinin bir daha asla Wolfsburg'daki formlarını yakalayamamalarıydı. D'alessandro Zaragoza'yla İspanya'da küme düşerken, Petrov en son Manchester'ın mavi yakasında görüldü. İlk kez başa oynayabilecek duruma gelmek Wolfsburg şehrindeki ateşi arttırmış olacak ki, 2 sezon önce takımın başına Bayern Münih'i şampiyon yapmış efsane Alman futbolcu Felix Magath'ı getirdiler. Bayern Münih'i şampiyon yapmak çok zor olmayabilirdi; ancak daha önce ligi 2. bile bitirmemiş bir takımı zafere taşımak akıl alır şey değildi. Magath bunu üstelik, Münih'teki gibi hazır yıldızlarla değil, takımla birlikte büyüyen oyuncularla başardı. Bundan 2 yıl önce kimse Misimovic, Dzeko, Grafite gibi isimleri tanımıyordu örneğin... 2 yıl önce Copa America'da Brezilya milli takımında parlayan ön libero Josue, yine milli İtalyanlar Barzagli ve Zaccardo gibi doğru ve önemli transferlerde yapan Wolfsburg (yakın zamanda da ajanslara Martins transferi yansıdı) bu sezona da iyi futbol ve galibiyetle başladı. Her ne kadar Magath takımdan ayrılsa da yerine, yine yakın zamanda Bayern Münih dışında bir takımı şampiyon yapmayı başarmış Armin Veh'i getirdiler. Veh, Stuttgart'la bir sezon dışında Bayern Münih hegomonyasını kırmayı başaramamıştı. Bakalım bu kez başarabilecek, başka bir deyişle Bundesliga'da uzun zaman sonra Münih dışında bir takım, iki yıl üst üste şampiyonluk yaşayabilecek mi? Not:Son kez iki yıl üst üste şampiyon olan takım 94-95 ve 95-96'yla Borussia Dortmund'du. Wolfsburg-Beşiktaş maçı sebebiyle yeniden yayınlanan yazının ilk yayın tarihi: 08.08.09 macarsalatası.blogspot.com

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP